M. Rauf Ateş

‘Trilyon dolarlıklar kulübü’ne girmemiz kaç yıl daha kaldı?

15 Nisan 2008
Türkiye ekonomisi, 1923’den 2001 yılına kadar olan dönemde doğru dürüst istikrarlı büyüme yakalayamadı.

Bu 78 yıl içinde 3 defa ‘3 yıl üst üste’, 1 defa da ‘4 yıl üst üste’ büyüyebildi. Onun dışındaki yıllarda ‘mehter marşı’ örneği bir ileri iki geri gitti, çok önemli yıllarını kaybetti.

2002-2007 ise neredeyse dönüm noktası oldu. Bu 6 yılda ekonomi aralıksız büyüdü. Üstelik yüzde 5.8-8.9 arasında müthiş sayılabilecek oranları yakaladı. Ancak, bu sihir 2007’de bozuldu ve büyüme yüzde 4.5’de kaldı.

Bu bozulmanın arkasında büyük ölçüde global kriz, bir miktar da Cumhurbaşkanlığı ile genel seçimin yansımaları vardı. Şimdi ise daha zor bir tablo ile karşı karşıyayız. Bir tarafta global kredi krizi ile uğraşırken, diğer tarafta ise AKP’nin kapatma davası gündeme geldi. Böylece zaten düşmüş olan büyüme temposu konusundaki tereddütler iyice arttı.

Yazının Devamını Oku

Suzan Sabancı Dinçer’e Babası ne tavsiye etti?

7 Nisan 2008
Gelecek500 adlı kitabım için, Türkiye’de ‘genetik değişim’ gerçekleştiren şirketleri araştırmıştım.

Son 30 yılı kapsayan bu araştırmada, 30 kurum ortaya çıkarmıştım. Bunlar arasında yer alan iki bankadan biri Garanti Bankası, diğeri de Akbank idi.

Akbank’ın bu değişimi 2001 yılında başlamış, antetli kağıtlarında ‘umum müdürlük’ yazan, muhafazakar bir yapıdan, değişime açık bir kuruma geçilmişti. Genetik değişimin en önemli güçlerinden birini de ‘insan kaynakları’ oluşturuyordu. Akbank’ın bünyesine çok sayıda genç bankacı alınmış, bir danışmanın hazırladığı proje doğrultusunda bütün yapı yeniden yaratılmıştı.

2001 yılında Akbank’ın piyasa değeri 2 milyar dolar idi, bugün 18 milyar dolara kadar yaklaştı. Aktifleri ise 6 milyar dolardan 56.5 milyar dolara çıktı. Çalışan sayısı 7 bindi, 12 bin 500’ü yakaladı. Sektörün ilk 2 bankası arasına girdi.

Yazının Devamını Oku

Kredi kartında borç batağı oluştu mu?

4 Nisan 2008
En çok televizyondaki yarışma programlarında görüyorum. Yarışmaya katılanlardan bazıları ‘kredi kartı borcumu ödemek için buradayım’ benzeri gerekçeler ortaya atıyorlar.

Aşağı yukarı her yarışmada ‘kartzede’ görmek mümkün… Sadece o kadar mı? Okurlar arasında da bu sıkıntıyı yaşayanlar olduğunu, mesajlardan anlıyorum. Çevremde de tanık olduklarım var. Biraz da ‘kredi kartı’ kullanmayı bilmemeden kaynaklanan sorunlar nedeniyle etrafta sanki çok sayıda ‘zede’ varmış gibi bir izlenim oluştu bende…

Bankacılar ise aynı görüşte değil… Bu kadar bir büyüklük içinde ‘sorunlu müşteri’ sayısını normal buluyorlar. Hatta Garanti Ödeme Sistemleri’nin genel müdürü Mehmet Sezgin, ‘2008 yılının ilk aylarında iyileşme var. Sorunlu rakamlar aşağıya doğru gidiyor’ diye konuşuyor.

Peki rakamlar ne diyor?

