Başbakan, ona her Kürt açılışında destek veren, başka partilerin vatan haini olarak niteledikleri birçok kalemi çok fena kırdı. Özellikle bazıları,, haklarında söylenenleri, hiç mi hiç haketmemişti.
Nevruz kutlamalarının yasaklanmasının hata olduğunu yazanlardan biri olduğum için, Başbakan’ın sert eleştirilerini hiç hakketmediğimiz söylemeliyim. Hele, Kandil veya İmralı’dan davet alıp söyleşi yapmak iştediğimizi, sanki vatan ihanetiymiş gibi sert şekilde, yerden yere vurması hiç yakışmadı. Erdoğan’ın Kürt açılımını en çok destekleyenlerden biri olarak, bu çıkışı hayretler içinde izledim.
Başbakan’ın temel noktası “bizim istihbarat örgütlerimiz, önemli bir patlamaya hazırlandıklarını, KCK tutuklamalarına baş kaldırı düzenleyeceklerdi. Bundan dolayı yasak koyduk. Bu gazeteciler işin bu yanını hiç hesaplayamazlar mıdır?” idi.
Hayır böyle bir imkanımız yoktur. Ayrıca , izin verildikten sonra da yine etrafı yakacaklarsa o zaman, son günlerdeki gibi Devlet tepkisini gösterebilirdi. Yasaklama, hiçbir şeyi değiştirmedi. Ayrıca, sizlere bir de hatırlatma yapmak istiyorum.
İstihbarat örgütlerine olan güvenin de sorgulanması gerektiğine inanıyorum.
Hatırlayın, eskiden en büyük tabu, 1 mayıs İşçi Bayramıydı. Devlete göre , bu bir Komünist orgfanizasyondu ve kesinlile izin verilmemeliydi.
Solcu işçi sendikaları ise, ısrarla kutlamayı Taksim’de yapmak isterler ve her defasında “Büyük kargaşa çıkacak ve kan dökülecek. İzin veremeyiz” yanıtını alırlardı. Ülkeyi birbirine sokacaklarını, büyük kargaşalar çıkarılacağı söylenir ve Başbakanlar da çıkıp “Son derece önemli istihbarat aldık, izin veremeyiz. Ülkenin sükuneti herşeyden önemlidir” demeçleri verirlerdi.
Yıllar boyunca bu kavga sürdü.
Başbakan dünkü grup toplantısında sertti.
Ben de dahil olmak üzere “Keşke yasak getirilmeseydi…Nevruz kutlamalarına yasak getirilmese, geçen iki yılki gibi çatışmasız kutlanırdı…” diyen kimi yazarlara da verdi verişitirdi.
Başkalarını bilmem ancak, konuya bu taraftan yaklaşanlar böylesine sert şekilde eleştiriyi haketmediler.
Başbakan özetle şunu söyledi: Bizim istihbaratçılarımız, Nevruz kutlamalarının KCK tutuklamalarına karşı bir gösteriye dönüştürüleceğini belirlediler. Bizler de bundan dolayı yasaklama getirdik.
Olabilir.
Ancak biz istihbaratçı değiliz ki…Bu bilgiler bize gelmiyor ki… Devletin kurumları da hiç bilgi vermedi. Sonra, Başbakan kalkıp “Kandil veya İmralı’dan davet bekleyen köşe yazarları bizi eleştiriyorlar” diyor.
Bunu kimse haketmedi.
Bu yasaklamaları tartışabiliriz.
BU ZARARI KİM Mİ ÖDEYECEK?
Bir çok gazetede aynı başlığı gördüm.
“Bu zararı şimdi kim ödeyecek?”
Nevruz gösterilerinin yasaklanmasına karşı tepkiler, İstanbul ve Diyarbakır’da büyük hasara yol açtı.
Devlet yönetimi dediğiniz, zamanında esnek davranmak, zamanında sert şekilde karşılık vermek, zamanında da görmezden gelmektir.
Tam iki yıldır, BDP bu kutlamaları haftaya yayıyor.
