Eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Başbakanımız konuşmadığı, bürosuna kapanıp çalıştığı veya evinde dinlendiğinde manşetler boşa çıkıyor. Gündemsiz kalıyoruz. Boynu bükük, haber arar oluyoruz. Ne yazık ki tek başlarına muhalefet partileri de bu boşluğu dolduramıyorlar.
Ne zaman ki Başbakan evinden veya bürosundan çıkıp konuşmaya başlıyor, bir heyecan fırtınasıdır kopuveriyor. Toplum canlanıyor, elektrikleniyor, geriliyor. Manşetlerin boyu büyüyor, gazetelerin tirajları, TV haberlerinin reytinleri artıyor.
Program da genelde bellidir.
Her Salı Ak Parti gurup toplantısında başlar. Ertesi günlerde de artık şansa göre, ya bir açılış veya bir toplantıda devam eder.
Konuşmalarda fırça sırasını da artık biliyoruz.
Önce Kılıçdaroğlu ve CHP nasibini alır. Ancak bu fırça yavaş yavaş eğlenceye de dönüşmeye başladı. Başbakan esprili, alaylı bir söylemle hem kendi gülüyor hem de gurubunu neşelendiriyor. En ciddi suratlı Ak Partililer dahi, Başbakan CHP ile dalga geçmeye başlayınca gülücükler saçıyor, kahkahayı basıyorlar.
Balkonlardaki ziyaretçiler de hemen moral takviyesi yapıyorlar: “Türkiye seninle gurur duyuyor …”
Başbakan, KCK tutuklamaları arasında karambole gidip tutuklanan veya yazdıkları haberlerden dolayı içeri alınanların "Sarı kartlı basın mensubu olmadıklarını" söyledi.
Fatih Altaylı ve Aslı Aydıntaşbaş haklı olarak itiraz ettiler. Sarı basın kartı olmadan da gazetecilik yapan çok kişi var. Benim de basın kartım yok ve gazetecilik yapıyorum.
Eğer kişi teröre yataklık yapmıyor, propagandasını yaymıyor, bomba imal etmiyor, insan öldürmüyorsa, istediği gibi fikirlerini yazabilir. Hatta PKK' nın politikalarını dahi savunabilir. O kişilere de "Siz gazeteci değilsiniz" diyemeyiz. Sarı basın kartı olup olmamasına göre meslek tanımı yapamayız.
Aslı, yazısında çok doğru bir tespitte bulunmuş. Başbakan' ın, bilgi veren bürokratlar tarafından yanıltıldığına dikkat çekmiş. Tabi, Adalet Bakanlığı olsun, İçişleri Bakanlığı olsun, başka türlü hareket edemezler. "Sayın Başbakan’ım bunlar PKK' yı destekliyorlar" dediler mi akan sular duruyor. Başbakan da verip veriştiriyor.
Bu yaklaşım yeni de değil. Kendimi bildim bileli, resmi ideolojiye ters düşen gazeteciler daima kovalanmış, avlanmışlardır. Eskilerde doğal karşılardım da Ak Parti' ye hiç yakıştıramıyorum.
ANTALYA’ NIN YILDIZI D SMART İDİ...
Geçen hafta sonu Doğan Yayın Holding yönetimi geleneksel yıllık toplantısını bu defa Antalya Mardan Otel 'de yaptı. Kanal D - CNN Türk - D Smart' tan 185 kişi katıldı. Antalya' ya uzun zamandır gitmemiştim. Ağzım açık dolaştım. Mardan Otel’ i hiç görmemiştim, hayretler içinde kaldım. Hem çalıştık hem de eğlendik. Bu tip organizasyonlar, özellikle büyük şirketler için son derece önemli. Günlük iş içinde kaybolup gidiyorsunuz. Ne diğer çalışanları ne de diğer gurupları tanıyabiliyorsunuz. Ayrıca, hem Doğan ailesi hem de bizim için 2009-11 dönemi çok zor geçmişti. Mücadeleler bitti, küçülme politikası tamamlandı ve ilk defa rahata ulaştık. Toplantının yıldızı, D Smart idi. Yeni yönetim (Ali Güven ve Başar Başarır) öylesine harika bir sunum yaptı ki hayretler içinde kaldık. 1 milyona yakın “Paralı abonesi” ve müthiş içeriğiyle, D Smart tamamen değişmiş. Yanıbaşımızdaki bu şirketi Antalya' da yeniden tanıdık. Anlayacağınız, hem çalıştık hem eğlendik. Mutlu ayrıldık.
