Gülen ne yargıya, ne askere, ne de AKP’ye güveniyor…

Geçen haftaki Erdogan-Gülen mesajlaşması, Türkiye’nin geldiği noktanın ilginç bir resmini çizdi. Fethullah Gülen Hocaefendi, konuşmasıyla kamuoyundaki bir çok algıyı değiştirdi. 2014 sonrası hakkında da soru işareterini arttırdı.

Haberin Devamı

Fethullan Gülen Hocaefendi’nin son konuşması hakkında herkes bir görüş açıkladı.  Yazılar yazıldı, yorumlar yapıldı. Ben de yazı günümü beklediğim için, bugüne kadar diğer yazarların saygıdeğer yorumlarını okumakla yetindim.

 

Ben olayı farklı bir açıdan ele alacağım.

 

1.    Gülen’in Türkiye’den ayrılıp ABD’ye gitmesinin temelinde iki neden yatıyordu.  Bunlardan biri, askerin bir fırsatını bulup tutuklatması; yargı tarafından da, bir daha kafasını kaldıramayacak ağırlıkta bir cezaya çarptırılma olasılığı idi.  Gülen, hayatı boyunca hep bu tehdit altında yaşadı ve bir daha aynı duruma düşmek istemiyordu.

Haberin Devamı

 

2.    Sağlığı giderek bozuluyordu ve etrafının da baskısı sonucu,  tedavisini de yaptırmak üzere 1999 yılında  ABD’ye gitti.

 

Şimdi gelelim “Cemaat”  ile AK Parti ilişkilerine.

 

2003 yılında  “Cemaat”in de tam desteği ile Ak Parti iktidar oldu.

 

“Cemaat”in  özel desteği ile 10 yıllık bir mücadele sonundaasker gücünü yitirdi, bildiğimiz davalar açıldı. Bunun için de özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler kuruldu. Yargının genel yapısı büyük ölçüde ayardan geçirildi.

 

Bu sürece “Cemaat” medyasıyla büyük katkıda bulundu.

 

Bu yıllara geldiğimizde artık Ak Parti kendinden emindi. Başbakan, özellikle son seçimlerden itibaren ülkeyi kontrol altına aldığını, derin devletin yok edildiğini,çete ve “Kuvvacı” oluşumların köklerinin kurutulduğunu söylemeye başladı. Hocaefendi’ye mesajlar yolladı ve gelmesini telkin etti.

Cumhurbaşkanı dahi bizzat arayıp geri dönebileceğini belirtti.  Türkiye, artık güvenli bir ülkeydi.

Haberin Devamı

 

Korkulacak birşey kalmamıştı.  Bundan böyle ne darbe olur, ne de yargı tekrar eskisi gibi “laik sistemin” koruyuculuğuna soyunabilirdi.

 

Ancak “Cemaat” bu konularda ikna edilemiyordu.

 
GÜLEN-ERDOĞAN GÖRÜŞ AYRILIĞI ÖZEL YETKİLERLE BAŞLADI

 

“Cemaat”in  huzursuzluğu, “Özel yetkililer”in uzun süredir kamuoyunda rahatsızlık yaratması, uzun tutukluluk süreleri konusundaki eleştirilerin yoğunlaşması ve aynı rahatsızlığın iktidar partisi içinde de hissedilmesinden kaynaklanıyordu.

 

İşte bu süreçte bir yol kazası yaşandı.Özel yetkili savcıların iktidarın Kürt politikasında çok yumuşak davranması, hatta PKK ile görüşmelere oturmasını bir suç gibi görmesi ve MİT müşteşarını sorguya çekmek istemesi bardağı taşıran damla oldu. Bu olay kamuoyunda, “Cemaat” ile iktidar arasında Kürt sorununda yaklaşım farkı olarak algılandı

Haberin Devamı

 

Bütün bunlar bir araya gelince Erdoğan patladı.

 

Uzun süredir biriken karşılıklı eleştiriler birden gündeme taşındı. Özel yetkili savcılar  ve mahkemelerin yetkileri ile ilgili tartışmalar yoğunlaştı. Daha da önemlisi, özel yetkilerin kullanılma şekli, özellikle uzun tutukluluk süreleri, konusunda Erdoğan rahatsızlığını çok açıkça söyler oldu.

