11 Temmuz 2004
Üçlü savunmada iyi oyun kurucu, dörtlü defansta iyi kesici. Beşiktaş’ta stoper veya liberoda görev almak istiyor. Beşiktaş’a transferinde eski hocaları önemli rol oynadı. SEVGİLİ İbrahim’i aldım karşıma, sanki boğarcasına ardı ardına sıraladım soruları... Amacım, ağzından laf kapmak, açığını yakalamaktı...
Günde kaç sigara içiyorsun?
Ben mi...
Üstelik her gece bir-iki duble atmadan...
Aman abiciğim...
Bar-pavyon muhabbetin de iyiymiş...
Ne barı - pavyonu...
Oysa, yukarıdaki soruların yanıtlarını herkesten iyi biliyordum. Dostları, takım arkadaşları ve de hocaları ile görüşüp, gerekli ipuçları almıştım...
Bir de kendi ağzından işitmek istedim...
Sigarayı iki dudağının arasına bile götürmemiş. Bir kadeh içki görse, başı döner...
Evliya mısın sen?
Hayır abiciğim, futbolcuyum!
Böyle başladı İbrahim Toraman ile konuşmamız... Bir soru daha yöneltmek istedim İbrahim’e. Sonra karar değiştirdim. Sıkmak niyetinde değildim.
Gaziantepspor’da oynarken, İstanbul deplasmanlarına geldiği haftalarda maç sonrası Etiler’e takılırmış...
Etiler’de bir-iki bara uğradıktan sonra, zaman kalırsa Ortaköy’e doğru inermiş...
Elinde meyve kokteyli ya da bir şişe soda, canlı müzik yapan barlarda İstanbul’u yaşarmış...
***
İBRAHİM nasıl bir futbolcu?
Öncelikle, İbrahim’i çalıştıran teknik direktörlerin düşüncelerini kısa spotlarla bilgilerinize sunuyorum...
Ümit Milli Takım Teknik Direktörü Raşit Çetiner diyor ki...
Beşiktaş, akıllı bir transfer yaptı. İbrahim’in geleceğe yönelik vizyonu var.
Gaziantepspor Teknik Direktörü Nurullah Sağlam’a göre...
Beşiktaş’ta iki yıldan fazla kalmaz. İspanya’dan çağırırlar.
Eski hocası Sakıp Özberk’in notu gayet olumlu...
Türkiye’nin en iyi defans adamlarından biri.
Bir de takım arkadaşı, milli kaleci Ömer Çatkıç’ın sözlerine kulak verelim...
Üçlü savunmada iyi oyun kurucu. Dörtlü defansta iyi kesici.
DİYORLAR Kİ...
Beşiktaş, son anda İbrahim’i F.Bahçe’nin elinden kaptı. Fair-Play’e yakışmadı...
Böyle bir şey yok... Bir anımı anlatayım, kararı sizler verin...
Geçen sezon devre arasında Beşiktaş’ın Belek kampındaydım. Kremlin Oteli’nde birden bire bir koşuşma başladı. Muhabir ve foto muhabirlerinde bir telaş... Öğrendim ki, Gaziantepspor Başkanı Celal Doğan gelmiş. Lucescu, Sinan Engin ve Celal Doğan arasında bir görüşme başlamış. Bu üçlü İbrahim Toraman’ın transferini konuşuyormuş. Ve konuşmanın ayrıntıları bir gün sonra bazı gazetelerin manşetini süslüyordu...
Demek ki, Beşiktaş ile İbrahim Toraman’ın ilişkisi geçmiş tarihlere dayanıyor. Yeri gelmiş iken, hatırlatmak istedim...
***
İBRAHİM TORAMAN 22 yaşında ve 1.80 boyunda. 18 kez Ümit Milli, 12 kez de A Milli Takım formasını giydi.
Onun için santrfor kökenli futbolcu diyorlar.
Futbola başladığı ilk dönemlerde forvet oynuyormuş. Gaziantepspor Teknik Direktörü Nurullah Sağlam, ceza nedeni ile geçen sezon Mersin’de oynadıkları Bursaspor maçının son dakikalarında İbrahim’i forvete almış. Ve İbrahim, maçın o kısa zaman dilimine bir gol sıkıştırarak sonucu belirlemiş.
Yani, üç puanı kurtarmış!
İbrahim’e sordum...
Beşiktaş’ta nerede oynamak istersin?
Hiç düşünmeden yanıtladı...
Stoper-libero.
Neden?
Özelliklerim, stoper-libero için daha uygun...
BEŞİKTAŞ’a transferini anlatırken, araya bir laf sıkıştırdı İbrahim...
Kararımı vermeden önce inanın uykusuz geceler geçirdim. Hep düşündüm.
Peki, nasıl karar verdin?
Bazı hocalarıma sordum. Onların bilgilerini aldım. Ve topladığım bilgilerden sonra uyum sağlayacağım kulübün Beşiktaş olduğuna karar verdim. Yoksa, Lucescu’nun kulübü iyi para veriyordu. Lucescu da ısrarla beni istiyordu.
İbrahim Toraman, Sergen Yalçın hayranı. Nesini seviyorsun dedim, net bir yanıt verdi...