Merkez Bankası’nın verilerine göre, 2008 yılının Ocak ayı sonu itibariyle kredi kartı borcunu ödemeyenlerin sayısı 623 bini geçmiş durumda. Ayrıntıları tabloda görüyorsunuz. Son 5 yılda ciddi artış var. 2003 yılında 25 binli düzeylerden başlamış, 2007’de 220 bini geçmiş.

Ancak rakamı değerlendirirken bütüne bakmakta, toplam kart sayısını ele almakta yarar var. 5 yıl önce kredi kartı sayısı 19.8 milyonmuş. 2008 Ocak ayı sonu itibariyle 37.6 milyona ulaşmış. Türkiye’de kişi başına kredi kartı sayısı 1.8 adet düzeyinde. Bu, kart sahibi sayısının 21 milyon civarında olduğu anlamına geliyor. Bu büyüklük içinde 600 bin kişi o kadar da yüksek değil. En azından ‘kartzede’ edebiyatı yapacak kadar da değil.

Kart kullanmayı bilmiyoruz

Evet, gerçekten kart kullanmayı bilmiyoruz. Örneğin, bir arkadaşın yakını, kredi kartıyla nakit çekip, otomobil alımında kullanmış. Sonradan ödeyemediği için, borcu katlanarak büyüdü. Karttan nakit çekip, hisse senedi alanlar da gördüm. Bir kartı varken, ikinci kredi kartını çıkarıp, birini nakit kaynağı olarak değerlendirenleri, kullanıcısından dinledim.

Yazının Devamını Oku

Coca Cola’nın CEO’su Kent’ten Küresel liderliğin 8 yeni sırrı

28 Mart 2008
Geçen hafta Cuma gecesi Ekonomist dergisinin düzenlediği ‘Yılın İş İnsanları’ ödül töreni vardı.

Bu gecede ödül alacaklar arasında bütün gözler Muhtar Kent’in üzerindeydi. Temmuz ayında dünya devi Coca Cola’nın CEO’luğunu üstlenecek olan Kent, ikinci kez ‘Yılın Profesyoneli’ seçilmişti. Ödülünü alırken, konuklardan gelen alkış, bir Türk yöneticinin ulaştığı dünya çapındaki başarıyı da ortaya koyuyordu.

Coca Cola’ya dağıtıcı olarak giren Kent, o gece önemli bir konuşma yaptı. İşinden, onu başarıya taşıyan eşi ve çocuklarından söz etti. En önemlisi, kendisini başarıya taşıyan stratejiyi anlattı. Bunu da ortaya koyarken, Coca Cola gibi bir dünya devinde yeni dönemde zirveye ulaşmanın yollarına dikkat çekti. Kent’in altını çizdiği bu stratejiler, hem yöneticiler hem de genç yönetici adayları için çok anlamlı. O neden hem konuşmasından hem de tören sonrası ‘imzalayıp’ bana verdiği ‘konuşma metninden’ bu önemli başlıkları paylaşmak istiyorum:

 

Türkiye’ye girme hazırlığı yapanlar şimdi yatırımlarını erteleyecek mi?

Yazının Devamını Oku

Hammadde fiyatlarındaki artışta gıda ürünleri başı çekiyor

21 Mart 2008
Son birkaç aydır petrol, ardından da altın fiyatlarını oldukça yakından izliyoruz. Petrol, 100 doları, altın ise 1000 doları geçti.

Şimdi herkes bu düzeylerin üzerinde hareketin ne yönde olacağını, dünyanın en çekici ‘iki ham maddesinin’ yönünün ne olacağını merak ediyor.

Ancak, fiyatları artan sadece bu iki ham madde değil. Son 3-4 yıldır dünyada büyük bir hammadde fiyat artışı yaşanıyor. Gıdadan tarımsal ürünlere, enerjiden metallere kadar her alanda büyük bir hareket var.

Bu hareketin iki yönü var. Birinci tarafında yatırım aracı olarak getireceği kazançlar yer alıyor. Gelişmenin ikinci cephesinde ise fiyat artışlarının günlük hayata, yani enflasyona yansıması riski bulunuyor. Bunun ilk işaretlerini de zaten buğday fiyatlarında gördük. O nedenle de ekmek ve benzer ürünlerdeki fiyat artışlarının eli kulağında.

