Paylaş
Siz ne düşürsünüz bilemem, ancak ben Cübbeli Ahmet Hoca’yı sevmeye başladım. Öncelerinde garip karşılıyordum. Yaptıklarına bir anlam veremiyordum. Sonraları bana da farklı görünmeye başladı.
Herşeyin başında son derece hakiki bir insan. Kendini olduğu gibi gösteriyor. Cübbesinin altına saklanıp, dini hurafelerle etrafındakileri aldatmıyor. Kendini farklı göstermeye çalışmıyor. Söylediklerini kabul etmiyorum ancak, insanları aptal yerine koymamasına hayran oluyorum.
Mahkemedeki durumuna bir baksanıza. Son derece cesur. Kadınsa, kadınlarını sevdiğini, çirkinini değil, güzelini tercih ettiğini açıkça söylüyor. İki karısı olduğunu, hele birini gündüzleri gidip ziyaret ettiğini (!) dahi saklamıyor. Sonra hakime dönüp “Şimdi bu laflar duyulursa eyvahlar olsun halime” diyebiliyor.
İlk olarak jet ski yaparken görüntülenip hepimizi şaşırtmıştı. Cübbeli adamlar jetski yaparlar mıydı? Ama o yaptı. Sonra konuşmalarıyla farklılığını ortaya koydu. Çoğu zaman benim paylaşmadığım özellikle kadınlarla ilgili çağdışı görüşleri olmasına rağmen bunları başka din adamları gibi saklamadı.
Sakalını kessin, cübbesini çıkartsın, reytingi en yüksek showman olur.
DEMRE-KEKOVA’DA DALIŞIN TEK ADRESİ VAR…
Geçen haftasonu mevsimi açtık.
Cemre ile birlikte, geleneksel gurubumuza katılıp, Göçek’ten başladık, Kaş-Kalkan ve Demre’ye kadar gittik. En son 2008 yılında, hem dalarak hem de dolaşarak bölgenin turunu yapmıştık. Aradaki farkı merak ediyordum.
Kaş-Kalkan daha büyümüş, daha güzelleşmiş. Tabii bazı kesimlerdeki betonlaşma, çarpık yapılaşma, insanın hem göz zevkini hem de o canım tabiatı bozuyor. Hele binaların tepesindeki sıcak su depoları, çanak antenler, sokaklarda birbirinden çirkin tabelalar, bu iki kenti mahvediyor.
Artık şikayet etmekten bıktığım için, fazla bir şey yazmak istemiyorum. Belediye başkanları, yaptıkları onca güzel işin yanında, böylesine basit çirkinliklere engel olamadıkça, hem kendilerine hem de kentlerine yazık ediyorlar.
Kaleköy tahminlerimin ötesinde kendini koruyabilmiş. Çok kötü bir manzarayla karşılaşacağımı sanıyordum.Yerli halkın şikayeti hep aynı. Sit alanı olduğu için çivi çakılmıyor. Bürokrasi hiçbir çözüm de getirmiyor. Daha da güzelleşecekken Kaleköy olduğu gibi duruyor.
Kekova’daki su altı şehrinin sokaklarını yine gözledikten sonra, Demre’ye geldik.
Demre beni şaşırttı. Eski salaşlığı gitmiş, derli toplu bir yer olmuş. Nefis bir oteli (Hotel Derin) var. Bu güzelim bölgenin nabzının attığı nokta konumuna girmiş.
Dalma merakımızı bu defa Serhat Çaker giderdi. Zaten bölgenin tek dalma adresi de (www.hotelderin.com) onlara ait.
Kekova’nın bazı bölümlerine dalınmıyor. Yasağın neye yaradığını anlamak zor. Aslında dalınsa da bir şey değişmeyecek, zira denizin altındaki tarihi eserler çoktan toparlanıp götürülmüş, birşeyler kalmamış. Yasaklama sonradan gelmiş. Şimdi de kimse yeni bir düzenleme yapamıyor.
Bu bölgeyi özellikle tavsiye ederim. Eğer hala gitmedinizse mutlaka, ama mutlaka ziyaret edin. Tabiatı ve denizi bu kadar güzel çok az yer vardır.
AZİZ NİKOLAOS HAYATA DÖNÜYOR...
Demre’deki diğer büyük değişim haberini Vera Bulgurlu’dan aldım. Anadolu’daki eşsiz Bizans eserlerinden olan Aziz Nikolaos Kilisesi yeniden hayata dönüyor. Kiliseye adını veren Aziz Nikolaos, Hıristiyan dünyasının en sevilen azizlerinden biri. Hal böyle olunca da kilise ziyaretçi akınına uğruyor. Sadece 2011’de çoğunluğu Ruslardan oluşan 565 bin kişi kiliseyi ziyaret etmiş. Prof. Dr. S. Yıldız Ötüken’in başını çektiği Kültür Bakanlığı, Antalya Müzesi, Hacettepe, Gazi Üniversitesi ve KABA Mimarlık’ın yardımıyla Aziz Nikolaos yeniden eski şaşalı günlerine döndürülüyor. Restorasyon çalışmalarının sonunda Antalya yepyeni bir müzeye daha kavuşacak.
