İlk 45 dakikanın bitiminden sonra maçın sonucunu beklemeden Fenerbahçe için düşüncelerimi hemen kelimelere dökmeye başladım.
Daha sonra düşüncelerimi değiştirecek veya beni yanıltacak bir F.Bahçe sahneye çıksa da, harcanan 45 dakikalık uzun bir sürenin yanlışlarını mutlaka yazmalıydım...
Öncelikle düşük tempo F.Bahçe'nin etkinliğini sınırlı tutuyordu. Ve yan pasların çokluğu ile hatalı pasların getirdiği rahatsızlık, F.Bahçe'nin hücum trafiğini de altüst ediyordu. Her F.Bahçe hücumu kısa ömürlüydü, ceza sahasına ulaşmadan kaybolup gidiyordu.
Yusuf, beklenmedik pas yanlışları ve top kaybı ile oynuyordu. Abdullah'ın oyununda geçen haftaların tadını bulmak mümkün değildi. Serhat ile Oktay birbirlerini tamamlamakta ve çarpıcı bir hücum ikilisi oluşturmakta sancılar yaşıyordu.
Oyunu izleyenler hemen Mustafa Denizli'yi gündeme getirip, belki de haklı bir sitemin yaygarasını hemen başlatıyorlardı...
‘‘Bu oyunu gördükten sonra Ceyhun ile Hakan Bayraktar'ı kulübede tutmak yanlış değil mi?’’
RÖTARLI SERVİS
Ve Denizli oyunun final bölümüne hem Ceyhun, hem de Hakan Bayraktar'ı alarak çıkıyordu. Yani, tribünlerin ilk yarıda düşündüğünü, Denizli 45 dakika rötarla servise sunuyordu.
Şimdi daha sağlıklı ve gerçekci bir F.Bahçe izliyordum... Tempo ilk yarıya oranla daha yüksekti. Oyun daha çabuk ve hareketliydi. Hatalı pasların sayısı gittikçe azalıyordu.
Ceyhun direkt kaleye oynamayı yeğliyor, Hakan Bayraktar garantili paslarla F.Bahçe'yi rakip kaleye itiyordu. Yine de oyunda beklenen patlamayı gerçekleştiremiyordu F.Bahçe.
Şans faktörü de F.Bahçe'ye biraz soğuk davranıyordu. Abdullah'ın frikiğinde direğin içine çarpıp geri dönen top, gol olmalıydı... Olmadıysa, bunun adı kısmetsizliktir...
Rahatlatan gol, belki de dün gecenin en kötü ve egoist adamından geldi. Yani Serhat'tan... En iyisi mi kimdi? En kritik iki pozisyonda iki gollük topa geçit vermeyen Rüştü'ydü. Öyleyse, F.Bahçe bir tarafa, alkışlar yine Rüştü'ye.