Olağanüstü yeteneklerini.
Senin özelliklerin nedir?
Çabuğum ve iyi sıçrarım. Mücadeleci kimliğim. Yan toplarda ön direk bölgesini iyi kullanırım.
Aldığı transfer ücretini nasıl kullanacağını öğrenmek istedim...
5 kişilik bir ailenin sorumluluğunu taşıyorum. Annem, babam, iki kardeşim ve ben... Paramı, ailemin mutluluğu için kullanacağım.
Gaziantepspor Başkanı Celal Doğan, İbrahim’in işini bitirdikten sonra dedi ki...
Bir kızı 10 kişi ister, bir kişi alır.
Gerçekten isteyeni çoktu İbrahim Toraman’ın... Kısmette Beşiktaş varmış. Dilerim, hayırlı ve başarılı olur.
Herkesin övgü ile anlattığı İbrahim’in eksikleri nedir?
Onu bir çok maçlarda izledim. Doksan dakikanın bazı bölümlerinde kısa süre de olsa oyundan kopuyor. Ve performansı düşüyor. İbrahim, bu süreyi ne kadar kısaltırsa, hatalar da o denli azalıyor.
Beğendiğim yönü mü?
Bir savunma oyuncusunda ender görülen yüksek tekniği!
BELEK’TE TOPLANTI
Geçen sezon devre arası, Beşiktaş kampında Lucescu, Sinan Engin ve Celal Doğan bir araya gelip, İbrahim’in transferini görüştüler. Beşiktaş, İbrahim’in ilk talibiydi.
ORTAKÖY’E DOĞRU
Sigara-içki içmez, kumardan uzak durur. Etiler’deki barlara uğrar, vakit kalırsa Ortaköy’e doğru iner. Elinde meyve kokteyli veya soda, canlı müzik dinler.
YARIN: SERKAN
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2004
Bir yan bakış, onu oyundan soğutur. Taraftarın göstereceği sevgi, Alex’i coşturur ve performansını ikiye katlar. Ronaldo, Ronaldinho ve Carlos’tan sonra en çok imza veren futbolcu. BELKİ, hiç bir futbolcunun transferinde böylesine uzun ve yorucu bir maraton koşulmadı...
HİÇ bir futbolcu, transfer pazarlığında iki yıl boyunca böylesine nazlanıp, süzülmedi.
VE hiç bir yönetim kadrosu, bir futbolcuyu renklerine bağlamak için gününü-gecesini... Ve de parasını, kıtalararası hava trafiğinde böylesine cömertçe harcamadı.
F.Bahçe, Alex için tam 16 kez Rio de Janerio’ya gidip gelerek, örneği görülmemiş bir inat rekoru kırdı.
YAHU, bir futbolcu bunca eziyete değer mi?
Piyasanın etkili menajerlerinden bir kaçına sordum... Her birinden aynı yanıtı aldım...
Alacağın adam Alex ise, değer...
İlah mı bu kardeşim!
Menajer dostum Mithat Halis’in verdiği yanıt şöyle...
Brezilya kamplarında Ronaldo, Roberto Carlos ve Ronaldinho’dan sonra en çok imza atan futbolcudur Alex.
Vay canına!
Yine notlarıma bakıyorum. Ve Alex dosyasını aralıyorum...
2000 yılında Parma ile sözleşme imzalayan Alex, aradığı huzuru bulamaz. Teknik direktör Alberto Malesani, isteği dışında gerçekleşen bu transfer için Alex’e soğuk davranır.
Sadece 6 maç oynatır Alex’i... Ve yönetim Alex’e bir seçenek sunar.
Marsilya, Deportivo veya Porto’dan bir takıma kiralıyalım.
Alex’in yanıtı bir tokat gibi suratlarında patlar...
Ben küçük takımlarda oynamam.
İşte, Alex’in bilinmeyen bir yönü. Sosyal yaşamında ne kadar sıcak, sevimli ve de sakinse, mesleğinde kibirli ve de mağrur...
Burnundan kıl aldırtmayan bir tip!
***
ALEX DE SOUZA... 27 yaşında orta saha oyuncusu. 1.74 boyunda, Brezilya Milli Takımı’nda oynuyor.Ve başarılarla dolu bir grafik...
1994’de Paranense Gençler Şampiyonası’nda en iyi orta saha oyuncusu.
1995-97 arası Paranaense Şampiyonası’nda en iyi çıkış yapan orta saha oyuncusu, yılın yıldız futbolcusu ve yılın orta saha oyuncusu.
1998’de Copa Mercosul’da şampiyonanın en iyi oyuncusu.
2003’de Brezilya’da yılın futbolcusu.
Yine 2003 yılında Cruzerio takımı ile mükemmel bir sezon geçiren Alex, oynadığı toplam 69 maçta 40 gol atarak tavan yapıyor...
İŞTE böyle bir futbolcu Alex. Ve bir de kötü anısını yazmak istiyorum Alex’in...
Geçen sezon Deportivo Cali maçında bir penaltı kaçıran Alex’i taraftarlar ıslıklar. Gözlerini tribünlere diken Alex, uzun süre öylece kalır. Islıklar sürünce, kafasını sallar ve mırıldanır...