Tam iki yıldır, devlet yasaklamıyor.
Tam iki yıldır, kutlamalarda ne kan dökülüyor ne molotof kokteyli atılıyor.
İstanbul ve Diyarbakır birbirine girdi. Her iki şehir ateş topuna dönüştü. Molotof kokteylleri, yangınlar,taş sopa,job… Dışardan bakanlar, Türkiye’de savaş çıktığını sandılar.
Hayatımız alt üst oldu.
Neden?
BDP 21 mart nevruz kutlamalarına bir hafta öncesinden başlamak istedi, ancak Devletimiz “Hayır, Nevruz 21 mart’tır. Siz de 21 mart günü kutlayın. Yasak .” dedi..
Bugün heyecan içindeyim. Gözüm hiçbir şey görmüyor. Tek beklediğim, FB-GS maçının sonucu. Kalbim, GS' nin yıllar sonra FB' yi Kadıköy' de yenmesi gerektiğini söylüyor. Gerçekten de yetti artık. Yıllar var yenemiyoruz. Kadıköy' e çıkınca birşeyler oluyor ve FB kazanıyor.
GS' li olmayan, bu maçın önemini bizim kadar anlayamaz.
Bir GS' li için, FB' yi Kadıköy' de yenmek, lig şampiyonu olmakla eş değerdir. Hatta gelinilen noktada, bence daha da önemli.
Ne yazık ki maça gidemeyeceğim. Oysa çok gitmek istiyordum.
Emin olun kulaklarıma inanamıyorum.
Hapishanelerimizin ve tutukevlerinin durumunu dışardan tahmin ederdim, ancak artık modernleştirildiği ve insani bir yaşama kavuşturulduğunu sanmıştım.
Meğer durum tam tersineymiş...
Silivri 'den çıkan meslekdatlarımızın anlattıklarını hayretler içinde dinliyorum.
Muhalefet muhalefet olalı, böylesine bir direniş göstermemiştir. Şimdiye kadar ki, en etkin muhalefet hareketiyle karşımıza çıktı.
Herşeyini ortaya koydu. Komisyonları çalıştırmadı, her fırsatı kullanıp engelleme yaptı ve kendi açılarından bu yasanın karşısında olduğunu gösterdi.
Kendi kamuoyunu da önemli oranda tatmin etti.
Ancak, bir noktayı gözden kaçırıyoruz.
Bu yasayı yapan ve derinlemesine inceleyen bir kaç kişinin dışında, 3 x 4 sisteminin ne getireceğini, ne götüreceğini bilen yok. Anlayan yok. Ben de anlayabilmiş değilim. Öylesine karmaşık, sonuçları öylesine belirsiz ki, kimse işin içinden çıkamıyor.
Bu konuda çok iddialıyım.
Nice milletvekillerine, nice gazeteciye sordum. Doğru dürüst bir yanıt alamadım.
Nedir bu yasa? Amacı nedir?
Nedim Şener – Ahmet Şık – Sait Çakır- Coşkun Musluk dörtlüsünün serbest bırakılması neredeyse İstanbul’un fethi kutlamalarına dönüştü. Bir, havai fişek atılmadığı kaldı.
Hepimizde bir memnuniyet, bir şenlik.
Düne kadar yerden yere vurulan “Özel yetkili mahkemeler”, şimdi omuzlarda taşınıyor.
Büyük hediye almış çocuklar gibi neşeliyiz.
Ne garip değil mi?
Aslına bakacak olursanız, yargıçların verdikleri karar normalin ta kendisidir. Bizler de, dünyanın neresinde olursa olsun, çok daha öncelerde verilmesi gereken bir kararı alkışlıyoruz.
Düşünebiliyor musunuz, tam 375 gün tutuklu yattılar ve şimdi “Pardon, yatmamanız gerekirmiş” denip bırakıldılar.
Ne olurdu sanki, aynı karar aylar önce alınsa? Ne kaybedilirdi ki?