PaylaÅŸ
Aralık 1985 tarihinde kurulan, resmen Ocak 1986’da açılan İMKB’de yabancı payı ilk defa 1990 yılında yüzde 1’i geçti ve 1.8’i yakaladı. Ardından istikrarlı ve hızlı bir artış ivmesi gözlendi.
2000 öncesi rekor düzey ise 1999 yılında yaşandı. Dünyadaki ‘yeni ekonomi’ rüzgarı ve borsalardaki yükselişin de etkisiyle, yabancı payı yüzde 53.7 ile ilk rekorunu kırdı.
Ancak, 2000 yılında dünyada başlayan ‘yeni ekonomi’ çöküşü, ardından Türkiye’deki ekonomik kriz nedeniyle yabancılar hisseleri yerlilere satıp çıktılar. Yabancılar satarken, yerliler de ‘yükselecek’ diye hisse aldılar. Böylece 2002 yılına gelindiğinde yabancı payı yüzde 40’a yaklaşırken, yerlilerin payı arttı. Bu arada yabancılar çoktan dolara dönmüşlerdi bile…
Hisse yatırımcısı bunun acısını uzun süre unutmadı. Hatta borsa kriz sırasında 10 binlerin altına inip, oradan 56 binlere çıktığında bile borsaya mesafesini korudu. Elinde hisse olanlar ise 30-40 binli düzeylerden yabancılara satmayı tercih etti. Bu nedenle de son yükselişte yine kaymağı yiyenler yabancılar oldu. Yerliler, hep, ‘yabancıların kendilerine hisseleri çakmasından’ korktu. Zaten 1.3 milyon olan aktif yatırımcı sayısının 900 binlere düşmesi de bunu gösteriyor.
Son yükselişte yerli yatırımcı aynı eğilimi göstermedi, deyim yerindeyse, ‘tuzağa’ düşmedi. Yabancılar, 56 bine taşıdıkları endeksin yüksek değerli hisselerini, bu kez yerlilere satamadılar. Endeksin 56 binlerden 41 bine gerilemesine rağmen, yabancı payının neredeyse aynı kalması da bunu gösteriyor.
Rakamlara bakın… Ekim 2007’de yüzde 72,3 düzeyine çıkan yabancı payı, Mart ayında yüzde 71.2 düzeyine gerilemiş. Sadece yüzde 1’lik fark oluşmuş. Satışların bir bölümü, geleceğe yatırım yapan yeni yabancılar tarafından karşılanmış. Bir bölümü de yerliler tarafından… Bunun sonucunda son 1 yılda yabancı sayısı 800 adet artmış. Yerli sayısı ise aynı dönemde 30 bin kadar yükselmiş.
Yerlilerin bu kez tuzağa düşmemeleri etkileyici… Ancak, şimdiye kadar yerliler yüksekten, yabancılar düşükten aldılar. Bence bu kez iyi düzeylere gelince, yerlilerin de fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Hep kaymağı yabancılar yemesin…
Bazı işletmeler kapanırken, başarılı olanlar neyi farklı yapıyor?
Türkiye’de 2000 yılında 275 bin bakkal vardı. 2007 yılında bu sayı 275 bine kadar geriledi. Bu rakamlar Bakkallar Federasyonu’na ait. Sanayi Bakanlığı’na göre ise Türkiye’de son 5 yılda 79 bin bakkal açılmış, buna karşılık 61 bin adet de kapanmış. Bir yılda açılan bakkal sayısı 15 bine, kapananların sayısı da 12 bine ulaşıyor.ÂÂ
Mahalle manavı sayısı, bakkal kadar değil. Türkiye’de 100-120 bin civarında manav olduğu tahmin ediliyor. Hiper, süper ve indirim marketleri ile pazarların rekabeti nedeniyle manavların da sayısı azalıyor. Yılda 3 bin civarında manav kapanıyor, 5 bin civarında da yenisi açılıyor.
İçinde bulunduğumuz dönemde şirketler gibi bu tür esnafların ayakta durması da zor. Bir yanda ekonomik sorunlar, diğer yanda da acımasız rekabet var. Örneğin, bizim Anadoluhisarı’nda birkaç semt pazarı, Migros, Carrefour, Tansaş gibi dev perakendeciler ile indirim marketleri var. Böyle bir rekabet ortamında ayakta kalmak kolay değil. Ancak, başaranlar, adeta ‘marka’ olma yolunda ilerleyen esnaflar da var.
Ben Oyakbank’ın ‘İyiler mutlaka kazanır’ sloganına bayılıyorum. Yaptığınız manavlık ya da bakkallık gibi basit görünen bir iş de olsa, ‘iyi olursanız’ mutlaka kazanıyorsunuz. Tıpkı Kavacık’taki Mini Hal gibi… ‘Şirket Doktoru’ adlı sunumumda, konferanslarda da paylaşmıştım. Baba Mehmet Acar’ın kurduğu bu küçük manavı, 5 kardeş, büyük bir iş gibi yönetiyorlar. Kendilerine özel ‘müşteri ilişkileri’ yönetimi var. Asla hiçbir müşterisine ‘kötü ürün’ vermiyorlar. Kazara aldığınızda uyarıp, bıraktırıyorlar. Az miktarda da olsa eve siparişten kaçınmıyorlar. Ciddi bir ‘sadık’ müşteri grupları var üstelik… Herkesin ne istediğini iyi bildiklerinden, kişiye özel pazarlamada hiç sıkıntı çekmiyorlar.
Bunun karşılığını da alıyorlar. Etraf hiper, süper, indirim marketleri ve semt pazarlarıyla sarılıyken, onlar işlerine devam ediyorlar.
Bazen Anadolu ya da KOBİ’lere yaptığım konuşmada, ‘biz küçük şirketiz. Bu öneriler bize fazla’ yakınmalarını duyuyorum. Onlara söylediklerimi sizinle de paylaşmak istiyorum. ‘Bugün dev olan şirketlerin tamamı bir zamanlar küçüktü, KOBİ idi. Onları farklı kılan yanları ise küçük işlerini, büyükmüş gibi yönetmeleriydi.’
Türk tüketicisinin para taşıma tutkusu azalmıyor
Bazen restoranlarda rastlıyorum. Siz de tanık olmuşsunuzdur. Garson hesabı getirip masaya koyuyor. Müşteri elini cebine atıp, bir tomar para çıkarıyor. Geçenlerde böyle bir tabloya şahit oldum. 6 kişilik bir masa idi. Sanıyorum 600-700 YTL düzeyindeki bir hesap, cepten çıkarılan bir tomar para ile ödendi.
Bankalar ile Visa ve MasterCard gibi kuruluşlar uzun süredir uğraşıp duruyorlar. ‘Alışverişinizi kredi kartıyla yapın’, ‘Ödemelerinizi banka kartı ile gerçekleştirin’ uğraşları şimdilik sınırlı ölçüde etkili oluyor. Kayıt dışılık ve nakit tutkusu, Türk vatandaşını cebi şişik dolaşmaya itiyor.
Rakamlar da aslında bu tabloyu doğruluyor. 2007 rakamlarına göre, Türkiye’de banka kartları ile yaratılan hacim 270 milyar YTL düzeyine ulaşıyor. Bunun yaklaşık 130 milyar YTL’si, banka kartları aracılığıyla ATM’lerden çekiliyor. Geri kalan 140 milyar YTL’si de kredi kartlarıyla harcanıyor. Bunun hepsini kredi kartına dönüştürmek zor. Ancak, bankacı ve kredi kartı kuruluşlarının çabaladığı gibi, banka kartları’ nakit yerine daha fazla kullanılabilir. Bu ceplerdeki şişikliği ve kayıt dışılığı da bir ölçüde önleyecektir.
PaylaÅŸ