Brezilya’da işim bitti.
Söylediği gibi Brezilya defterini kapayan milli futbolcu şimdi F.Bahçe’de yeni bir sayfa açıyor.
SEVGİLİ müdürüm ve dostum Esat Yılmaer AİPS toplantısında Brezilyalı gazetecilere Alex’i sormuş. Herbiri aynı noktada birleşmiş...
Birinci sınıf futbolcu.
Öncelikle Brezilya Spor Yazarları Derneği Başkanı Aderson Nogiero’nun söylediklerini aynen iletiyorum...
Her iki ayağını kullanır.
Topla, geçemeyeceği adam yoktur.
Dikine oynar. Direkt kaleyi hedefler.
Boş alan yaratmada becerikli.
Yanındakiler Alex’in futbol dilinden anlarsa, yaşadılar. Onları pasa boğar.
Mesafe hiç önemli değil. Kaleyi gördüğü an şutunu atar.
Ceza alanı çevresinde çok tehlikelidir.
F.Bahçe bir büyük futbolcu transfer etti.
***
ALEX, savunmaya dönük bölgelerde pek istekli koşmaz. Yine de sorumluluktan kaçmaz, kaytarmaz. Ama topun bir an önce hücum alanlarına çıkmasını bekler. Çünkü, bu bölgelerde topu istediği gibi kullanır ve özelliklerini sıralar.
Ne de olsa Brezilyalı!
Ve bir soru... Parma’da başarı sağlayamayan Alex, F.Bahçe’de benzeri bir şoku yaşar mı?
Ve bir çok Brezilyalı futbolcunun Avrupa’da çektiği sıkıntılar, F.Bahçe’de Alex’i de yakalar mı?
Alex’in, Parma macerasını unutmayan her Brezilyalı gazeteci, böyle bir soruya net yanıt veremiyor.
Spor yazarı Emilo M.Lacave,’ Alex, içine kapanık, sakin ve hep düşünceli bir kişi’ diyor.
Yine aynı yazar, Alex’in Parma’daki hocası Alberto Malesani’nin sözlerini hatırlatarak kuşkularını dile getiriyor...
‘Alex’in zaman zaman kanı dondu mu, ruhu da sönüyor. Bazı maçlarda ruh gibi dolaşıyor.’
Ve Brezilyalı yazar, Alex’in Ortega ile benzer özellikler taşıdığını da söyleyerek, bir uyarı yapıyor...
‘Taraftarın göstereceği sevgi, Alex’in F.Bahçe’ye uyumunu kolaylaştırır ve çabuklaştırır.’
YİNE Brezilya Spor Yazarları Derneği Başkanı Aderson Nougueira’ya dönüyorum. Yazar, Alex’in bazı yönleri için ilginç ipuçları veriyor.
Şımartılmayı sever. Havaya girdi mi, harikalar yaratır. Ancak, ters bir bakış, Alex’i oyundan düşürür, bitirir. Hemen küser.
Ve Alex darılmasın... Karı-koca ilişkileri için de şöyle bir değerlendirme yapmış Nogiero. Bunu da yazacağım...
İyi bir kılıbıktır!
***
F.BAHÇE, ALEX’in transferi için her yolu denedi. Brezilya seferine çıkan her yönetici bir sandık taşıdı. İçinde neler yoktu ki...
Trabzon burması, yöresel eşantiyonlar, kilimler, nazar boncukları, kolyeler...
Ve Alex’e son sözü Brezilya Teknik Direktörü Carlos Alberto Parreira söyledi...
Şampiyonlar Ligi’nde oynayacak bir takıma gideceksin. Hiç düşünme...
Parreira, daha sonra Alex’e F.Bahçe’de geçirdiği günleri anlattı ve bir de söz verdi...
Brezilya Milli Takımı’nı seçerken, senin adını hiç unutmayacağım.
Ve geç de olsa, kuş kafese girdi. Şimdi herkes merakla bekliyor...
Kafesteki kuş Fenerbahçe’de nasıl ötecek?
ALEX’TEN NOTLAR...
3 yıllık sözleşme imzalayan Alex’in F.Bahçe’ye kaça patladığına kim ne yazar ya da söylerse, inanmayan... Çünkü, bu rakam bir sır gibi saklandı. Kulağıma geleni yazıyorum. Bana da inanmayın. Tam 18 trilyon...
F.Bahçeli yöneticiler onun transferi için tam 16 kez Rio de Janerio’ya gidip geldiler. Ve görülmemiş bir inat rekoru kırdılar. Tam iki yıl bu işin peşinden koştular.
Brezilya’dan Avrupa’ya çıkış yapan her futbolcu için sorulan klasik soru Alex için de geçerli: ‘F.Bahçe’de başarı sağlar mı?’ Bunun en doğru yanıtını zaman verecek.
Alex hiç kızmasın Brezilyalı gazeteciler onun için ‘İyi bir kılıbık’ diyorlar. Ve şimdiye kadar adının hiç bir olaya karışmadığını söylüyorlar...
