Türk kamuoyu, AKP davası sonucunu henüz tam anlamıyla değerlendirebilmiş değil. Öylesine bir şok yaşandı ki, şaşkınlık hala devam ediyor. Parti’nin kapatılmamış olması, geniş bir kesimde rahatlık yarattı. Ancak bunun ne anlama geldiği, bundan sonra nasıl bir denge oluşacağı halen belirsiz.
Kamuoyu gibi, AKP’de dava sonucunu yeni yeni değerlendiriyor. Kimse tam olarak önünü göremiyor. Bilinen en temel gerçek, Türkiye’nin siyasi yaşamında yepyeni bir dönemin açıldığıdır.
Şimdi bütün gözler Başbakan’ın üzerinde…
Nasıl bir tutum benimseyecek? Öncelikleri ne olacak?
Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni bir komuta kadrosu yönetiminde, zorlu bir sürece giriyor. Bu kurumun karşı karşıya bulunduğu ve sözünü ettiğim süreçte ince ayarlarla düzeltilmesi gereken birkaç belli başlı sorunu var. En başta da, toplumun bir kesiminin bir türlü vazgeçemediği “TSK’yı, iç politikada ağırlıklı bir oyuncu olarak kullanma” alışkanlığı geliyor.
Bu kesimin görüşü şöyle:
“TSK, laik sistemin ve Atatürk ilkelerinin koruyucusudur. Cumhuriyet, politikacılara ve onların güç aldığı seçmen oylarına bırakılamayacak kadar önemlidir… TSK, nasıl dış düşmanlara karşı toprak bütünlüğümüzü korumakla görevliyse, içerdeki laik sistem düşmanlarına karşı da Cumhuriyet’i koruyup kollamakla yükümlüdür.”
TSK uzun yıllar boyunca, işte bu mantık çerçevesinde hep iç siyasete bulaştırıldı. Sivil çevrelerin kışkırtmalarıyla darbeler yaptırıldı. Bu yaklaşımın en son örnekleri 2004 – 2007 döneminde yaşandı. 27 Nisan 2007 açıklaması deneyimi ters tepti ve TSK, o tarihten itibaren siyasetten uzak durmaya özen gösterdi. İç politika veya K. Irak gibi dış politika konularında da, eski açık ve sert demeçlerden vazgeçildi. Bu tutum sürer mi, yoksa koşullara göre, yine eski uygulamalara dönülür mü bilinmez, ancak şu anki manzara sivil-asker ilişkilerinde yeni bir dengenin oluşturulmaya çalışıldığı şeklindedir.
Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri için önemli, zira başta Genelkurmay olmak üzere, yeni komutanlar yeni görevlerini teslim alacaklar. Aslına bakılacak olursa, bu yılki değişimler 2018’e kadar giden bir süreci beraberinde getiriyor. Daha şimdiden, kimin nereye gidebileceği, TSK’nın tepesini kimlerin kontrol edeceğinin işaretleri çıkıyor.
Daha önceki yazılarımda da anlatmaya çalışmıştım. En önemli değişim gayet tabii, Genelkurmay Başkanlığına Org. İlker Başbuğ’un gelmesi.
Her Genelkurmay değişimi, sancılı olur. Daima yıpratma kampanyaları yaşanır. Nitekim, bu defa da oldu, ancak etki yapmadı. Bazı grupların el altından dağıttıkları resimler, kimseleri heyecanlandırmadı. İlker Paşa’nın kişiliğini zedelemedi. Atanmasına gölge düşüremediler.
Yeni Genelkurmay Başkanı’nı çok güç bir süreç bekliyor.
Yaz döneminin sonuna geldik. Yakında okullar açılacak ve yeni sezon başlayacak.
Belirsizliklerle dolu üç ay geçirdik.
Şimdi geriye baktığımız zaman, 2008 yazına iki olayın damgasını vurduğunu görüyoruz.
