Çok merak ediyorum, acaba tarihçiler bizim kuşak için neler yazacaklar. Zira ülkemiz, laik-demokratik ilkeler üzerine kurulan Cumhuriyet 85 inci yılına girerken son derece önemli bir yol kavşağına yaklaşıyor.
Anayasa Mahkemesinin vereceği Türban ve AKP kapatma kararları Türkiye’yi değiştirecektir. Bundan böyle hiçbir şey aynı olmayacak.
Kavramlar değişecek.
Ülkenin genel yönetimine yaklaşımlar farklılaşacak.
Salı akşamı Çankaya’da, İngiltere Kraliçesi Elizabeth ve eşi Prens Philip onuruna verilen yemeğe ben de davetliydim. Kraliçe’nin 1971 gelişinde verilen davete de yine gazeteci olarak katılmıştım. Nedense o gün, Kraliçe beni bu defaki kadar etkilememişti. Belki arada geçen 37 yılın getirdiği bilinçlenme veya bunca zamandır medya aracılığı ile sık sık izlemekten, artık hepimizin bir aile ferdiymiş gibi görür olduğumuz Kraliçeyi ile tekrar karşılaşmanın merakı olsa gerek, heyecanlandım.
Karşımda bir tarih duruyordu.
Şimdiye kadar binlerce ünlüyle karşılaştım. Erkekli kadınlı lider olsun veya büyük şöhret olsun niceleriyle el sıkıştım, konuştum. Ancak bu defaki farklıydı. Karşımdaki küçücük kadın, bembeyaz saçlarıyla bir imparatorluğu temsil etmesi bir yana, başından geçenleri düşündüğünüz zaman diğerlerinden çok farklıydı.
82 yaşına rağmen son derece dinç bir görünüşü vardı. Güzel yaşlandığı besbelliydi.
Israrla yazıyorum ve yazmakta da devam edeceğim.
Amacım sizleri duyarlaştırmak, korkutmak ve harekete geçmenizi sağlamak. Zira hepimiz hala koyunların sessizliğiyle, gelişmeleri sadece seyrediyoruz. Can Paker’in evindeki yemeği, işte sırf bu nedenle yazmıştım. Nasıl tehlikeli bir yere doğru gittiğimizi anlatabilmek, Başbakan’ın neler düşündüğünü kamuoyuna aktarabilmek için yazmıştım. Başbakan’ın o yemekte çizdiği manzara beni çok etkilemişti. Çok açık ve net bir yol haritasıydı ve durumun vahametini çok azımız biliyordu. Otağtepe Kriterleri adını koyduğum o konuşma beni daha da panikletti.
Hiç abartmıyorum.
Türkiye, büyük bir iç hesaplaşmaya gidiyor.
Türkiye bir yol ayrımında.
Bugüne kadar uygulanan laik sistem anlayışının devam edip etmeyeceği, önümüzdeki dönem belli olacak.
Anayasa Mahkemesinin , AKP kapatma davasıyla ilgili vereceği karar bu ülkede yeni bir süreci başlatacak.
İşte bu karara doğru gidilirken, Avrupa Birliği’nin bu ülkenin en etkin muhalefet kurumu olduğu, açıkça görülüyor. Ne CHP ne de MHP, Avrupa Birliği kadar etkin bir muhalefet yapamıyorlar. Bağırıp çağırıyor, sertlik ve gerginlik var, ancak etkileri az.
Hem hayatımdan çok memnunum, hem de kafamın gerisinde bir ses “ya işler ters giderse” diyor ve asabımı bozuyor.
Bugün GS, normal koşullarda Şampiyonluğunu ilan edecek ve nihayet Ali Sami Yen’de şeref turu atacak. Saat 20:45 ile 21:00 arasında milyonlarca Galatasaraylı, büyük bir keyifle bu manzarayı seyredecek.
Artık söylenecek bir laf kalmayacak. Zira başarı herşeyden önemli. Başarı kazandınız mı, yol boyunca yaşadığınız talihsizlikler, hatta hatalarınız dahi unutulur.
Şampiyon olan kupayı kaldırır.
Avrupa Birliği merkezi Brüksel’de ve genellikle 27 başkentte, AKP’nin kapatılma davası giderek daha yoğun şekilde tartışılıyor. Şu andaki manzaraya bakılacak olursa, Türkiye’yi izleyen çevrelerin kafalarının karışık olduğunu söyleyebiliriz. Daha doğrusu, bu davayı bizler gibi görmüyorlar. Olaya farklı bakıyorlar.
Ali Yurttagül’ün, Kriter’in bu sayısındaki Avrupa Parlamentosu’nun havasını yansıtan yazısını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Son derece güzel bir analiz. Yurttagül’un de altını çizdiği gibi, Avrupa Birliği, AKP davasını demokrasi mücadelesi olarak görüyor. Türkiye’deki bir kesimin belirttiği gibi, laik rejiminin kurtarılması operasyonu gibi algılamıyor.
Bu yaklaşımın iki nedeni var:
Biri, AKP’ nin Avrupa tarafından, reformlar yapan, AB Kopenhag Kriterlerini yerleştirmek için çaba sarfeden bir parti olarak algılanması. Avrupa’da AKP’nin dine yaklaşımı, dindarlığı biliniyor, ancak iktidarda olduğu süre içinde bu partinin Türkiye’yi din devletine götürdüğü konusunda somut hiçbir veri bulunmadığı düşünülüyor. AKP, müslüman ancak Türkiye’yi Avrupa’ya götüren parti olarak nitelendiriliyor. Kabul edelim ya da etmeyelim, AKP’nin gizli bir gündemi olduğu görüşü Avrupa’da kabul görmüyor. Avrupa’nın demokrasi gözlüğü ile bakıldığında, şiddeti teşvik etmeyen, seçimlerde %47 oy desteği almış ve ülkeyi 5 yıldır yöneten bir siyasi partinin, demeçlere dayanan gerekçelerle kapatılmasının anlaşılabilir bir tarafı yok.
Diğeri,
Türkiye’nin özellikle Kuzey Irak politikası iniş ve çıkışlarla dolu.
Bir süre öncesinde Barzani ve Talabani, en yakın dostlarımızdılar. PKK’ya karşı bizlerle birlikte savaşırlar ve Ankara’da kırmızı halılarla karşılanırlardı. Türkiye, Kuzey Irak’a yardım eder, hem askeri hem de ekonomik destek verirdi. Kürt iş adamları Türkiye’de oturur. İstanbuldan işlerini takip ederlerdi.
Ardından şapkalar değişti. Sizlere bu şapka değişimini ilk defa hangi tarafın başlattığını anlatmayacağım. Sadece, Amerikanın Irak’ı istilasıyla birlikte bambaşka bir ilişki dengesi oluştuğunu hatırlatmakla yetineceğim..
Bizim gözümüzde Barzani, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin düşmanı idi.
Ben anlayabilmiş değilim.
Başbakan bir gurup gazeteci ve eşleriyle yemek yedi. Dostlar arası bir toplantı şeklinde geçmişti. Konuşmalar arasında politika da vardı, şakalaşma , hatta karşılıklı eleştirilerde. Son derece rahat ve yapılacak görüşmelerin yazılmaması konusunda bir ilke anlaşması olduğundan dolayı da, olduğunca açıkça konuşulabilen, güzel bir geceydi.
Ben davetli değildim.
Ertesi gün, nelerin konuşulduğunu öğrendim.