NİCE YILLARA...
Siz anlayabildiniz mi bilemem ama ben 3x4 formülünün ne getirip ne götüreceğini çözebilmiş değilim.
Başbakan Erdoğan’ın açıklaması, bu değişikliğin “28 Şubat’ın son izinin de silinmesi ve İmam Hatip okullarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması için” yapıldığını gösteriyor. Erdoğan her ne kadar, bilimsel bir çalışma sonucu 3x4’e karar verdiklerini söylese dahi, yine de işin içinde siyasi bir duruş var. Oysa, İmam Hatip okullarının önü hiç bu kadar everip çevirmeden de açılabilirdi.
Peki, o zaman 3x4’e ne gerek var?
Bunları “Laik gençlik elden gidiyor” diye yazmıyorum. İmam Hatipli bir çok arkadaşım vardır ve bu okulların yararına da inananlardanım. Benim gibi bir çok çevrenin kafasını karıştıran, 3x4’ün topluma doğru dürüst anlatılamamasıdır. 3x4 tam anlamıyla bir iletişim kurbanı olmak üzeredir.
Cemil Çiçek tarihi bir iş yapıyor .
Tüm gücüyle, seyirci kalmaya alışmış olan toplumumuzu, yeni Anayasa'ya katılmaya, görüş verdirtmeye çabalıyor.
Rıfat Hisarcıklıoğlu, tüm odalarını, yan kuruluşlarını, etkili olduğu çevreleri ayaklandırıyor. TÜSİAD, somut öneriyle ortaya çıkıyor. “İstanbul Politikalar Merkezi” 100 öneriyi bir araya getiriyor.
Sonra dönüp muhalefete bakıyorum , orada ise bir ilgisizlik görüyorum.
Hasan Cemal gibi hissetmek istemiyorum. Yeni anayasa hazırlanma çalışmalarını konusundaki heyecanını kaybetmeye başladığını yazdı. Ben henüz kaybetmedim ve kaybetmek de istemiyorum.
Yeni anayasayı ülkemizin önündeki tüm engellerin aşılabileceği bir fırsat olarak görüyorum. Çözemediğimiz sorunların üstesinden gelebileceğimiz yolun temizlenmesi şeklinde değerlendiriyorum. Bu engeller, zincirler bir defa kalksın, sonrası çok daha kolaylaşacak .
Artık yeni bir Türkiye yaratma zamanıdır.
Eski kısıtlamaların, yasakların kalkması, toplumun tüm kesimlerinin birbiriyle barışarak yaşayacakları bir ortam bulma zamanıdır .
Fethullah Gülen'in etrafından oluşan “Cemaat” yıllardan beri aynı dertten müzdarip.
"...Ne olsa bizden biliniyor. Hangi taş kaldırılsa, altında bizi buldukları ileri sürülüyor. İlgimiz dahi olmayan konuların içine itiliyoruz. Bıktık artık bu durumdan..." diyorlar.
Son derece şikayetçiler.
Gerçekten de hemen her gelişme “Cemaat”e fatura ediliyor.
Askerdeki deprem ve açılan Ergenekon - Balyoz davalarının altında, “Cemaat”in sızdırdığı söylenen belgeler bulunuyor.
Polis ve yargının “Cemaat” tarafından yönlendirildiğine inanılıyor.
Kamuoyundaki bu algı giderek yaygınlaşıyor.
Bu, çok tehlikeli bir gidiştir. Bir süre sonra, gerçekten en ilgisiz olaylar giderek daha da fazla şekilde “Cemaat” ile ilişkilendirilecektir. Hemen önlenemediği, gerekli önlemler alınmadığı taktirde, ileride çok daha büyük sorunlar yaşanacaktır.
