Mehmet Ali Birand

AB için laf değil, icraat

2 Eylül 2008
AB projesini canlandırmak, içi boş demeçler vermek değil, onlarca açılış kriterine el atmaktan geçiyor. Başbakan’a ve Başmüzakereci’ye göre çalışmalar sürüyor. Ortada sorun yok. Oysa gerçekler hiç de öyle değil. Bu yaklaşımın değişmesi gerek. Türkiye artık AB konusunda laf üretilmesini değil, adım atılmasını bekliyor.

Türk kamuoyu, AKP davası sonucunu henüz tam anlamıyla değerlendirebilmiş değil. Öylesine bir şok yaşandı ki, şaşkınlık hala devam ediyor. Parti’nin kapatılmamış olması, geniş bir kesimde rahatlık yarattı. Ancak bunun ne anlama geldiği, bundan sonra nasıl bir denge oluşacağı halen belirsiz.

 

Kamuoyu gibi, AKP’de dava sonucunu yeni yeni değerlendiriyor. Kimse tam olarak önünü göremiyor. Bilinen en temel gerçek, Türkiye’nin siyasi yaşamında yepyeni bir dönemin açıldığıdır.

 

Şimdi bütün gözler Başbakan’ın üzerinde…

 

Nasıl bir tutum benimseyecek? Öncelikleri ne olacak?

 

Yazının Devamını Oku

TSK’nın yakasını bırakalım…

29 Ağustos 2008
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin esas görevi, bu ülkeyi savunmaktır. Hele şu sıralarda ortam PKK saldırıları, karışan Kafkaslar ve Irak’taki durum göz önüne alınırsa, bu kuruma ihtiyacımızın, her zamankinden daha fazla olduğunu görürüz. Oysa, bir sivil kesim var ki, TSK’yı ısrarla iç siyasette tutma alışkanlığından vazgeçmiyor. Yeni komuta heyetinin tutumu, bu açıdan çok şekillendirici olacak.

Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni bir komuta kadrosu yönetiminde, zorlu bir sürece giriyor. Bu kurumun karşı karşıya bulunduğu ve sözünü ettiğim süreçte ince ayarlarla düzeltilmesi gereken birkaç belli başlı sorunu var. En başta da, toplumun bir kesiminin bir türlü vazgeçemediği “TSK’yı, iç politikada ağırlıklı bir oyuncu olarak kullanma” alışkanlığı geliyor.

 

Bu kesimin görüşü şöyle:

 

TSK, laik sistemin ve Atatürk ilkelerinin koruyucusudur. Cumhuriyet, politikacılara ve onların güç aldığı seçmen oylarına bırakılamayacak kadar önemlidir… TSK, nasıl dış düşmanlara karşı toprak bütünlüğümüzü korumakla görevliyse, içerdeki laik sistem düşmanlarına karşı da Cumhuriyet’i koruyup kollamakla yükümlüdür.

 

TSK uzun yıllar boyunca, işte bu mantık çerçevesinde hep iç siyasete bulaştırıldı. Sivil çevrelerin kışkırtmalarıyla darbeler yaptırıldı. Bu yaklaşımın en son örnekleri 2004 – 2007 döneminde yaşandı. 27 Nisan 2007 açıklaması deneyimi ters tepti ve TSK, o tarihten itibaren siyasetten uzak durmaya özen gösterdi. İç politika veya K. Irak gibi dış politika konularında da, eski açık ve sert demeçlerden vazgeçildi. Bu tutum sürer mi, yoksa koşullara göre, yine eski uygulamalara dönülür mü bilinmez, ancak şu anki manzara sivil-asker ilişkilerinde yeni bir dengenin oluşturulmaya çalışıldığı şeklindedir.

 

Yazının Devamını Oku

TSK’da farklı bir süreç başlıyor

28 Ağustos 2008
Bugünkü devir-teslim törenleriyle birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinde yeni yönetim kadrosu, görevlerine başlamış olacaklar. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Yeni ekibin yoğurt yiyişi de farklı olacaktır. Son iki yıldır sivil-asker ilişkilerinde de önemli değişimler yaşandı. Şimdi hem TSK içinde, hem de genel anlamda yeni bir ince ayar gerekiyor.

Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri için önemli, zira başta Genelkurmay olmak üzere, yeni komutanlar yeni görevlerini teslim alacaklar. Aslına bakılacak olursa, bu yılki değişimler 2018’e kadar giden bir süreci  beraberinde getiriyor. Daha şimdiden, kimin nereye gidebileceği, TSK’nın tepesini kimlerin kontrol edeceğinin işaretleri çıkıyor.

 

Daha önceki yazılarımda da anlatmaya çalışmıştım. En önemli değişim  gayet tabii, Genelkurmay Başkanlığına Org. İlker Başbuğ’un gelmesi.

 

Her Genelkurmay değişimi, sancılı olur. Daima yıpratma kampanyaları yaşanır. Nitekim, bu defa da oldu, ancak etki yapmadı. Bazı  grupların el altından dağıttıkları resimler,  kimseleri heyecanlandırmadı. İlker Paşa’nın kişiliğini zedelemedi. Atanmasına gölge düşüremediler.

 

Yeni Genelkurmay Başkanı’nı çok güç bir süreç bekliyor.

 

Yazının Devamını Oku

PKK vuruyor, ancak istediğini elde edemiyor

27 Ağustos 2008
Yaz dönemine iki gelişme damgasını vurdu: Biri, AKP’yi kapatma davası, diğeri de PKK’nın taktik değiştirip, kentleri bomba yüklü arabalar ve intihar saldırılarıyla sarsması. Saldırılar halkı rahatsız ediyor, ancak PKK beklediği sonucu alamıyor. Alması da çok güç görünüyor.

Yaz döneminin sonuna geldik. Yakında okullar açılacak ve yeni sezon başlayacak.

 

Belirsizliklerle dolu üç ay geçirdik.

 

Şimdi geriye baktığımız zaman, 2008 yazına iki olayın damgasını vurduğunu görüyoruz.

 

Bunların ilki, Türkiye’yi en çok diken üstünde tutan, AKP’yi kapatma davasıydı. Anayasa Mahkemesi son derece dengeli bir karar verdi. Bu ülke uçurumun kenarına kadar geldi.  Felaketler dizisiyle karşılaşmanın eşiğinden döndük. Anayasa Mahkemesi şimdi gerekçelerini açıklayacak ve laik-demokratik düzenin “kırmızı çizgilerini” çizecek. Adeta bir yol haritası ortaya çıkacak.

 

Yazının Devamını Oku

Balık çiftlikleri devletin ayıbıdır...

26 Ağustos 2008
Bu yıl tatilimi geçmişe oranla, daha fazla denizde geçirdim. Yıllardır düşlediğim bir işi başardım ve birkaç hafta tekneyle dolaştım.

Yazlık ev yerine, tatillerini deniz üstünde geçirenlere hep gıpta etmiş, ancak bir türlü becerememiştim. Bu yıl da, doğrusu direkten döndüm. Eğer Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatsaydı, her halde tuzlu sudan çıkıp kendimi işimin başında bulacaktım.

Bu sayede, özellikle Ege’de dolaştım.

Bizim kıyılarımızı ve Ege  adalarının bir bölümünü ziyaret ettim. Şimdiye kadar böylesine uzun ve sindirerek tatil  yapmamıştım. Hem sahilleri, hem kıyıları, hem de denizaltını gördüm. Yeni hobim dalma sporunu, eşim Cemre ile birlikte bol bol uygulayabildik...

Türk ve Yunan sahilleri ve kıyılarıyla ilgili başka  karşılaştırmalı yazılar yazacağım, ancak özetle vardığım sonucu sözlerle paylaşayım:

Bizim sahillerimizin üstüne yok.

Birbirinden güzel koylar...

Birbirinden sakin ve sizi sevgiyle kucaklayan  tertemiz  bir deniz...

Yemyeşil  bir tabiat örtüsü...