Parma’da teknik direktör Alberto Malesani ile bir türlü uyum kuramadı. Ve sadece 6 maç oynadı.
YARIN: İ.TORAMAN
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2004
Brezilyalı yıldız, ‘Flavio Conceiçao dünya çapında keşfedilmeyen bir futbolcudur’ diyor. O, kendini hep böyle bildi ve böyle düşündü. Bunu da kimselerden saklamadı. Sistemin içinde kalmaktan hoşlanmaz. SICAK Brezilya’nın kuzey karakterli soğuk adamı... İspanyollar onu hep böyle tanıdı. Somurtkan, biraz geçimsiz, içine kapanık...
Deportivo’da 4 sezon oynadı ve bir lig şampiyonluğu yaşadı. Deportivo’daki kariyeri onu Real Madrid gibi her futbolcunun düşlerini süsleyen bir aileye taşıdı... Bu iş Real’e 30 milyon Euro’ya patladı...
Real’deki ilk yılında gerçekten iyi oynadı. Gözü kara siyah adam bir savaşçı gibiydi. Her topa giriyor, her rakibi kovalıyordu. Sanki, Real orta sahasının tek hakimiydi...
Bir sezon sonra kimselerin düşünemeyeceği bir sürpriz bekliyordu Conceiçao’yu. Sanki huy değiştirdi...
Sahadaki diyaloğu pek olumlu değildi. Arkadaşları ile uyum sağlamakta zorlanıyordu.
Üstelik, Del Bosque gibi disiplini her kavramın üzerinde değerlendiren bir hoca ile çalışıyordu. Ve bunu da herkesten iyi biliyordu...
Yine de bindiği dalı kesti Conceiçao!
Taktik ve sistem gibi kuralların dışına taşan bir coşku ile oynamayı seviyordu. Risk alıyor, başına buyruk tavırlar sergiliyordu.
Ve dik kafalı davranışları, sabırları taşırdı.
Real, yeni şöhretlerin peşine düşünce, zengin kadroda Conceiçao’ya yer kalmadı. Apar topar Almanya’nın Borussia Dortmund Kulübü’ne kiralandı.
Oysa, Real Madrid’de yaşadığı ilk sezon sonunda onu isteyen İtalyan kulüplerin sayısı bir hayli kabarıktı. Üstelik iyi paraya...
Conceiçao, hiçbirine sıcak bakmadı. Real’in büyülü havası, Brezilyalı futbolcuyu da etkilemişti. Ve hep kalıcı olacağını düşünmüştü...
Şimdi, Almanya’ya doğru zoraki bir yolculuğa çıkıyordu...
***
DHA İspanya muhabiri sevgili dostum Mehmet Çiftçi, Conceiçao’nun İspanya’daki performansını özetlerken, ilginç ipuçları da verdi...
Özellikle ofansif yönü çok güçlü...
Sürekli ileri çıkan ve şut atmayı seven bir futbolcu.
Defans ağırlıklı oyunu pek sevmez.
Sistemin içinde kalmaktan hiç hoşlanmaz.
Del Bosque’nin onu kızağa almasının başlıca nedeni de bundan kaynaklandı.
Sorumluluğunu unutup, sürekli ileri kaçması, defans kurgusunu bozdu.
Flavio Conceiçao’nun en belirgin özelliğini de şöyle yorumluyor Mehmet Çiftçi...
Korner atışlarında ceza sahasının bir köşesine saklanır. Adeta rakibe pusu kurar. Ve topun kendisine gelmesini bekler. Topla buluştuğu an, hemen kaleyi hedefler ve öldürücü şutlar atar...
Ve yine Mehmet Çiftçi’ye göre, stili Gheorghe Popescu’ya çok benziyor. Ancak, bir noktayı da ısrarla vurguluyor...
Popescu, Barcelona’da oynarken yardımlaşmaya özen gösterirdi. Conceiçao ise, Real’de başarıyı ısrarla yeteneklerinde aradı...
***
CONCEİÇAO’nun Almanya’daki performansına geçmeden, bir noktayı bilgilerinize sunmak istiyorum...
Kim ne söylerse söylesin, ya da eleştirsin, Brezilyalı futbolcu, bir sözünün hep arkasında durdu.
Flavio Conceiçao keşfedilmeyen dünya çapında bir futbolcudur.
O, kendini böyle bildi ve böyle yorumladı. Ve kimliğine duyduğu hayranlığı kimselerden gizlemedi!
Conceiçao’nun Almanya’daki performansı nasıldı? Böyle bir sorunun yanıtını Almanya HÜRRİYET muhabiri İsmail Erel’in gönderdiği notlara bakarak değerlendirdim.
Sevgili Erel diyor ki...
29 Temmuz 2003’te Dortmund’a kiralık futbolcu olarak geldi. 14 maç oynadı, bir gol attı. İki kez sarı kart gördü.
Alman liginin en iyi pasörleri arasında gösterildi. Pasların yüzde 92’si adresini buldu.
İşte burada bir paragraf açıyor Erel ve önemli bir bilgi düşüyor notlarına...
