Paylaş
Bugün heyecan içindeyim. Gözüm hiçbir şey görmüyor. Tek beklediğim, FB-GS maçının sonucu. Kalbim, GS' nin yıllar sonra FB' yi Kadıköy' de yenmesi gerektiğini söylüyor. Gerçekten de yetti artık. Yıllar var yenemiyoruz. Kadıköy' e çıkınca birşeyler oluyor ve FB kazanıyor.
GS' li olmayan, bu maçın önemini bizim kadar anlayamaz.
Bir GS' li için, FB' yi Kadıköy' de yenmek, lig şampiyonu olmakla eş değerdir. Hatta gelinilen noktada, bence daha da önemli.
Ne yazık ki maça gidemeyeceğim. Oysa çok gitmek istiyordum.
Maça gitmenin güzelliği nedir? Takımınız gol atınca havalara fırlamak, bağırmak çağırmak değil mi? Ancak sağolsun, FB' li dostlar maç düdüğünün çalmasıyla birlikte değişiveriyorlar. O kibar efendi arkadaşlarım gidiyor, birden bire canavarlaşıyorlar. Takımınız gol atıyor. Sevinemiyorsunuz. Sevinip ayağa kalktığınız anda dayak yiyorsunuz. Siz gol yiyor ve yeniliyorsanız, yine itilip kakılıyor ve küfürler yiyorsunuz. O zaman da işin tadı kalmıyor. Bunların hepsi başıma geldiğinden dolayı bilerek yazıyorum.
Bundan dolayı maça gitmemeye ve en yakın arkadaşlarımla TV' den izlemeye karar vermiştik ki, o da son anda suya düştü. Ani bir davet nedeniyle kendimi bambaşka bir yerde, yine de patronu koyu FB' li olan bir gurubun içinde bulacağımın haberi geldi. Allahtan stad dışında olacağımızdan dolayı, daha rahat bir ortamda şakalaşabileceğiz.
Anlayacağınız, bu maç da tırnaklarımızı yiyerek, uzaktan izliyerek geçecek.
VAN İÇİN, TURKCELL'İN KUMBARASI YETERİNCE DOLMADI...
TURCELL' in Milli Eğitim Bakanlığı himayesinde ve Türk Eğitim Vakfı işbirliğiyle başlattığı "Van için Türkiye Kumbarası" kampanyası hızla ilerliyor, ancak yeterince dolmuyor.
Amaç, her biri 60 bin liraya mal olan öğretmen evleri kampüsünü tamamlayabilmek. Böylece eğitim devam edebilecek ve çocuklarımız okulsuz kalmaktan kurtulacaklar.
İlk parayı (1.5 milyon TL) TURKCELL kumbaraya atmıştı. Ardından gelenlerle birlikte 8 milyonu aşkın para birikti, ancak bu kadarı yetersiz. Devlerden ses çıkmıyor. Olduk olmadık işlere para yatıran ve gösteriş olsun diye etrafta caka satanlar, henüz ellerini ceplerine atmadılar.
Hadi arkadaşlar... Sizleri de bekliyoruz.
Merak etmeyin, sizin yardımlarınızın reklamını yapmak da bizim görevimiz...
ERBAKAN’ A 28 ŞUBATIN YAPAMADIĞINI AİLESİ YAPIYOR...
Hayretler içinde izliyorum.
Yıllar boyunca muhalifleri olsun, devlet olsun Erbakan'ın prestijini zedelemek için ellerinden geleni yapmışlardı . Hele 28 Şubat onu gömmek istemişti.
Erbakan' ın adına, bunların hiçbirinin veremediği zararı, şimdi ailesi veriyor.
Kamuoyu önünde babalarının itibarını zedeliyorlar. Para için birbirinin gözünü çıkaran insanlar görüntüsü hiç hoş değil. Hele o paraların nereden geldiği nereye gittiği, mümin insanların yaptıkları yardımların birilerinin cebine girdiği izlenimi durum daha da tatsızlaşıyor.