Yazının Devamını Oku

Balık çiftlikleri devletin ayıbıdır…

26 Ağustos 2008
Heryıl aynı dönemlerde, aynı konulara eğilir, sonra unuturuz. Nisan’da Ermeni sorunu gündeme gelir. Her AB konsey veya parlamento toplantısında Kıbrıs konuşulur. Temmuz-Ağustos ise, genelde balık çiftlikleri rezaletinden söz etmekle geçer. Ben de sezonu balık çiftlikleriyle açıyorum.

Bu yıl tatilimi geçmişe oranla, daha fazla denizde geçirdim. Yıllardır düşlediğim bir işi başardım ve birkaç hafta tekneyle dolaştım. Yazlık ev yerine, tatillerini deniz üstünde geçirenlere hep gıpta etmiş, ancak bir türlü becerememiştim. Bu yıl da, doğrusu direkten döndüm. Eğer Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatsaydı, her halde tuzlu sudan çıkıp kendimi işimin başında bulacaktım.

 

Bu sayede, özellikle Ege’de dolaştım.

 

Bizim kıyılarımızı ve Ege  adalarının bir bölümünü ziyaret ettim. Şimdiye kadar böylesine uzun ve sindirerek tatil  yapmamıştım. Hem sahilleri, hem kıyıları, hem de denizaltını gördüm. Yeni hobim dalma sporunu, eşim Cemre ile birlikte bol bol uygulayabildik...

 

Türk ve Yunan sahilleri ve kıyılarıyla ilgili başka  karşılaştırmalı yazılar yazacağım, ancak özetle vardığım sonucu sözlerle paylaşayım:

 

Yazının Devamını Oku

Org. Başbuğ en zor dönemde, en zor göreve geldi

5 Ağustos 2008
Türkiye’de en çok gıpta edilen mevkii hangisidir, diye sorulsa, eminim büyük çoğunluk Genelkurmay Başkanlığını gösterir.

Dışarıdan bakıldığında da çok doğrudur.

           

Düşünsenize, 700 bin kişilik bir ordunun (Genelkurmayın 1 inci Başkanı) Komutanı oluyorsunuz.

           

Ağzınızdan çıkan her söz birer emir. Kimse karşı gelemez ve mutlaka yerine getirilmelidir.

           

Karargahınızdan dışarı çıktığınız anda, insanların büyük bölümü saygıyla, bir bölümü korkuyla, diğer bir bölümü de kıskançlıkla bakar. Yoldan geçerken size selam durulur. İstediğiniz anda uçaklar, helikopterler, gemiler emrinizdedir.

           

Yazının Devamını Oku

Mahkeme kararıyla çok kişiyi şaşırttı…

1 Ağustos 2008
ANKARABirbirimizi hiç aldatmayalım. Genelde bizler fevri insanlarız. Öfkeyle ayağa kallkarız ve önümüzdeki herşeyi yakıp yıkarız. Attığımız adımların kendimize zarar vereceğini de düşünmeyiz. Sonra, ertesi gün kendimize geliriz ve yaptıklarımızın hatalı olduğunu düşünürüz. Anayasa Mahkemesinin böylesine sağduyulu bir karar alabileceğini tahmin edenlerin sayısı azdı. Mahkeme çok kişiyi şaşırttı. Türkiye’nin değiştiğini de ortaya koydu.

Hayretler içindeyim.

Son haftalarda Anayasa Mahkemesinin  kapatılsın’dan uyarılsın’a doğru oy değişikliğine gittiğini duyuyordum, ancak yine de AKP’ nin kapısına kiliy konulacağı tahminim ağır basıyordu.

Nedeni de çok basit.

Toplum olarak, fevriyiz. Kendi kendimizi gaza getirmekte birebirizdir.

Kızdığımız zaman gözümüz hiçbir şey görmez.

Sonuçlarının ne olacağını düşünmeden hareket ederiz. Karşımızda bir duvar olsa ve sorunu, duvarın yanından geçip çözümleyebileceğimizi bilsek dahi, bu yolu denemeyiz. Tam aksine,  yıkmak için, kafadan duvara saldırırız.

Yazının Devamını Oku