Adına “çatışma” deniyor, ancak şu sıralarda PKK ile Devlet arasında yaşananlar bir satranç oyunu, dolaylı bir müzakeredir.
Bakın anlatayım...
Geçen yılın sonbaharında, New York'daki BM görüşmelerinden dönerken, Başbakan gazetecilere PKK ile yeni bir sürece girildiğini açıklamış ve "Hem güvenlik önlemleri arttırılacak, hem de buna paralel olarak görüşmeler de sürdürülecek" demişti. PKK, iktidarın Açılımına beklenen iyi niyetli yanıtı vermemiş ve savaşı tercih etmişti. Bundan dolayı, Açılım kampanyası bitirilmiş, MİT aracılığıyla yapılan görüşmeler iptal edilmiş ve şimdilik sadece silahlar konuşacak, ilerde de koşullar imkan verirse görüşmeler düşünülecekti.
Aradan aylar geçti ve işin sadece güvenlik yanını gördük. İmralı'nın kapıları kapatıldı, Öcalan'ın dış dünya ile teması kesildi ve hem PKK, hem de KCK'ya karşı da son derece sert bir kampanya yürütüldü.
Özellikle, KCK tutuklamalarında birçok doğru ile yanlış birbirine karıştırıldı. Sert eleştiriler yapıldı. Ben de bu Köşe'de, militanlarla, şiddeti körüklemeyen düşünür ve gazetecilerin tutuklanmalarına karşı çıktım. Doğru ile yanlışlar karıştırıldı ama genel toplamda, bu ‘’strateji’’ işe yaradı..PKK’ya çok ağır darbe vuruldu..
Uzun süredir ilk defa, büyük askeri operasyonlara gerek kalmadan, örgütün Kandil'e sıkıştığı ve hareket yeteneğinin azaldığı izlenimi doğdu. Bu algılama ne oranda doğru bilemiyorum, ancak benim de paylaştığım bu görüş, PKK'nın askeri faaliyetlerinin kısıtlandığını işaret ediyor.
İşte bütün bunlar uzaktan yapılan bir pazarlık, bir müzakere...
Peki, bu stratejinin resmen masaya oturularak yapılacak görüşme ayağı ne oldu?
Türk Lirası'nın da bir simgesi var artık.
Önemli olan simgenin estetiğinden çok, paranızın ağırlığıdır.
Yok Ermeni parasına benziyormuş, yok güzel değilmiş gibi hiç anlamı olmayan tartışmaları bir yana bırakalım. Asıl önemli olan bu simgeyi nasıl kullanacağımızdır.
Hemen her paranın simgesi vardır, ancak dünya sadece güçlü paraların simgesini tanır. Şimdiye kadar, Ermeni Lirası’nın veya İran parasının simgesi olup olmadığını dahi bilmiyorduk.
Tam Fransa'daki “İnkar yasası”, Anayasa Konseyi tarafından reddedildiği sırada, Türk-Ermeni ilişkileri hakkında Washington' da 45 bin kelimelik, son derece önemli bir rapor yayınlandı.
Columbia Üniversitesi İnsan Hakları İnceleme Enstitüsü Direktörü David L. Phillips tarafından hazırlanan ve Harvard Üniversitesi' nin yayınladığı "Diplomasi Tarihi: Türk- Ermeni Protokolleri" başlıklı rapor, sahibi tarafından hem ABD Dışişleri Bakanlığı’na hem de ABD Kongresi’ne özel bir oturumda hem anlatıldı hem de tartışıldı.
Rapor, protokollerin hazırlanmasında bizzat rol almış, Türk-Amerikan-İsviçre ve Ermeni diplomatlarla yapılan özel görüşmelerle ortaya çıkarılmış. Hem protokoller "Neden başarısız oldu?" hem de "Bundan sonra ne yapılmalı? " sorularına yanıt aramış.
GÜL BAŞLATTI, ERDOĞAN ENGELLEDİ...