12 Eylül 1980 gününü çok iyi hatırlıyorum.
“ Nihayet kardeşim, nihayet akan kanı durdurdular…” hissi hakimdi.
1977-80 dönemini hatırlayanlarımız hala ayakta.
Müthiş bir ekonomik kriz, hiçbir şeyin bulunmadığı kapkaranlık bir dönem.
Bir rejim yokuştan aşağıya doğru inmeye başladığında, onu durdurabilmek imkansız derecede güçtür. İster birkaç ay, isterse birkaç yıl sürsün, bugünkü koşullarda bir halk artık silah altında yaşayamaz.
Suriye Dostları toplantısı, Türkiye’ nin istediği sonucu veremedi.
Erdoğan, bu defa bölgedeki liderlik rolünü tam anlamıyla sırtladı ve Esad’ a karşı muhalefete büyük bir destek toplamak üzere harekete geçti.
Çok daha sert, çok daha kesin kararlar bekleniyordu.
Türkiye Futbol Federasyonu koridorlarından garip kokular geliyor.
Bu arada Başbakan’ın şike konusundaki sözleri bütün GS’lilerin tüylerini diken diken ediyor.
Henüz Demirören federasyonu bu yönde bir karar almış değil. Ancak, etrafta öyle laflar dönmeye başladı ki, sonuç şimdiden kendini gösteriyor. Demirören de Başbakan’ ın sözlerinin üstüne atladı ve “Yaşasın, Başbakan’ım ne de doğru söyledi” diye demeçler verdi. Herhalde Başbakan ile bir anlaşmaya varılmış ki, böyle konuşuluyor.
Buna göre, Futbol Federasyonu tüm Türk takımlarını Avrupa kupalarından 2-3 yıllığına çekecek. Bu şekilde, UEFA’ nın görmek dahi istemediği, FB ve BJK değil, üzerinde hiçbir kuşku olmayan GS de cezalandırılmış olacak. Trabzon da arada kaynayacak.
Kupalara katılmamaktan kaynaklanacak olan maddi zararlar da, herhalde devletin cebinden karşılanacak.
Kahraman Türkiye, Avrupa’ya meydan okumuş olacak.
Böylece GS’nin önümüzdeki yıllarda önü kesilecek, maddi ve manevi patlama yapması engellenecek.
Böyle bir haksızlık az ülkede görülür.
İKTİDAR, BDP’Yİ CİDDİYE ALMALI…
Artık yoğurdu üfleyerek yemeğe başladım.
Anlaşılan, Ankara yeni bir strateji çizdi. Kürt sorununun “Müzakere” ayağı bir süredir aksıyordu. Şimdi yeni bir başlangıç yapılmak isteniyor .
Bu defa, eskisi gibi “İmralı” ve “Kandil” ile görüşülmeyecek. Bu yaklaşım, siyasi açıdan fazla riskli görüldü. Üstelik her görüşme PKK’ nın eline bir koz veriyor. Gizlilik kuralına uymuyorlar ve işlerine gelmediğinde, konuşmaları sızdırıyorlar. Ankara’ nın güvenini kaybettiler. Eğer gerçekten çözüm istiyor idiyseler, kendileri kaybetti. Bu yöntemle damardan girilebilecek ve gerçekten bir çözüme gidilebilecekti. Demek ki, gerçek niyetleri hala savaşı sürdürmekmiş.
Şimdi, BDP üzerinden bir müzakere süreci başlatılacak.
Ancak bunun da son derece önemli bir koşulu var. Cengiz Çandar’ın Radikal’deki makalesinde dikkat çektiği gibi, Erdoğan’ın bu partiyi artık hırpalamaktan vaz geçmesi gerekiyor. Hem yerden yere vurmak hem de muhatap olarak karşına oturtmak, bizleri bir yere götürmez.
İkinci nokta da BDP’ ye zorla PKK’ yı inkar ettirmeye kalkmamalıyız. Tam aksine, bırakın kendi kanallarıyla temaslarını sürdürsünler. PKK desteği yoksa, BDP de yoktur.
