Mehmet Ali Birand

Erdoğan: Boyun eğmem, ancak ülkeyi de germem

6 Mayıs 2008
Başbakan Erdoğan’ın Cumartesi akşamı yedi gazeteciyle yediği yemek, Türkiye’nin önümüzdeki 6-7 ayına ışık tutacak nitelikte olduğu için, haftayı bu mesajlarla açmak istedim.

TESEV Başkanı Can Paker’in Otağtepe’deki evinde verilen akşam yemeğini Başbakan istemiş, hatta davetlilerin isimlerini dahi kendisi vermiş.

Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Mustafa Karaalioğlu, Ergun Babahan ve Mehmet Barlas’ın eşleriyle katıldıkları yemekte konuşulanlar, Türkiye’nin önümüzdeki 6-7 ayının yol haritasını çizdiğinden dolayı çok önemli. Belki dünkü gazeteler ve TV’lerde  bazı bölümlerini islemiş olabilirsiniz, ancak izleyemeyenler için bugün bir özetini yapmak istedim.

Önce genel izlenim...

Başbakan son derece rahat, kararlı  ve  yol haritasını çizmiş bir havada. Kafa karışıklığı yok.

En önemli mesajlarını şöyle özetleyebilirim:

1. ÜLKEYİ GERMEYECEĞİM:

 Başbakan’ın en önem verdiği nokta, gerilimin artmaması.

Baykal’ın tahriklerine katılmayacağını, çok gerekmediği taktirde tepki vermeyeceğini özellikle vurguluyor.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan, gaddar devletle özdeşleşti

3 Mayıs 2008
Bazı gözlemciler, 1 Mayıs olaylarını engelleyebilecekken, Başbakan polisin gazına geldi ve Taksim’i açtırmadı. Devletin ceberut yaklaşımıyla, yerde yatan kıza tekme atan, genç çocuğu ezen gaddar yaklaşımlı polisle özdeşleşti.

Başta  Ruşen Çakır olmak üzere, Erdoğan’a bir oranda sempatiyle bakan gözlemcilerin önemli bir bölümü Başbakan’ın 1 Mayıs olaylarının aldığı şekle dikkat çekip son derece önemli bir fırsatı kaçırdığını yazdılar.

 

Doğru  bir saptama. Ben de katılıyorum.

 

Bugünkü manzaraya bakarsak,  tüm faturalar ister istemez Başbakana kesiliyor.  Oysa Başbakan gönderilen raporlara, yapılan ihbarlara ve polisin değerlendirmelerine dayanarak kararlarını alır.  Ne Vali, ne Emniyet müdürü, varsa yoksa  baş sorumluluk daima tepedeki insana aittir.

 

Ne denmişti?

 

Yazının Devamını Oku

Değdi mi, bunca gerilime...

2 Mayıs 2008
Dün İstanbul yasaklar kenti gibiydi. Bu yetmiyormuş gibi, polis öylesine sert müdahele etti ki, savaş alanına döndü. Bravo, Devlet gücünü göstermiş oldu. Ne gerek vardı? Meydanı açmış olsalardı, bundan daha fazla gerilim yaratılamazdı. PKK’nın gösteriyi basacağı haberleri de boş çıktı. Özetle, kötü yönetilen gereksiz bir gün yaşadık.

Lütfen bana söyleyin.

 

Değdi mi?

 

Sendikalara, Taksim’de tören yaptırtmamak inadına değdi mi?

 

Acaba, Taksim’e birkaç bin sendika üyesinin girip, Atatürk  anıtına çiçek bırakmalarına ve yine sessizce ayrılıp gitmelerine izin verilse ne olurdu?

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye kendini imhaya götürüyor (2)

1 Mayıs 2008
Laik kesim nasıl AKP cephesini anlayamıyor veya anlamak istemiyorsa, AKP’ de tehlikeli gidişin hala farkında değil. Onlar da “ inceldiği yerden kopsun” havası içindeler. Bir bölümü daha da ileri gidiyor ve “ bunları en zayıf anında yakaladık, sonuna kadar gidelim” diyor. Ateşle oynadıklarının farkında değiller. Laik kesim baskısını azaltmaz, AKP’de gerilimi indirmek için birkaç adım atmazsa, sonumuz çok kötü...

Gidişten o kadar rahatsızım ki, bazılarınıza belki de abartılı biçimde karamsar görünüyor olabilirim. Oysa emin olun, karamsarlık yapmıyorum. Ciddi biçimde sonumuzdan korkuyorum. Türkiye’nin ilk defa bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna inanıyorum. Eğer Anayasa mahkemesi DTP ve AKP hakkında kapatılma kararı verirse, bu kararı izleyen dönemde Türkiye’nin inanılmaz bir iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği olasılığının giderek arttığını görüyorum.

 

Bazılarımız son derece iyimser.

 

Canım bu işleri fazla da abartmayın. AKP ve DTP kapanır, hemen ardından başka isimler altında başka partiler kurulur ve yollarına devam ederler” diyorlar.

