Paylaş
Başbakan dünkü grup toplantısında sertti.
Ben de dahil olmak üzere “Keşke yasak getirilmeseydi…Nevruz kutlamalarına yasak getirilmese, geçen iki yılki gibi çatışmasız kutlanırdı…” diyen kimi yazarlara da verdi verişitirdi.
Başkalarını bilmem ancak, konuya bu taraftan yaklaşanlar böylesine sert şekilde eleştiriyi haketmediler.
Başbakan özetle şunu söyledi: Bizim istihbaratçılarımız, Nevruz kutlamalarının KCK tutuklamalarına karşı bir gösteriye dönüştürüleceğini belirlediler. Bizler de bundan dolayı yasaklama getirdik.
Olabilir.
Ancak biz istihbaratçı değiliz ki…Bu bilgiler bize gelmiyor ki… Devletin kurumları da hiç bilgi vermedi. Sonra, Başbakan kalkıp “Kandil veya İmralı’dan davet bekleyen köşe yazarları bizi eleştiriyorlar” diyor.
Bunu kimse haketmedi.
Bu yasaklamaları tartışabiliriz.
Başbakan haklı olabilir.
Ancak gazetecilerin de -ne kadar yanlış olursa olsun- görüş verme hakları vardır. Bu görüşler yetersiz bilgiye dayandırılıyor olabilir, ancak birşeyi iyi bilmekte yarar vardır. Gazeteciler devlet memuru veya devlet siyasetine uyum sağlamak zorunda olan kişiler değildirler.
Gazeteciyi, bırakın kamuoyu değerlendirsin. Yanlış ise, cezasını kamuoyu versin.
Ayşenur Aslan’ ın Çarşamba günkü Medya Mahallesi’nde bir tartışmayı hayretle izledim. Sanki gazeteciler devletin takdirlerini iyice incelemeli ve ona göre yazı yazmalılarmış gibi bir hava çıktı.
Söz konusu değil.
Devlet gazetecileri iyice bilgilendirir ancak ondan sonra onların değerlendirmelerine karışmaz. Bizde ise tam tersidir. Mutlaka devleti tutmak zorundasınızdır.
Ben oldum olası devlet gazeteciliğini reddettim. 28 Şubat’ın “Devlet gazetecilerini” şimdi görüyorsunuz. Ne yazık ki, şimdi de bu dönemin “İktidar gazetecileri” oluşmaya başladı.
Başbakan’a tüm saygıma rağmen, ben hiçbir zaman “Devlet” veya “İktidar gazetecisi” olmadım ve olmayacağım.
BİZLER, KİMİNLE TOP OYNADIĞIMIZI BİLMİYORUZ…
Önce bir tanışalım.
UEFA (Avrupa Futbol Federasyonu Birliği ):
Kendileri her yıl Avrupa Şampiyonlar Ligi’ni ve UEFA turnuvasını düzenler. Bu organizasyonlar futbol kulüplerine büyük gelir ve prestij sağlar. Kimin hangi koşullara uyarsa bu şampiyonaya katılacağına da yine bu kurum karar verir. UEFA özerk bir kuruluştur. Ne ülkeler ne başbakanlar ne de devlet başkanları karışabilir. Kimse etkileyemez.
Michel Platini :
Bu kurumun başkanıdır ve kuralları uygulamakla sorumludur. Son derece ilkeli, özellikle de bu ilkelerde ödün vermeyen bir kişiliği vardır. Türkiye ile ilgili hiçbir kötü düşüncesi olmadığı gibi, sempatiyle bakan bir kişiliği vardır.
İLKE KARARI:
UEFA ve FİFA (Dünya Futbol Federasyonu) üç konuda “Sıfır tolerans” göstermek konusunda anlaşmışlardır.
1- Şike
2- Irkçılık
3- Fair play (Centilmence, adil müsabaka)
Bu üç konuda ne mahkeme kararı aranır ne somut delil. Eğer, bir kulübün veya yöneticilerinin şike yaptığına, ırkçı davranışta bulunduğuna dair bir ŞÜPHE yeterli görülürse; o ülkenin futbol federasyonunun hemen harekete geçip, disiplin kurulunu görevlendirmesi ve gereken cezaları vermesi şarttır.
Yapmayabilirsiniz.
“Biz bu takımımızı çok seviyoruz. Onlar düşerse ülke futbolu çok darbe yer.” diyebilirsiniz. Bu görüşlerinizde de haklı olabilirsiniz. Ancak ne var ki, UEFA’ nın size yanıtı “Özür dileriz, bundan böyle adı geçen takımlar bizim şampiyonalarımıza katılamazlar.” olur. Bu iş sadece bununla da kalmaz. Ardından devreye FİFA girer. Onlar da, o ülkenin milli futbol takımlarını Dünya Kupası ve diğer uluslararası turnuvalardan atarlar.
Söylemek istediğim çok net .
M. Ali Aydınlar, federasyon başkanıyken, UEFA ile pazarlık etti. Bütün bu gerçekleri anlattı ve esnekleştirilmiş bir orta yol bulundu. Ancak, başta FB ve BJK bu anlaşmayı beğenmediler ve Aydınlar’ı devirdiler. Eğer şimdi daha iyi bir anlaşmaya ulaşılacağı sanılıyorsa, çok hata ediliyor.
Dua edelim de UEFA eski anlaşmadan caymasın.
Diyeceğim, bizim bazı kulüp yöneticileri ve yorumcular, bu konuda “Kiminle top oynadıklarını” bilsinler ki, sonra hayal kırıklığına uğramasınlar.
Paylaş