ADLİ TIP, SAYGUN 'U YA KURTARACAK VEYA...
Emekli Orgeneral Ergin Saygun'un durumunu artık herkes biliyor.
Özellikle de Adli Tıp.
Akciğerlerinin fonksiyonu giderek azalıyor. Kalbi alarm işaretleri veriyor. Nefes nefese, ayakta zor durabiliyor. Bastonla dahi yürümekte güçlük çekiyor. Sürekli kontrol altında tutulması gerekiyor. Günde 3 defa şekerinin ölçülmesi ve insülin ayarlaması yapılması şart. Yattığı yerde, doppler, tomografi, echo gibi aletlerin bulunması şart. Oysa Silivri revirinde ne bu aletler var ne de tetkikleri yapacak eleman. 6 defa karga kulumba Silivri hastanesine taşınmak zorunda kaldı. Ambülansla götürülemiyor. Sevk kağıdında "Dikkat Terör Örgütü mensubudur. Kaçabilir, kaçırılabilir" yazıyor. Bundan dolayı, cezaevi aracı ve silahlı 4 asker arasında götürülüyor.
3 ay süresinde 2 ay Cezaevinde, 1 ay gide gele hastanede kaldı.
Adli Tıp rapor yazdı ve "Kontrolleri yapılabilirse cezaevinde kalabilir" dedi.
Cezaevi yanıt verdi ve "Bunları bizim yapabilmemiz imkansız" dedi.
Mahkeme uzun uğraşlardan sonra, şimdi durumu yeniden Adli Tıp'a sordu. Kararı onlar verecek. Ergin Saygun ya cezaevinde yatacak veya GATA'ya nakledilecek.
Başka bir deyişle Adli Tıp, vereceği raporla Saygun'un ya hayatını kurtaracak veya hayatını kısaltacak. Tabii bazıları da tüm sorumluluğu yüklenecek.
DİNÇ BİLGİN HER DEMECİNDE BİRAZ DAHA UNUTKANLAŞIYOR.
Sabah Gazetesi’nin eski sahibi Dinç Bilgin'in en son Aksiyon Dergisi’ndeki söyleşisini şaşkınlıkla okudum. 28 Şubat dönemiyle ilgili özeleştiri yapan nadir kişilerden biri olduğu için saygı duyduğum bir patrondu. Ancak son yıllarda, hemen her söyleşisinde giderek farklı açıklamalar yapar oldu.
Dinç Bilgin, davet edildiği bir yemekte, Çevik Bir ile nasıl tartıştığını anlatırken, İdris Gürsoy araya giriyor :
"Genelkurmay'da kavga ediyorsunuz ama kendi meslekdaşlarınız olan Cengiz Çandar ve M.Ali Birand'ı andıçladınız..."
Yanıt bir harika...
"Doğrusunu anlatayım. Birand televizyon programı yapıyor, Sabah'a da arada sırada yazıyordu. Bizim kadrolu elemanımız değildi..."
Hoppalaaa...
Demek ki ben iki yıl süreyle Sabah'ta kaçak çalışmışım (!)
Orada odam yokmuş... Sekreterim yokmuş... Bordroda da benim yerime bir başka M.Ali yazılmış (!)... Ve beni kimse kovmamış, ben kendi kendime ayrılmışım (!)
Dinç Bilgin'in neden böyle bir açıklama yapmak ihtiyacı duyduğunu anlayabilmiş değilim. Bunun artık utanılacak veya saklanacak bir yanı kalmadı ki... Erkekçe "Askerden korktum ve kovdum" dersin, olur biter.
MURAT SUNGAR’IN 28 ŞUBAT MÜZİK CD’Sİ PİYASADA…
Emekli Büyükelçi Murat Sungar’ın bestelediği 28 Şubat Belgeseli’nin müzikleri piyasaya çıktı. Belgeselin en ilginç yönlerinden birinin müziği olduğu ve bestelerin ne kadar beğeni kazandığı yazılıp çizildi. Sonunda da Sungar’ın sadece belgesel için yaptığı çalışmalar değil, kendi bestesi olan; “Pop senfoni”, “Benim Ayşem”, “Saba’nın ezgisi”,”Uyanış” ve “Siyah gözler” de aynı CD’ nin içinde. Doğan Music Company (dmc@dmc.com.tr)tarafından piyasaya çıkarılan Murat Sungar’ın CD’sini D&R başta olmak üzere, müzik marketlerde bulabilirsiniz.
Paylaş