           

O zaman bunları neden kapatıyoruz?

           

Yazının Devamını Oku

FB’yi, büyüklük kompleksi mağlup etti

29 Nisan 2008
Allah kimseleri şaşırtmasın. Ne zaman ki, “en büyük benim,benden büyük yok” demeye başlarlar, o zaman kendi sonlarını da beraberinde getirirler.Pazar günkü derbi bunun tipik bir örneğini verdi. FB bütün sezon boyunca daha iyiydi. Güzel ve gösterişli futbol oynuyordu, ancak sonuna doğru tepeden başlayıp en genç futbolcularından Volkan’a kadar, öyle bir havaya girdiler ki, sahaya çıkarken şampiyonlukları tehlikede olduğu belliydi.

Bütün FB’li dostlarım kendilerini hazırlamışlardı.

           

Formalarını giymişler ve Pazar derbisinde GS’ı yendikten sonra sokaklara dökülecekler veya GS’lı arkadaşlarıyla alay etmek üzere, önceden yazdıkları SMS mesajlarını yollayacaklardı.

           

Öylesine emindiler, öylesine şampiyonluğu çantada keklik görüyorlardı ki, durdurulmasına imkan olmayan bir sürecin tadını çıkaracaklardı.

           

Küçümseme hissi çok tehlikelidir.

           

Yazının Devamını Oku

Şampiyonluk şart değil GS yensin, yeter…

26 Nisan 2008
Ne CHP kurultayı, ne AKP’nin savunma toplantıları umurumda. Benim gibi milyonların beklentisi yarınki GS-FB derbisi. İster FB’li olun, ister GS’lı, herkes kendi takımının galip gelmesini arzuluyor. Ancak GS’lıların bir başka hesabı var. Yarınki maç herşeyden önemli. Kadıköy’deki mağlubiyetlerin hesabının görülmesi herşeyden önemlidir.

Bu haftasonu çok önemli.

 

Şimdi aklınıza hemen CHP kurultayı gelmiş olabilir.

 

Hayır, hiç umurumda değil. Zaten sonucu şimdiden biliniyor. Deniz Baykal  yine seçilecek. Büyük olasılıkla, başka kimse aday dahi olamayacak ve her şey şimdiye kadar olduğu gibi sürüp gidecek.

 

Belki de aklınıza, AKP’nin  kapanma davası ile ilgili olarak başlattığı savunma toplantıları gelmiştir.

 

Yazının Devamını Oku

23 Nisan, neşe dolmadı insan...

25 Nisan 2008
Hepimiz garip bir oyun oynuyoruz. Mış gibi yapıyoruz. Sanki bayram’mış gibi davranıyoruz, oysa birbirimizin gözünü oymaya hazırız. Yapmacık sözler, yapmacık tavırlar. Eleştiriler dahi yapmacık. TBMM’deki resepsiyonda Fellini’nin filmlerini andıran sahnelere tanıklık ettim.

Çocukluğumdan beri hep kulağımda aynı dize vardır: “ 23 Nisan, neşe doluyor insan...” Pek fazla inanmasak dahi, yine de  şarkıyı benimseyerek söylerdik.

 

Çarşamba günü Ankara’daydım.

 

Önce başkent’in nabzını tuttum ardından TBMM Başkanı Toptan’ın resepsiyonuna katıldım.

 

Neşenin zerresi yoktu.

 

Yazının Devamını Oku

1 Mayıs inadı hepimizi pişman edecek...

24 Nisan 2008
Başbakan bazen öyle sözler söylüyor ki, insanları yatıştırmak yerine adeta kışkırtıyor. Son açıklaması tüy dikti. Sendikalar ayaklandı. Şimdi ayıkla pirincin taşını. Eğer birileri araya girmezse, haftaya İstanbul’da kan gövdeyi götürecek. Ne gerek var? Kim neyi ispat edecek? Güç gösterisi kime ne kazandıracak?

1 Mayıs konusunda, sendikalar ile Devlet arasında yıllardır süren bir inatlaşma yaşanıyor. Sendikalar (özellikle DİSK) İşçi bayramını Taksim’de kutlamak için diretiyorlar. Geçmişin izleri bu inadın temelinde yatıyor. Devlette inatla, Taksim’deki gösteri yasağını sürdürüyor.

 

Benim kalbim sendikalardan, çalışanlardan yana. Onların inadını daha iyi anlıyorum ve benimsiyorum. Devletin fazla nobran, tepeden bakan yaklaşımını sevmiyorum. Yani önyargılıyım...

 

Aslında bu sorun çok kolay çözülebilir. Güçlü olan taraf, yani Devlet,  bazı koşul ve kurallara bağlayıp sendikaları kucaklayabilirdi. Ancak Başbakan, Salı günkü gurup toplantısında bu fırsatı kaçırdı.

 

Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” cümlesi, gerçekten  talihsizdi. Deneyimli, sağduyulu bir liderin yapmaması gereken bir  gaftı.

 

Yazının Devamını Oku