Ancak Conceiçao, tek gol pası veremedi. Ve giriştiği ikili mücadelenin sadece yüzde 48’ini kazandı.
Yine bir not, biraz mide bulandırıyor...
3 kez aynı yerden, dizinden sakatlandı.
***
İSMAİL Erel’e Conceiçao’nun özel yaşamını sordum. Gönderdiği bilgilileri aynen aktarıyorum.
Birayı çok sever. Bulduğu yerde içer... Hatta, Almanların ünlü spor kanalı DSF ile yapacağı bir söyleşiye aşırı alkol alması nedeni ile çıkamadığı söyleniyor.
Laf aramızda zaman zaman kendini playboy gibi görür...
Buna benzer şeyleri servis müdürüm sevgili Esat Yılmaer de söyledi... Alman gazeteci dostları, Yılmaer’in bir sorusuna şu yanıtı vermişler...
Bir oturuşta, bir Jack Daniels’ı bitirir. Tatlı hayatı sever.
Sahadaki performansını ise şöyle yorumluyor Alman gazeteciler...
Kalitesi tartışılmaz. Çok rahat adam eksiltir, iyi çalım atar. Havaya girdi mi zaman zaman şahane oynar. Havasında değilse, bir-iki güzel hareketin ardından kaybolur gider...
Conceiçao’nun Almanya performansı asla İspanya’daki başarı çizgisine ulaşamadı. Hele hele Deportivo’daki şaaşalı günlerine...
***
İSPANYOLLAR, Conceiçao’nun G.Saray’a transferine ilginç bir neden gösteriyorlar...
Conceiçao, Real Madrid’e transferi ile kariyerinin en şöhretli dönemini yaşadı. Ancak, aradığını bulamadı. Şimdi amacı, 42 kez giydiği Brezilya Milli Takım formasına 30 yaşında tekrar kavuşmak. Bunu çok istiyor.
Yine söylentilere göre, G.Saray’a düşük bir transfer ücreti ile gelmesinin perde arkasında da hep bu özlem gizliymiş...
Tekrar Brezilya formasını giymek.
Doğru veya yanlış...İspanyolların yalancısıyım, ben duyduğumu yazdım...
NEREDE O GÜNLER?
Deportivo’da lig şampiyonluğu yaşadı. Real Madrid’e 30 milyon Euro’ya transfer oldu. İlk sezon şahane oynadı. Sonra düşüş ve sıkıntılı günler başladı.
Real’de hep kalıcı olacağını düşünmüştü. İkinci sezonda Del Bosque’nin hışmına uğradı. Borussia Dortmund’a kiralandı. 14 maç oynadı, bir gol attı, iki sarı kart gördü.
HAVAYA GİRDİ Mİ!
Bir ara Almanya’nın en iyi pasörleri arasında gösterildi. Ancak, bir gerçek vardı. Attığı paslarda yüzde 92’lik bir isabet oranı yakalarken, tek gol pası üretemedi.
Geçirdiği üç sakatlık biraz mide bulandırıyor. Yine de kalitesi tartışılmaz diyorlar. Havaya girdi mi mükemmel oynar. Havasında değilse, sıradan biri gibi sırıtır.
BULDU MU GÖTÜRÜR
Birayı çok sever. Kafası iyiyse bir oturuşta bir şişe Jack Daniels’ı bitirir. Almanların ünlü spor kanalı DSF ile yapacağı bir söyleşiye bu nedenle katılamadığı söyleniyor.
Korner atışlarında ceza sahasının çevresinde bir köşeye saklanır. Ve topun kendisine gelmesini bekler. Topla buluştuğu an direkt kaleyi düşünür ve öldürücü şutlar atar.
YARIN: ALEX
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2004
İspanyol hoca futbolcusuna karşı iki konuda hassas ve kuralcıdır. İki yüzlü ve disiplinsiz davranışları asla kabullenemez. Sakin ve sevecen Del Bosque bir anda çileden çıkar. Dedikodu yapanlardan da hiç hoşlanmaz. POS bıyıkları, gevşek ve dağınık kravatı, bir beden büyük pantolunu ile bir taşralı profili. 5 kişilik bir ailenin reisi Del Bosque... Real’deki lakabı da Baba idi. Seven, bağışlayan ve de koruyan...
Bu sevecen adamın çevresi, Bosque’yi şöyle tanımlar...
Bir tarafı hep eksiktir!
Gülerken dalar, konuşurken düşünür... Aklı hep, doğuştan zihinsel engelli çocuğundadır.
Ailesini sürekli etrafında görmek ister. Eşi ve çocukları ile mutludur...
Del Bosque’yi Siniri alınmış insan’a benzetirler. Ama düşüncelerinde inatçı ve amansız bir savaşçı gibidir.
Başkan Florentino Perez’in suyunda gitseydi, şimdilerde yine Real’in tek patronu, değişmez ve değişmeyecek tek hakimiydi...
Başkan Perez diyordu ki...
Bosque, benim antrenör portreme uymuyor.
Ve Del Bosque’nin aklına- mantığına ters düşen bir Real Madrid yaratmak istiyordu.
İkisi de başka dünyaların adamıydı.