Partinin en önemli ismi Oğuzhan Asiltürk, çıkıp "Erbakan hoca davaya ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti. Onlar da paraları iç ettiler..." derken, hocanın kızı Zeynep Erbakan da bu defa, kardeşlerinin babalarından kalan malları kaçırdıklarını iddia edip dava açtı.
Tam bir rezalet.
Efsane yerle bir oldu.
Ortaya, “İş paraya gelince ne dindarlık kalıyor ne Kuran'ın kurallarına uymak; bu partilerin de diğerlerinden farkı yok. Mümin vatandaşları kandırıp para toplayıp kendi ihtiyaçları için harcıyorlar.” şeklinde bir imaj çıkıyor.
Ne yazık ki Erbakan ailesinin yaptıkları bu imajı daha da güçlendiriyor.
Saadet Partisi lideri Kamalak istediği kadar "Bu medyanın abartısıdır. Partinin önü kesilmek isteniyor. Aile arası bir sorun olduğu için, partiyi ilgilendirmez" desin, bayrak yaptıkları bir isim yıprandıkça, kendileri de yıpranıyor. İnançlar yara alıyor.
Demek ki paranın ne rengi ne de dini varmış...
" NE YAZIK Kİ ŞEHİT OLDU ..."
Vah vah vah...Milletvekilimizin şu sözlerine ne dersiniz ?
"...Şehit olmuş bir kişi için, TRT spikeri maalesef şehit oldu diyemez. Şehitlik mertebedir. Herkes bu mertebeye ulaşmak için hayatını sürdürür..."
Sayın Ak Parti Gümüşhane Milletvekili Kemalettin Aydın, bundan dolayı TRT'yi eleştirdi ve bir daha izlemeyeceğini söyledi.
İnanılır gibi değil.
İnanılır gibi olmadığı için, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin dayanamayıp Meclis Komisyon toplantısında patlamış: "...İnsanlar ölsün mü yani? Bu sözle insanların ölmemesi gerektiği belirtiliyor. Yoksa tabii ki şehitlik bir mertebedir. Ancak önemli olan insan hayatıdır, insanların ölmemesi vurgulanmalıdır..."
Milletvekili dindarlığını ispat etmek ister gibi parlayıp: "...Ben şehit olmak isterim..." deyince, Şahin çok doğru bir tepki gösteriyor : "...O zaman bu terör devam etsin, şehit sayısı artsın, bunu mu istiyoruz? "
Benim buna ekleyecek bir şeyim yok.
Şahin gereken yanıtı vermiş.
DUBAİ’DE DONDUM, GECEYİ BATTANİYE İLE İZLEDİM (!)
Fettah Tamince davet edince reddemedim.
Daha önce de Hırvatistan’daki otelin açılışına katılmıştım. Çok keyifli iki gün geçirmiştik. Başka bir ülkede bir Türk girişimci ne yapsa beni heyecanlandırıyor ve keyifle katılıyorum.
Bu, Rixos’ un Dubai’ deki ikinci oteli oluyor. Her ikisi de o ünlü Palmiye Ağacı şeklinde, denizi doldurup ürettikleri suni bir turistik sahada. Müthiş bir şey. Anlatılacak gibi değil, görmek lazım.
Tamince’nin ilk oteli de tek kelimeyle bir harika. Adı: Ottoman Palace.
Selçuklu mimarisi bir medresenin kapısından giriyorsunuz ve karşımıza çok şık bir Osmanlı sarayı çıkıyor. Bu kadar hoş Türk mimarisi dekorasyon çok az görmüşümdür. Zaten ilkinin bu başarısı üzerine, Şeyh Maktum ikinci otel projesini de Rixos gurubuna vermiş. Hem iki günlük bir değişiklik, hem de güneşlenmek için iyi bir fırsat oldu. Bu arada meraklı dostlara hemen söyleyeyim, bütün masraflarımız otel tarafından karşılandı. Koskoca bir uçak dolusu üst düzey iş adamları , CEO’larve medya Dubai’ye indik.
