Bu yazıda sizlerle giderek güçlenen bir izlenimimi paylaşmak istiyorum.
Ergenekon soruşturmasına ilk başlarda kuşkulu şekilde baktım.
Basına yansıyan haberlerden izleyebildiğimiz kadarıyla, bu soruşturma ilk başlarda benim için tam bir karanlık delikti. Çorba gibi bir durumla karşı karşıya idik. Ne olduğu anlaşılamayan garip iddialar uçuşuyor ve birbiri yanında bulunması güç gelen isimler gözaltına alınıyorlardı.
Tekrar edeyim, bütün bunlar, sadece basına sızdırılanlar, yorumcuların söyledikleri, AKP yanlısı ve karşıtı medyanın yayınları ve TV programlarındaki tartışmalardan edindiğim izlenimlerdi.
En önemlisi, Perşembe günü Bağdat’a yapılan gezi idi. Ayrıntılarına girmeye gerek yok. Havaalanındaki karşılanmadan tutun da, imzalanan anlaşmalar ve verilen mesajlar, Irak ile Türkiye arasında yepyeni bir dönemin başladığının sinyalleriyle doluydu. Açıkça söyleyelim, bu gelişmenin mimarlarının başında da, Ahmet Davutoğlu geliyor. Politika değişimini büyük ölçüde o sağladı.
Türkiye, Kuzey Irak Yönetimiyle iyi ilişkiler kurulmadığı sürece, PKK’ya karşı mücadelesinde yeterince etkili olamayacağını gördü.
Kuzey Irak Yönetimi de, bölgede sırtını dayayabileceği tek komşunun Türkiye olduğunu kabullendi.
Sonunda, karşılıklı adımlar atılıp bu noktaya gelindi.
Aslında fazla uzman olmaya da gerek yok.
Çıplak gözle bakanlar dahi aynı görüşleri paylaşıyorlar.
Olayın son derece amatörce hazırlandığı besbelli. Ne kullandıkları silahlar, ne seçtikleri hedef, ne de hedeflerine yaklaşımlarında profesyonellik vardı.
25 yaşlarında oldukları tespit edilen bu gençler dinci guruplara mensuplarmış. Hatta bir ara Afganistan’a gidip eğitim almışlar. Hatta içlerinden birinin Guantanamo kampında sorgulandığı dahi, sızan haberler arasında. Açıkça ölüme gönderilmişler.
Bugün Başbakanın Irak gezisi var. Eğer son anda iptal edilmez veya ertelenmezse bu bir “ilk” olacak. Bağdat ziyareti, birçok açıdan son derece önemli mesajlarla dolu geçecek. Her ne kadar AKP’nin kapanma davası nedeniyle toplumun dikkati bambaşka konulara yönelmiş olsa dahi, Türk Başbakanı’nın ilk ziyareti, hem Sünniler, hem Şiiler, hem de Irak’lı Kürtler tarafından büyük bir dikkatle izlenecek. Bölge ülkeleri de Türk Başbakan’ının neler söyleyeceğini ve nasıl bir tutum alacağını merak ediyorlar.
Türkiye, Irak için bölgedeki en önemli denge unsurlarından biri.
İran’ın Şiiler üzerindeki etkinliği arttıkça, Türkiye’nin yaklaşımı da değer kazanıyor. Ankara’nın tutumu, Sünni ve Şii’ler arasındaki dengeleri etkiliyor. İran’ın ağırlığı yaygınlaştıkça, Türkiye’ye bakışlar değişiyor. Irak’ın, İran hegemonyasına girmemesi için Ankara’nın tutumu daha önemseniyor. Amerika’nın gözünde Türkiye, İran’ın önünde bir kalkan gibi görülüyor.
Tabii bir de Kuzey Irak Kürtleriyle ilişkiler var ki, o kendi başına bambaşka dengelerle ilgili. Bölgedeki Kürt sorununun anahtarı, giderek Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin eline geçiyor. Eskiden bu ikili küçük birer oyuncuydu. Bugün politika yapıcı konumundalar.
Hrant Dink’in halka açık ilk duruşmasında yaşananlar, kelimenin tek anlamıyla yüz kızartıcıydı. Bir çok yönden de insanın içini kabartan, hayret ettiren açıklamalar dinledik.
Herşeyin başında, Ogün Samast ve Erhan Tuncel ile Yasin Hayal’ın avukatlığını yapan Fuat Turgut arasındaki diyalog herhalde yargı tarihimize geçecek nitelikteydi. Alaycı konuşmalar, işlenen cinayetten adeta gurur duyan sanıklar.
Buna nasıl izin verilebilir ?
Nasıl olur da, cinayet işlediklerini inkar dahi etmeyen bu insanlar, yaptıklarını bu kadar hafife alabilirler. Mahkeme heyetiyle ve dinleyicilerle böylesine alay edebilirler. Bu manzarayı gören başkaları, cinayet işleseniz dahi farklı muameleye tabii tutulabilecekleri sonucunu çıkartmazlar mı ?
Kriz giderek derinleşiyor.
Herşeyden önemlisi, önümüzü göremiyoruz. Çıkmazdan nasıl kurtulacağımızı da bilemiyoruz.
Gelin birlikte düşünelim.
Önce AK Parti kapatma davasını ele alalım.
Yine çok hoyratlaştık.
Hem, huzurumuzu bozmak, istikrarı yok etmek, hem de günlük yaşamımızı zehir etmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.
Gündemimizi sadece Ergenekon ve AKP’nin kapatılma davaları kaplıyor. Yemeden içmeden bu iki konuyu tartışıyoruz. Tüm enerjimizi, Ergenekon söylentileri ve AKP’nin kapatılıp kapatılmayacağı hesaplarıyla harcıyoruz. Gözümüz başka hiçbir şey görmüyor. Oysa dışımızda büyük bir kriz yaşanıyor.
Uluslararası piyasalar birbirine giriyor. İflaslar devam ediyor. Dev şirketler ardı ardına çöküyor. Petrol 150 dolara vurdu. Gıda fiyatları giderek yükseliyor. Düşünebiliyor musunuz, Amerika’nın sembolü olan dev General Motors’un iflas edebileceği dahi konuşuluyor.
Avrupa Birliğini yerden yere vuran Ulusalcılar bugün gerçeklerle karşı karşıya gelmiş durumdalar.
Polis tarafından gözaltına alınıveriyorlar. Neyle suçlandıklarını bilmiyorlar. Kimi, aylarca tutuklu kalabiliyor. Kimi, gözaltı süresi 4 günü geçse dahi umursanmıyor ve itilip kakılıyor.
Oysa, AB kriterlerine göre, gözaltına alınanların önemli hakları var.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıcı Rıza Türmen’in dünkü Milliyet’teki yazısı Avrupa’da geçerli olan uygulamalarını anlatıyordu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine nasıl uyum gösterilmesi gerektiği belirtilirken, son Ergenekon soruşturmasındaki gariplikler kendiliğinden ortaya çıkıyordu.