Perez’e göre, Real Madrid bir şöhretler topluluğu olmalıydı. Ve yıldızlarla başarıya koşmalıydı. Del Bosque de sürekli hücumu ön plana çıkartarak tribünlere keyif vermeliydi. Başarı ve şov birlikte sahne almalıydı.
Del Bosque ise, hayalcilik ve fantazilerden nefret ediyordu.
Gerçeklere sarılmadan başarıyı yakalamak mümkün değildi. Real Madrid, öncelikle alt yapısına özen göstermeliydi. Gonzales ve Guti gibi ünlüler birer alt yapı ürünü değil miydi?
Yine alt yapıda nice genç, Real formasını giymek için sıra bekliyordu. Ve Del Bosque ısrarla aynı düşünceyi savunuyordu...
Zengin olabilirsiniz. Dünya starlarına Real forması giydirebilirsiniz. Ama alt yapıyı canlı tutmak ve de gençleri kazanmak Real’i daha zengin ve başarılı kılar.
Zaman, Bosque’yi haklı çıkardı. Real, geçen sezon yine şöhretlerden oluşan bir kadro kurdu. İnanılmaz transfer ücretleri ödedi. Ancak, adına-şanına hiç yakışmayan haftalar geçirdi. Ve dillere düştü. İspanyol basını ağır eleştiriler getirdi Real Madrid’e... Ve bir gazetenin attığı başlık, Real’in tarihine kara bir leke gibi yapıştı...
Reziller topluluğu!
***
Del Bosque, Real ailesinden ayrılırken, geride hiç unutulmayacak bir performans bırakıyordu...
4 yılda 2 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, 1 Kıtalararası Şampiyonluğu, 1 Süper Kupa, 2 İspanya Ligi Şampiyonluğu ve bir de İspanya Süper Kupa Şampiyonluğu...
11 yıl Real Madrid forması giyen ve 12 yıl da Real Madrid’in alt yapısını yöneten Del Bosque, her ne kadar saklasa da bir gerçek hep bu Castilla beyefendisi ile birlikte yaşayacak...
Dünyanın hangi ülkesine ve takımına giderse gitsin, Real sevgisi Bosque’nin yüreğinden hiç silinmeyecek.
Çünkü Real Madrid, Del Bosque’nin mesleğindeki ilk gözağrı. Beşiktaş ise, Avrupa’da çalıştıracağı ilk takım...
***
DEL BOSQUE nasıl bir teknik adam?
5 Öncelikle basit oyunu sever.
5 Topla aşırı oyalanmanın bir şey kazandırmayacağına inanır.
5 Ve kuralları çiğnemeden agresif oyundan hoşlanır.
5 Maç başladıktan sonra ilk işi rakibi okumaktır.
5 Bosque’ye göre rakibi anlamak maçı kazanmanın ilk yoludur.
5 Her soruna sakin ve mantığı ile yaklaşır. Derdi olan bir futbolcunun direkt kendisine gelmesini bekler. Aracılardan hoşlanmaz.
5 İdmanlarda futbolcularını hırpalamaz. Çeşitli yollarla idmanları bir oyun şekline sokar.
Del Bosque, iki konuda hassas ve kuralcıdır. Riyakarlık, o sevecen ve sakin adamı bir anda çileden çıkartabilir. Yüzüne gülüp de arkasından konuşan futbolcuyu hemen kadro dışı bırakır. Takımda dedikodu yaratana da yine aynı cezayı uygular.
Disiplinsiz davranan futbolcuya karşı daha da katıdır. Kafasına taktığı futbolcuyu bir süre izler. Düzelmeyeceğini anladığı an, odasına çağırır ve biletini keser...
Sana bu kulüpte ekmek yok!
***
FUTBOLCULUK yaşamında gerçek bir centilmendi Del Bosque. Real Madrid’in gelmiş geçmiş en az sarı ve kırmızı kart gören futbolcusudur.
Onun bu huyu Realli futbolcuları da etkilemiştir. Ve Del Bosque döneminde Real Madrid’de sarı ve kırmızı kart gören futbolcu sayısında inanılmaz bir düşüş görülmüştür.
Balıktan hiç hoşlanmayan, et yemekten hiç bıkmayan Del Bosque, kebabın kokusuna hiç dayanamaz. Karnı ne kadar tok olursa olsun, Tandır’a midesinde her zaman boş bir yer bırakır.
***
SEVGİLİ dostum, DHA İspanya muhabiri Mehmet Çiftçi diyor ki...
Del Bosque, herhangi bir başarısızlıkta kendi biletini de kesmesini bilir.
Beşiktaş’ta işler kötü giderse, hemen bir basın toplantısı düzenler, suçu kendinde arar. Ve Beşiktaş ile bağlarını koparır...
Herhangi bir sürtüşmede, tazminat için mahkeme kapılarında dolaşacak bir tip değildir Del Bosque...
İstenmeyen yerde bir dakika durmaz. Tazminat da istemez!
***
Ve kafaları kurcalayan bir soru...
İlk kez Avrupa’ya çıkan Del Bosque, Beşiktaş’ın huyuna suyuna uyum sağlayabilir mi. Başarıyı yakalar mı?.
Real’deki mükemmel performansına ve meslek kariyerine karşın hala Del Bosque’ye şüphe ile bakanlar yine de bir noktada birleşiyorlar...
Kariyerini kimse inkar edemez. Lothar Matthaeus’tan daha başarılı olacağına inanıyoruz.
Bu, Beşiktaş’ın beklentilerine yanıt verebilir mi? Ayrıca tartışılabilir...
Yine de Del Bosque, geçen sezon Beşiktaş’ın üzerine çöken kara bulutların arasından fırlayan bir güneşi andırıyor.
Sevgili meslektaşım Turgay Demir, Del Bosque’yi rahmetli aktör Hulusi Kentmen’e benzetmiş... Eski bir İstanbul efendisine...
Aramıza hoşgeldin Castilla beyefendisi!
TAZMİNAT İSTEMEZ
İşler kötü giderse, hemen kendi biletini keser. Kulübü ile herhangi bir sürtüşmeye girmez. İstenmeyen yerde bir dakika durmaz. Tazminat da istemez.
Başkanın suyunda gitseydi, şimdilerde Real Madrid’in yine tek patronu, değişmez ve değişmeyecek tek hakimiydi. Ama taviz vermeyecek kadar sağlam ve prensip sahibidir.
KAFASINA TAKTI MI!
Disiplinsiz davranan futbolcuyu bir süre izler. Değişmiyorsa, çağırır odasına ve düşüncesini açıkça belirtir: ‘Sana bu kulüpte ekmek yok. Özür dilerim...’
Del Bosque öncelikle basit oyunu sever. Ve kuralları çiğnemeden agresif oyundan hoşlanır. Bunu futbolcularına uygun bir dille anlatmaya çalışır. Tekrarlamaktan hiç bıkmaz.
KOKUSUNA DAYANAMAZ
Balıktan hiç hoşlanmayan, et yemekten bıkmayan Del Bosque, kebabın kokusuna hiç dayanamaz. Tandır’a midesinde her zaman boş bir yer ayırır...
İdmanlarda futbolcularını hırpalamaz. Çeşitli yollarla idmanları bir oyun şekline sokar. Futbolcu ile arasına bir başkasının girmesini istemez...
YARIN: CONCEİÇAO
Yazının Devamını Oku 10 Mayıs 2004
<B>BELKİ,</B> Beşiktaş için hiçbir amaç taşımayan bir oyundu. Oysa, maçın sonucu ligin dibindeki bazı takımların kaderini etkileyebilirdi. Kimini umutlandırır, kimini kurtarır veya yakıp geçerdi. Bursaspor’un gözü, İstanbulspor’un kulağı bu maçtaydı. Ve yine bu oyun, A.Sebat’ı doğrudan ilgilendiriyordu...
Öyleyse, Beşiktaş bazı değerleri gözardı edemezdi. Sebat’ı yenip, üzerinde yoğunlaşacak dedikodulardan uzak durmalıydı. Ve kimliğine sıçrayacak çamurlardan korunacak bir skorla ayrılmalıydı sahadan...
Tribündeki taraftarlar da böyle düşünüyordu. İnanıyorum sahadaki Beşiktaş da...
Ancak, bir gerçek tüm ayrıntılarıyla sırıtıyordu. Beşiktaş tükenmişti ve koşamıyordu. Beşiktaş, pas-şut ve atak becerisi gösteremiyordu.
Sanki, tüm değerleri çürümüştü... Penaltı pozisyonunda Zago’nun ağır davranışı... İkinci Sebat golünde savunmanın şaşkınlığı... Her biri tribündeki bir avuç taraftarı çılgına çeviriyordu.
* * *
Ve tribündeki seyircilerin maçı bırakıp, nostaljik takılmaları da bundandı... Metin-Ali-Feyyaz’ı hatırlamaları... Pascal Nouma’yı çağırmaları... Her biri kızgınlığın ve kötü futbola isyanın sesli tepkisiydi.
Hele hele, ‘Bu forma sizlere hiç yakışmıyor’ şeklindeki çığlıkları, gerilen sinirlerin bir anda boşalmasıydı.
Ilie’nin kaçırdığı penaltıyı, Okan’ın gördüğü kırmızı kartı hiçbir mazeretin arkasına gizleyemem.
Lafın kısası... Beşiktaş’ın, 8 puan gerisindeki Fenerbahçe’ye yakalanması ve şampiyonluğu armağan etmesi... Daha sonra lig ikinciliğini Trabzonspor’a kaptırarak, Şampiyonlar Ligi’nden düşmesi asla unutulmayacak.
Bu kadro bir suç işledi ve Beşiktaş’ı maddi-manevi zarara sürükledi. Ve dün de Akçaabat Sebatspor’a yenilerek büyük bir ayıba imza attı.
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2004
<B>OYUNUN </B>başlayacağı dakikalar yaklaşıyordu. Boş ve heyecansız tribünlere bakarak birden geçen sezondaki Adana-Beşiktaş maçına döndüm. Kolaylıkla hatırlayabiliyordum... Olağanüstü bir coşku, kapıları zorlayan seyirciler ve 5 Ocak Stadı’nın her bir köşesinden sarkan siyah beyaz flama ve bayraklar...