MAKTUM DAVETE KATILIP HERKESİ ŞAŞIRTTI…
Eskiden Dubai benim için, Uzak Doğu’ya giderken uçak değiştirilen büyük ve ucuz mal bulunan bir hava alanıidi.
O kadar.
Bu defa ise, hayretten ağzım açık dolaştım.
New York- Hong Kong- Singapur karışımı bir yer. Lego şehir gibi; ancak son derece modern, temiz ve bakımlı. Körfez ülkeleri arasında tek petrol veya gazı olmayan, buna karşılık yatırım ve turizmiyle parlayan küçücük bir şehir mi desem, ülke mi desem, yoksa büyük bir şirket mi desem bilemiyorum. Bilinen bir şey varsa, o da çok başarılı sayılmasa dahi (zira geçen yıl iflas etti ve Abu Dabi tarafından adeta satın alındı veya kurtarıldı!) hala bir şirket gibi yönetiliyor. Arap dünyasının turistik cenneti demek daha doğru olur… Herşey var. Avrupa’nın tüm alışveriş merkezleri ve ünlü lokantalarını getirmişler, hiç vergi almadan çalışmalarını sağlamışlar.
Böyle olunca da inanılmaz bir yatırım fırtınası sürüyor.
Neyse Dubai’yi bir yana bırakalım ve Rixos Palm Jumeirha’ya bakalım…
DUBAİ’DE AZ DAHA SOĞUKTAN HASTA OLUYORDUM!
Gurubun 18. oteli, herkesin şaşkın bakışları arasında Maktum’un katılımıyla açıldı. Hiç böyle bir açılışa gelmezmiş. Dubai’ nin patronu olduğu herşeyiyle belli oluyordu. Küçük bir göbek ve gözlüklü bir patron. Hem de 1 saat kaldı.
Bizden ise gelen iki bakan (Hüseyin Çelik ve Ertuğrul Günay eşleriyle gelmişlerdi.)milletvekilleri, dev şirket sahipleri, soğuk havaya rağmen tam kadro hazırdık.
Geceyi geleceklerini bildirmelerine rağmen -aynen bizde olduğu gibi- gelmeyen bazı Dubaili davetlilerin boş bıraktıkları masaların etrafında, sırtımızda battaniyelerle titriyerek geçirdik. Belki sizlere komik gelecek, ancak resmen donduk. Dubai son 20 yılın en soğuk ayını geçiriyormuş.
Yemekte istakozlu-karidesli-yengeçli-istiridyeli-etli-ördekli-tavuklu 12ayrı yemek ikram edildi. Şampanyadan, en lüks şaraplara kadar içkisi eksik değildi, ancak bizim ekibin büyük bölümü kola veya portakal suyu içmekle yetindi (!). Davetli Ruslar başta olmak üzere, Rixos’un diğer ülkelerdeki ortakları içki açığını kapatmasını bildiler.
Geceye damgasını, müthiş bir havai fişek gösterisi vurdu. Tam 9 dakika, müzik eşliğinde benim çok nadir gördüğüm bir ışık şöleni yaşadık. Ardından da, Su Soley orkestrası ve Ferhat Göçer’in nefis bir konserini izledik.
Başkalarını bilemem, ancak benim için unutulmayacak bir geceydi.
ABDÜLSAMET’İN HEDİYESİ...
Üstteki resmi, “Çocuklar Gülsün Diye” derneğinin Aydın Germencik’te açtığı anaokuluna giden Abdülsamet Kılıçaslan çizmiş ve benim aracılığımla sizlere yollamış. Tek bir mesajı var: Biz şanslıyız. Evde oturan yaşıtlarımızı bekliyoruz...
Paylaş