Yazının Devamını Oku

Borsadaki yabancı yatırımcılar bu kez yüksekten yerlilere satamadılar

19 Mart 2008
Yabancı yatırımcılar uzun süre Türkiye borsasından uzak durdular.

Aralık 1985 tarihinde kurulan, resmen Ocak 1986’da açılan İMKB’de yabancı payı ilk defa 1990 yılında yüzde 1’i geçti ve 1.8’i yakaladı. Ardından istikrarlı ve hızlı bir artış ivmesi gözlendi.

2000 öncesi rekor düzey ise 1999 yılında yaşandı. Dünyadaki ‘yeni ekonomi’ rüzgarı ve borsalardaki yükselişin de etkisiyle, yabancı payı yüzde 53.7 ile ilk rekorunu kırdı.

Ancak, 2000 yılında dünyada başlayan ‘yeni ekonomi’ çöküşü, ardından Türkiye’deki ekonomik kriz nedeniyle yabancılar hisseleri yerlilere satıp çıktılar. Yabancılar satarken, yerliler de ‘yükselecek’ diye hisse aldılar. Böylece 2002 yılına gelindiğinde yabancı payı yüzde 40’a yaklaşırken, yerlilerin payı arttı. Bu arada yabancılar çoktan dolara dönmüşlerdi bile…

Hisse yatırımcısı bunun acısını uzun süre unutmadı. Hatta borsa kriz sırasında 10 binlerin altına inip, oradan 56 binlere çıktığında bile borsaya mesafesini korudu. Elinde hisse olanlar ise 30-40 binli düzeylerden yabancılara satmayı tercih etti. Bu nedenle de son yükselişte yine kaymağı yiyenler yabancılar oldu. Yerliler, hep, ‘yabancıların kendilerine hisseleri çakmasından’ korktu. Zaten 1.3 milyon olan aktif yatırımcı sayısının 900 binlere düşmesi de bunu gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

Türkiye, ‘Reel Faiz Ligi’ndeki yerini 2008’de de koruyabilecek mi?

12 Mart 2008
Türkiye’de Merkez Bankası, dünyada paranın bollaştığı dönemde, çeşitli nedenlerle faizi çok fazla aşağıya çekmedi.

Seçim belirsizliği, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, likidite sorunu gibi etkenleri dikkate alıp, yüzde 10 düzeyinde ‘reel faiz’ vermeye devam etti. Bunda özellikle de yerel riskler etkili oldu.

Böylece, dünyanın başından aşağıya para yağdığı dönemde yüksek faiz uygulaması devam etti.
Şimdi dünyada büyük bir dalgalanma var. Bir krize dönüşmesi bile olayın nasıl ve ne zaman sonuçlanacağı belli değil. Son 5 yıldaki ‘para bolluğunda’ faizleri yeterince indirmemekle suçlanan Merkez Bankası’nın işi şimdi daha zor. Çünkü, baskılar giderek artıyor, iş dünyasından, özellikle de Anadolu sermayesinin liderlerinden şiddetli eleştiri geliyor. Bu görüşü savunanların ortak görüşü ise ‘Türkiye, reel faizde dünya rekortmeni’…

Merkez Bankası’nın ne yapacağına yönelik adımları önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ben bugün ‘reel faiz rekoru’ konusuna odaklanmak istiyorum. Gerçekten Türkiye, böyle bir rekoru elinde tutuyor mu?
Bu konuyu ortaya koymak için asistanımla birlikte geniş kapsamlı bir araştırma yaptım. Merkez bankalarını uyguladıkları ‘politika faiz oranları’ ile enflasyon oranlarını derledik, oradan da reel faizi hesapladım. Ortaya şöyle bir tablo çıktı:

-Önce yöntemle ilgili bir saptama yapmakta yarar var. Enfasyonda 2007 yıl sonu rakamlarını esas aldım. Merkez bankası faizlerinde ise son açıklanan verileri değerlendirdim.

-Dünyanın gelişmiş ülkelerinde verilen faiz oranları, diğer ülkelere göre normal olarak çok düşük. Örneğin, G 7 ülkelerinde 2008 Ocak ayı ortalaması yüzde 3.4 düzeyinde seyrediyor. Bu ülkelerde enflasyon ise ortalama yüzde 2.1 düzeyinde. Yani reel faiz 1 ve altında seyrediyor.

-Gelişmiş 11 ülkede ise oran bir miktar yukarıda, yüzde 4.4 düzeyinde. Reel faiz

Yazının Devamını Oku

Bazı ürün ve fiyatların direnişi sürüyor, bir bölümünde ise gerileme eğilim devam ediyor

10 Mart 2008
3 Mart’ta açıklanan rakamlar bazı kesimlerde enflasyona yönelik endişeleri artırdı.

Şubat ayı enflasyonu yüzde 0.40-1.0 arasında bekleniyordu, yüzde 1.29 oranında çıktı. Böylece yıllık enflasyon TÜFE’de yüzde 9.10, ÜFE’de ise 8.15 oldu. Merkez Bankası’nın yüzde 5’leri hedeflediği dikkate alındığında, oranın ne kadar yüksek olduğu daha iyi ortaya çıkıyor.

Enflasyonun yüksek çıkması, bunun önümüzdeki dönemde aynı hızda devam edeceği anlamına gelmez. Gıda ve enerji fiyatlarındaki artışın etkisinin azalmasıyla birlikte düşüş eğilimi birkaç ay sonra hızlanacaktır.

Fakat enflasyonda bazı ürünlerin fiyatlarındaki katılığın önemini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bunların başında kira geliyordu. Son ayda Merkez Bankası, kira artışlarında bir yavaşlama olduğuna dikkat çekti. Bu çok iyi haber… Ancak, hala bazı ürünlerde ‘fiyat katılığının’ olduğunu unutmamak gerekiyor. Çünkü, bazı ürün ve hizmetler, genel fiyat artışının çok çok üstünde artış sergiliyor.
Son 6 yıldan çıkan dersler

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), Türkiye’deki fiyat artışlarını 2003 yılına kadar 1994 bazlı bir endeksle açıklıyordu. 2003 yılında enflasyon sepetini değiştirdi, bazılarını çıkardı, onların yerine yeni ürün ve hizmetler koydu. Bu dönemden sonraki fiyat artış eğilimini analiz edince, çok önemli ip uçlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Bir defa bazı ürün ve hizmetlerde ‘Fiyat katılığı’ ve ‘düşüşe direnme’ konusu dikkati çekiyor.

Durumu daha iyi algılamak için, önce 2003 Şubat-2008 Şubat döneminde enflasyonun yüzde 54.7 oranında arttığını belirtmek gerekiyor. Bunun üzerinde, hatta bir hayli üzerinde fiyat artışı gösteren ürünler, ‘düşüşe büyük direnişe’ devam ediyorlar.

Bu sayfadaki tablolara dikkatle bakın. Birinci tabloda ‘Enflasyon düşüşüne direnenler’ var. Listenin ilk sırasında ‘kırtasiye’ ürünleri dikkati çekiyor. Bu ürünler 2003 şubatından bu yana yüzde 18 bin 500’e yakın fiyat artışı yaşamış. Bunda bence yeni ürünlerin geliştirilmesi ve günlük hayatta daha fazla kullanılması etkili olmuş. Ardından limon, enjektör ve termometre gibi sağlık ürünleri, internet, cep telefonu ve beyaz peynir geliyor. Bunlarda da fiyat artışı yüzde 200’lerin üzerinde…  İlk 20’nin fiyat artışının yüzde 127’nin üzerinde olması çok önemli. Ardından gelen ilk 20’de de artış yüzde 100’ün üzerinde seyrediyor.

Enflasyonun düşüş eğiliminin hızlanması ve kalıcı olması için, bu ürünlerde, özellikle yeni gelişen teknolojilerde fiyatların yönünü aşağıya çevirmesi gerekiyor…

Yazının Devamını Oku