Paylaş
Lütfen bana söyleyin.
Değdi mi?
Sendikalara, Taksim’de tören yaptırtmamak inadına değdi mi?
Acaba, Taksim’e birkaç bin sendika üyesinin girip, Atatürkanıtına çiçek bırakmalarına ve yine sessizce ayrılıp gitmelerine izin verilse ne olurdu?
Devlet ne kaybederdi?
Efendim ihbar alınmış (!)
PKK’lı gruplar bomba atacaklarmış. Büyük bir provokasyonda bulunacaklarmış.(!)
Hani neredeler?
İsteseler bugün de saldırıda bulunabilirler ve Devlete karşı daha da büyük bir provokasyon girişiminde bulunabilirlerdi.
Demek ki, abartılı bir ihbarmış...
Üstelik, polisin görevi onları engellemektir. Yoksa, Taksim meydanını yasaklayıp, oradan geçen herkesi coplamak değil.
Bu olay tipik bir Devlet otoritesini gösterme, Devletin gücünü ispatlama çabasıdır.
“Bizim yasak dediğimiz yerde, siz kim oluyorsunuz da gösteri yapmak istiyorsunuz” kafasıdır.
Bir türlü “ Devlet otoritesini göstermek” için gereksiz güç kullanma alışkanlığından kurtulamıyoruz.
Daha önce de değinmiştim.
DİSK, kısıtlı bir törenle Taksim’e girmeye hazırdı. Ancak, Devletin tepeden bakan, kibirli yetkilileri bir defa HAYIR dediler mi, bir daha geri dönmezler.
İstanbul’da yaşanan manzara Türk toplumunda gereksiz bir gerilim yaratmanın ötesine geçmemiştir.
Devlet’in gücü değil, inatçılığı ispatlanmıştır.
Gelin, daha şimdiden gelecek yılın 1 Mayıs’ını düşünelim ve yine aynı kavgalarla karşılaşmamak için yapılması gerekenleri tartışmaya başlayalım. Son dakikaya bırakmayalım. “Çanım, daha koca bir yıl var önümüzde. Kim öle kim kala. Zamanı gelince bakarız” demeyelim.
Bu yıl yaşananlar bize ders olsun.
* * *
301 MARATONU NİHAYET SONA ERDİ
301’in değiştirilmesi konusunda kaç yazı yazdığımı dahi unuttum.
Yaklaşık 2.5 yıldan beri, bu ülkenin 301 inci madde uygulamasından dolayı ne kadar gerildiğini hepimiz birlikte gördük. Birlikte yaşadık.
Aslında aynı tipte maddeler başka Avrupa ülkelerinde de vardı. Ancak Avrupa’da bu maddenin uygulaması bambaşkaydı.Aramızda önemli bir anlayış uçurumu vardı. Bu uçurum, bizim bazı savcı ve yargıçlarımızın bu maddeyi yorumlamaları ile onların savcı ve yargıçlarının yorumları arasındaki farktan kaynaklanıyordu.
Bizdeki alışkanlık, eleştiri ile hakaretin sınırlarının gerektiği gibi çizilememesi ve her eleştiriye hakaret damgası vurulmasıydı. Öyle davalar açıldı, öyle kararlar verildi ki, bırakın ülke içindeki gerginlikleri, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini de zedeledi.
İşin ilginç yanı, 301’den herkesin farklı bir şey anlamasından da kaynaklanıyor.
Bazılarımız için 301, Kürtçülere karşı Türkiye Cumhuriyeti Devletini koruyan bir maddedir. Kürtçülük yapanların Devlete hakaret etmelerini engellemek için konulmuştur. Aynı çevreler için, 301’in kalkmasını arzulayanların hedefleri, Türkiye’nin parçalanması, aşağılanmasıdır. Oysa 301 karşıtlarının amacı, sadece ve sadece eleştiri ile hakaretin sınırlarının iyi çizilmesidir. Tamamen demokratik bir ülke yaratmaktır.
Anlaşılan bu konuda görüş birliğine varabilmemiz imkansız.
Şimdi madde değişti.
Sorun çözüldü mü, diye sorarsanız yanıtım “Durun bakalım, uygulamayı görelim”olur. Zira sorun maddeyi kağıt üzerinde değiştirmekle bitmiyor. Kafaları değiştirebilecek miyiz ? Asıl sorun buradan kaynaklanıyor. İstediğimiz kadar 301’lerimiz olsun, yargı mantığımız ve yorumumuz sağlıklıysa ne gerginlik ne de eleştiriyle karşı karşıya kalırız.
301’in değişmesi heyecan yaratmadı.
Bunun nedeni de, yapılması gerektiğinden çok geç harekete geçilmesi. 2.5 yıl boyunca uğraştırılması, insana bıkkınlık verdikten sonra gereken adamın atılması.
Şimdi merakla bekleyeceğim.
Acaba savcı ve yargıçlarımız bu yeni değişimi nasıl yorumlayacaklar.
Adalet Bakanları nasıl hareket edecekler.
Kimin yargılanmasına izin verecekler, kimin davasını reddecekler.
Anlayacağınız, yepyeni bir süreç başladı.
Paylaş