 

Buna mutlaka bir ayar getirmek gerekirdi.

 

İşte “Cemaat”  il Ak Parti  arasındaki görüş ayrılığı böyle yoğunlaştı.

 

Başbakan’ın artık kendine güveni artmıştı. Kimseden akıl veya teklif almaktan hoşlanmıyordu. “Savcı gelip bari beni tutuklasın” diyerek yaklaşımını ortaya koydu.

 

“Cemaat” ise, özel yetkilerin iptal edilmesine kesinlikle karşıydı. Bu durumda davalardan sonuç alınamayacağını, serbest bırakılacak olan darbecilerin yeniden güçleneceklerini belirtip kendi medyasında kampanya açtı.  “Cemaat”  ile iktidar ilk defa açık bir anlaşmazlığa düşmüştü.  Başlarda üstü kapatılmaya çalışılsa dahi, görüş ayrılığı çok derindi.

Haberin Devamı

 

Başbakan’ın, Fethullah Gülen’e “Hadi artık geri dön. Türkiye güvenilir bir ülkedir”  çağrısı işte bu döneme rastladı. Yanıt ise, çok kişide hayal kırıklığı yarattı.

“HAYIR, TÜRKİYE HENÜZ GÜVENLİ BİR ÜLKE DEĞİL...

 

Gülen-Erdoğon  veya “Cemaat”-Ak Parti anlaşmazlığının perde arkası budur.

 

Fethullah Gülen’in yanıtını ben şu şekilde okudum:

 

-       Türkiye henüz benim için güvenli bir ülke konumunda değildir.

-       Derin devlet tümüyle yok edilmemiştir. Özel yetkilerin kaldırılmasıyla birlikte davalar çökecek ve çeteler yeniden dirilebilecektir. Hatta darbe dahi olabilecektir.

-       Yargı tümüyle henüz kontrol altına alınmamıştır.

-       Geldiğim takdirde şimdilik sipere yatmış olan güçler harekete geçip, şimdiye kadar kazanılmış olan hakları geri alabilirler.

TÜRKİYE’NİN KARIŞMASINDAN ÇEKİNİYOR...

Haberin Devamı

 

Fethullah Gülen’in yukarıda saydığım kuşkularının yanısıra başka kaygıları da var.

 

Gülen, ülkeye döndüğü taktirde milyonlar tarafından karşılanacağının ve nerede oturursa otursun muazzam bir ilgi odağı olacağının farkında. Bundan dolayı da rahatsız.

 

Böyle bir ilginin, hem laik kesimi hem de Ak Parti’yi huzursuz edeceğine ve tepkiler yaratacağına inanıyor.

 

Ayrıca 2014’deki köşk seçimi ve seçimden sonra kurulacak yeni liderlik yapısını da mutlaka görmek istiyor.

 

Erdoğan, acaba Başkanlık sistemini getirebilecek mi?

 

Gül, acaba böyle bir başbakanlığı kabul edecek mi?

 

Bu olasılıklarda Ak Parti ayakta kalabilecek mi?

 

Eminim bu sorular O’nun da kafasındadır.

GÜLEN Mİ AŞIRI KUŞKUCU, YOKSA BEN Mİ GERÇEĞİ TAM GÖREMİYORUM...

 

Gülen herhalde kendine özgü başka gerekçeleri de ekleyerek “Henüz dönmeye hazır değilim.  Şimdi dönüp eski kazanımların kaybedilmesine neden olamam” diyor. Bu arada, Başbakan’ın daveti üzerine geri dönen bir lider konumuna düşmek istememiş de olabilir...

 

Bu tartışma ve davetleşme, Türkiye içindeki dengelerin,  toplumun önemli bir kesimi tarafından nasıl göründüğünü de ortaya çıkardı.

 

Ben de şimdiye kadar “Sivil iktidarlar yerleşti, darbeler dönemi kapandı” diyenler arasındaydım.  Hala da aynı fikirdeyim.  Acaba bu konuyu ikinci defa mı düşünmeliyiz, yoksa Fethullah Gülen aşırı kuşkucu olarak mı gelişmeleri yorumluyor?

 

Kesin yanıtın bir bölümünü bulmak için  herhalde 2014’ü  bekleyeceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları