Paylaş
Seçim belirsizliği, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, likidite sorunu gibi etkenleri dikkate alıp, yüzde 10 düzeyinde ‘reel faiz’ vermeye devam etti. Bunda özellikle de yerel riskler etkili oldu.
Böylece, dünyanın başından aşağıya para yağdığı dönemde yüksek faiz uygulaması devam etti.
Şimdi dünyada büyük bir dalgalanma var. Bir krize dönüşmesi bile olayın nasıl ve ne zaman sonuçlanacağı belli değil. Son 5 yıldaki ‘para bolluğunda’ faizleri yeterince indirmemekle suçlanan Merkez Bankası’nın işi şimdi daha zor. Çünkü, baskılar giderek artıyor, iş dünyasından, özellikle de Anadolu sermayesinin liderlerinden şiddetli eleştiri geliyor. Bu görüşü savunanların ortak görüşü ise ‘Türkiye, reel faizde dünya rekortmeni’…
Merkez Bankası’nın ne yapacağına yönelik adımları önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ben bugün ‘reel faiz rekoru’ konusuna odaklanmak istiyorum. Gerçekten Türkiye, böyle bir rekoru elinde tutuyor mu?
Bu konuyu ortaya koymak için asistanımla birlikte geniş kapsamlı bir araştırma yaptım. Merkez bankalarını uyguladıkları ‘politika faiz oranları’ ile enflasyon oranlarını derledik, oradan da reel faizi hesapladım. Ortaya şöyle bir tablo çıktı:
-Önce yöntemle ilgili bir saptama yapmakta yarar var. Enfasyonda 2007 yıl sonu rakamlarını esas aldım. Merkez bankası faizlerinde ise son açıklanan verileri değerlendirdim.
-Dünyanın gelişmiş ülkelerinde verilen faiz oranları, diğer ülkelere göre normal olarak çok düşük. Örneğin, G 7 ülkelerinde 2008 Ocak ayı ortalaması yüzde 3.4 düzeyinde seyrediyor. Bu ülkelerde enflasyon ise ortalama yüzde 2.1 düzeyinde. Yani reel faiz 1 ve altında seyrediyor.
-Gelişmiş 11 ülkede ise oran bir miktar yukarıda, yüzde 4.4 düzeyinde. Reel faiz 1.5-2 arasında gerçekleşiyor.
-Araştırma kapsamına 83 ülkeyi aldım. Reel faiz şampiyonu ülkeler şöyle sıralandı: İzlanda, Belize, Ekvator, Brezilya, Ermenistan, Türkiye, Aruba, Yeni Zelanda ve Namibia.
-Rakamlar, Türkiye’nin dünya rekortmeni olmasa bile, ilk 10 arasında yer aldığını ortaya koyuyor…
-83 ülkeden 10’unda reel faiz oranı yüzde 5’in üzerinde seyrediyor. Bu ülkeler arasında 5 kıtadan da temsilciler var.
-Yüksek reel faiz genellikle gelişmekte olan Afrika, Güney Amerika ülkelerde gözleniyor. Bunların ortak özelliklerinden biri de geçmişte yüksek enflasyon yaşamış, istikrarsızlıktan geçmiş olmaları…
Tablo ortada… Dünyada yaşananları da aylardır gözlemliyoruz. Bu büyük dalga elbette bitecek. Ancak, Merkez Bankası’nın böyle bir ortamda faizleri ne ölçüde düşüreceği belli değil. Bu nedenle ‘Türkiye’nin rekor düzeyi’ anlaşılan bir süre daha devam edecek.
Sağlık yatırımlarına Bakanlık’tan fren mi geliyor?
Türkiye’de özel sağlık yatırımları sektörü, vakıf hastaneleri dışında, International Hospital ile başladı. Ardından Acıbadem geldi. Mehmet Ali Aydınlar tarafından kurulan bu şirket, işini iyi yaptığı için hızla büyürken, sektörü de beraberinde taşıdı. Ardı ardına yeni hastaneler, klinikler kuruldu, bu alana yabancı sermaye geldi. Emekli ve sigortalıların da özel hastanelerden yararlanmasını sağlayan düzenleme, bu alana yeni bir heyecan getirdi.
Bu nedenle de 1996 yılında 159 olan hastane sayısı 2006 yılında 305’e ulaştı. Yatak sayısı 7 bin 236’dan 13 bin 707’ye çıktı. 2007 yılında ise 320’yi bulduğu tahmin ediliyor. Hedef 2010 yılında özel hastane sayısını 360’a çıkarmak.
Ancak, her yeni büyüyen sektörde olduğu gibi bu alanda da sorunlar, hatta düzensizlikler ortaya çıktı. Emekli ve sigortalılardan kaynaklanan iş hacmini kapmak isteyenler, hızlı bir şekilde özel sağlık yatırımına yöneldiler. Birkaç doktor bir araya gelip “klinik”, “küçük hastane” açmaya başladı. Üstelik sadece büyük şehirlerde değil, Türkiye’nin dört bir yanında bu rüzgar esiyor.
Peki sorun nerede diyeceksiniz? Bu rüzgar iki sorunu beraberinde getirdi: Birincisi, kurulan özel sağlık kuruluşları, insan kaynağını devletten almaya yöneldi. 2007 yılının Haziran ayından bu yana devletten ayrılan sağlık personelinin sayısının 7 bini geçtiği tahmin ediliyor. Doğal olarak bu da Sağlık Bakanlığı’nın canını sıkmış durumda.
İkincisi, iş dengesiz büyümeye yönelince, beraberinde sorunları ve uygunsuz davranışları da getirdi. Yatırım yağmuru, kalite endişesini yarattı.
Bu nedenle Sağlık Bakanlığı yeni bir kararla, işi sıkı tutacağını açıkladı. Artık yatırım öncesinde yapım için ruhsat alanlar, bir de işletme ruhsatını beklemek zorundalar. Şu anda bazı hastanelerin hazır durumda, ruhsat beklemesi de bunun göstergesi…
Bu da yetmiyor. Yeni açılacak hastane ve klinikler bir yana, alınacak büyük makineler için de Sağlık Bakanlığı’ndan izin almak gerekiyor. Örneğin, bir kanser tarama cihazı almak istediğinizde, Bakanlık, “Şu anda buna gerek yok. Yeterli kapasite var” derse, işi ertelemek zorunda kalıyorsunuz.
Son gelişme, sektörde birçok yatırımcıyı zora sokmuş durumda. Kredi, fon ve yabancı ortağını hazırlamış bazı girişimciler, Sağlık Bakanlığı’nın kararı ile şok olmuş durumdalar. Çünkü, artık yatırım için, Bakanlık, “sizin yapacağınız çevrede buna ihtiyaç var” kararını vermesi gerekiyor. Bu karar yoksa, yatırım da yok…
Anadolu’da ‘kızların’ gücü artış eğiliminde
Sadece küçük ve orta ölçeklilerde değil, büyük gruplarda bile kurucular, yönetimi erkek çocuklara teslim ederler. Bu yıllardır devam eden bir eğilim. Tercih de her zaman büyük erkek çocuktan yanadır. Kızlara ise daha pasif görevler düşerdi.
Ancak, son yıllarda bakıyorum Anadolu’da da değişim var. Üstelik sadece büyük şirket ya da ailelerde değil. KOBİ düzeyinde bile babalar, kızlarını şirket yönetimine getiriyor. Ben bu tip şirketlere perakende, otel, giyim, sağlık, gıda alanlarında rastladım.
Hemen belirteyim. Bunu aşmamış şirketlerin sayısı da bir hayli fazla. Bu tip şirketlere ise muhafazakar diye nitelendirilebilecek illerde rastlanıyor. Ancak, değişim başlamış. Bence hızlanarak devam edecek.
Paylaş