Üçüncü bir nokta ise, İçişleri Bakanı Şahin’ in her defasında sertleşen konuşmalarındaki gibi yaklaşımlardan artık vazgeçilmesidir. Tutarsızlıklardan artık kurtulunması şarttır.
Başbakan bu akşam dönüyor.
Kore Zirvesi, aslında nükleer sorunların konuşulduğu bir platform idi; oysa asıl işlevi ikili görüşmelerdi. Düşünün yüzlerce lider, birbirleriyle kolayca konuşabiliyorlar ve zamandan kazanabiliyorlar. Koridorda dönüyorsunuz, 2-3 gün harcayıp temas edebileceğiniz lideri görebiliyorsunuz.
Bence Kore kadar, Türk heyetinin İran ziyareti de önemliydi.
İki gün süreyle, bu ülkeyi yöneten merkezlerle temaslar yapıldı.
İran şu sıralarda, bölgenin hem en büyük sorunu hem de yıldızı hızla yükselen ülkesi. Gözü hiçbir şey görmüyor. Ne pahasına olursa olsun, Amerika’ya kafa tutmakta kararlı. Bu kararlılığı belki hepimizin büyük zarara uğramasına neden olacak, ancak bu Tahran' ın umrunda değil.
Erdoğan için iki önemli sorun var.
Biri Suriye, diğeri ise nükleer silahlanma.
Ancak ne yaparsa yapsın, Erdoğan'ın her iki konuda da İranlıları ikna edebilmesine imkan yok.
Hepiniz aynı soruyu soruyor olmalısınız...
Hani Esad birkaç ay içinde devrilecekti de ne oldu ? Bu iş neden bu kadar uzadı?
Doğrudur, ben Başbakan'ın ağzından duymuştum. Geçen yıl “Birkaç aydan fazla dayanamaz” demişti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.
Bunun başlıca nedeni de, Suriyeli muhaliflerin küçük küçük guruplara bölünmüş olmaları. Birbirleriyle doğru dürüst bir ilettişim kuramamaları. "Küçük olsun da benim olsun" hesabıyla yola devam etmeleri.
Bu yasa hakkında laik kesimin hiçbir bilgisi yok.
Buna karşılık da giderek artan bir korkusu var. Üstelik korkusundan da emin olmamakla birlikte "Kardeşim işte gizli gündemlerini devreye soktular. Ak Parti’ den daha başka ne bekleyebilirsin ki? Baksana Başbakan dinci nesil yetiştireceğiz..." diyor.
Acaba?
Acaba, iş bu kadar basit mi?
Başbakan şike konusunda kulüplerin değil, şahısların cezalandırılması gerektiğini söyledi. UEFA Başkanı Platini Başbakan’a hak veriyor, ancak uygulamanın farklı olduğunu söylüyor. Yani Aziz Yıldırım’ı mahkum etmek UEFA’ya yetmeyecek. Onlar gene kendi kuralları neyi gerektiriyorsa onu yapacaklar.
Platini aslında çok açık konuşuyor:
Disiplin komitesinin bağımsız bir komite olduğunu, sistemin onyıllardır böyle işlediğini ve yapacak birşey olmadığını söylüyor. Kulüp başkanlarının usulsüzlüğünün cezasını hep kulüpler çekiyor diyor.
Yani anlaşılan biz ne yaparsak yapalım, ister küme düşürmeyi kaldıralım, ister puan silelim, uluslararası alanda yine onların dediği olacak.
Biz de ya onların kararlarına uyacağız ya da Türk futbolunuun uluslararası alanda mahkum olmasına göz yumacağız.
BAŞBAKAN OLASI BİR SAVAŞI ÖNLEMEYE ÇALIŞIYOR
Başbakan Erdoğan Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak için Güney Kore’ye gidiyor. Yarın da Amerikan Başkanı Obama ile görüşecek. Bence görüşmede en öne çıkacak konu, İran ile yaşanan nükleer gerilim.
Zira Başbakan Güney Kore gezisinden sonra İran’a gidecek. Kore’den çıkan sonuçları ve ABD’nin mesajlarını iletecek.