Bunların ilki, Türkiye’yi en çok diken üstünde tutan, AKP’yi kapatma davasıydı. Anayasa Mahkemesi son derece dengeli bir karar verdi. Bu ülke uçurumun kenarına kadar geldi. Felaketler dizisiyle karşılaşmanın eşiğinden döndük. Anayasa Mahkemesi şimdi gerekçelerini açıklayacak ve laik-demokratik düzenin “kırmızı çizgilerini” çizecek. Adeta bir yol haritası ortaya çıkacak.
Yazlık ev yerine, tatillerini deniz üstünde geçirenlere hep gıpta etmiş, ancak bir türlü becerememiştim. Bu yıl da, doğrusu direkten döndüm. Eğer Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatsaydı, her halde tuzlu sudan çıkıp kendimi işimin başında bulacaktım.
Bu sayede, özellikle Ege’de dolaştım.
Bizim kıyılarımızı ve Ege adalarının bir bölümünü ziyaret ettim. Şimdiye kadar böylesine uzun ve sindirerek tatil yapmamıştım. Hem sahilleri, hem kıyıları, hem de denizaltını gördüm. Yeni hobim dalma sporunu, eşim Cemre ile birlikte bol bol uygulayabildik...
Türk ve Yunan sahilleri ve kıyılarıyla ilgili başka karşılaştırmalı yazılar yazacağım, ancak özetle vardığım sonucu sözlerle paylaşayım:
Bizim sahillerimizin üstüne yok.
Birbirinden güzel koylar...
Birbirinden sakin ve sizi sevgiyle kucaklayan tertemiz bir deniz...
Yemyeşil bir tabiat örtüsü...
Bu yıl tatilimi geçmişe oranla, daha fazla denizde geçirdim. Yıllardır düşlediğim bir işi başardım ve birkaç hafta tekneyle dolaştım. Yazlık ev yerine, tatillerini deniz üstünde geçirenlere hep gıpta etmiş, ancak bir türlü becerememiştim. Bu yıl da, doğrusu direkten döndüm. Eğer Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatsaydı, her halde tuzlu sudan çıkıp kendimi işimin başında bulacaktım.
Bu sayede, özellikle Ege’de dolaştım.
Bizim kıyılarımızı ve Ege adalarının bir bölümünü ziyaret ettim. Şimdiye kadar böylesine uzun ve sindirerek tatil yapmamıştım. Hem sahilleri, hem kıyıları, hem de denizaltını gördüm. Yeni hobim dalma sporunu, eşim Cemre ile birlikte bol bol uygulayabildik...
Türk ve Yunan sahilleri ve kıyılarıyla ilgili başka karşılaştırmalı yazılar yazacağım, ancak özetle vardığım sonucu sözlerle paylaşayım:
Dışarıdan bakıldığında da çok doğrudur.
Düşünsenize, 700 bin kişilik bir ordunun (Genelkurmayın 1 inci Başkanı) Komutanı oluyorsunuz.
Ağzınızdan çıkan her söz birer emir. Kimse karşı gelemez ve mutlaka yerine getirilmelidir.
Karargahınızdan dışarı çıktığınız anda, insanların büyük bölümü saygıyla, bir bölümü korkuyla, diğer bir bölümü de kıskançlıkla bakar. Yoldan geçerken size selam durulur. İstediğiniz anda uçaklar, helikopterler, gemiler emrinizdedir.
Hayretler içindeyim.
Son haftalarda Anayasa Mahkemesinin kapatılsın’dan uyarılsın’a doğru oy değişikliğine gittiğini duyuyordum, ancak yine de AKP’ nin kapısına kiliy konulacağı tahminim ağır basıyordu.
Nedeni de çok basit.
Toplum olarak, fevriyiz. Kendi kendimizi gaza getirmekte birebirizdir.
Kızdığımız zaman gözümüz hiçbir şey görmez.
Sonuçlarının ne olacağını düşünmeden hareket ederiz. Karşımızda bir duvar olsa ve sorunu, duvarın yanından geçip çözümleyebileceğimizi bilsek dahi, bu yolu denemeyiz. Tam aksine, yıkmak için, kafadan duvara saldırırız.