Ve Beşiktaş için sıraladığım kelimeler hala aklımın bir köşesinde.
Beşiktaş’ın hiç değişmeyen değerleri için yazdığım övgü dolu pasajlar... Her biri bir film şeridi gibi sanki önümden geçiyor.
H Güzel futbolun ilk adresi.
H Takım olabilme özelliği.
H Yardımlaşma ve kazanma hırsı.
H Zaman zaman rakibi boğan yüksek tempo.
H Pozisyon zenginliği.
H Taş gibi bir savunma...
Ve şampiyonluğa adım adım yaklaşan bir Beşiktaş cümlesi ile yazımı noktalıyorum.
* * *
Ve bir sezon sonra yine aynı stattayım. Rakip yine Adanaspor... Değişen sadece Beşiktaş’ın konumu ve değerleri.
Şampiyonluğu inanılmaz bir beceriksizlikle başkalarına kaptırmış...
İkinciliği mucizelere kalmış, UEFA’ya kapağı zor atmış...
Böyle bir Beşiktaş, bir yılda benden de bir şeyler alıp götürmüş. Öncelikle yazı heyecanımı törpülemiş... Yine de yazmak zorundayım. Ve sıkıntılarla boğuşuyorum.
İlk yarıda İlie ve Tümer’in ayağından kaçan iki fırsat... Ve hiçbir değerini sahaya yansıtamayan bir Beşiktaş.
Beşiktaş’ın iki kanadını da dikkatle izledim. İbrahim, soldan taşıdığı her topu boşa ortaladı.
Sağda Okan Koç, bir kenar adamındaki çabukluğu ve özelliklerin hiçbirini sergileyemedi.
* * *
Lucescu, ikinci yarıda Sinan’ı kenara çekerek, İlie’nin yanına Serdar’ı gönderdi. Sinan Kaloğlu’nun hala beklentilerin uzağında bir performansla oynamasına anlam veremiyorum.
Sahada ürkek adımlarla dolaşıyor. Okan Koç gibi...
Her ikisi de tepeden tırnağa stres yüklü. Hatadan korkuyorlar, sanki oynamaktan ürküyorlar.
Oysa, ikisi de sezon başında Beşiktaş’ın umutlar bağladığı iki delikanlıydı.
Tümer Metin, Adrian İlie ve diğerleri nerelerdeydi? Bazen Giunti’nin birkaç hareketi, Ümit Aydın’ın sonuçsuz çabası... Beşiktaş böyle mi olmalıydı?
Daha fazla üstelemenin gereği yok. Beşiktaş, yeni sezonda beklentilerini yenilenmiş bir kadroda aramazsa, şimdiden söyleyebilirim, işi gerçekten zor. Maçtan sonra yanıma yaklaşan bazı taraftarların sitemleri hala kulaklarımda çınlıyor...
‘Şampiyonluğu kaçırdık, üzüldük. Ama küme düşen bir takıma yenilmeyi asla kabullenemiyoruz. Bunun acısı diğerinden de büyük.’
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2004
<B>BEŞİKTAŞ’</B>ın oyun kurgusu, bazı korku ve endişeler üzerine kurulmuştu. Acaba bu, eksik kadro ile oynamanın bir kompleksi miydi...Lucescu’nun skoru maceraya atmamayışı, fantazilerden kaçışı, ilk planda sağlıklı bir düşünce gibi yorumlanabilir. Yine de soruyorum...Böyle bir formül, Beşiktaş’ı gönlündeki sonuca götürebilir miydi?
Lucescu, her iki kanadı Kaan Dobra ve İbrahim ile kapamıştı. Tuncay’ın gittiği her bölgeye Kaan Dobra daha önce koşuyor, İbrahim de Serhat’ı adım adım kovalıyordu.
Ve Zago-Yasin-A.Yıldırım’dan oluşan defans kurgusu, Kaan ile İbrahim’in de katılımlarıyla beşli bir savunma bloğu oluşturuyordu.
Luca, buna karşın, rakip kaleye de kalabalık bir hücum mangası ile koşmayı planlamıştı.
Örneğin, Serdar, Sergen ve Tümer... Zaman zaman da Pancu... Ancak, her Beşiktaş atağında İlhan Mansız’ın o iş bitirici kişiliğini hatırladım. Ahmet Dursun’un kurnazlığını aradım. Ne yalan söyleyeyim, zaman zaman da Pascal’ı andım...
Onların her biri, birer santrfor ve gerçek golcülerdi. Yukarıda saydıklarım birer forvet...
* * *
Yedikleri ilk gole kadar hiç bir Beşiktaşlının sorumluluktan kaçtığını söyleyemem. Ve hiç bir futbolcuyu da şöyle veya böyle oynadın diye suçlayamam. Sadece bazılarına sitem edebilirim...
Tümer Metin’in daha etkili olabileceğini düşünüyordum, derbinin ağırlığını taşıyamadı.
Pancu’dan daha hareketli bir oyun bekliyordum. Sakatlıktan yeni çıkmıştı. Fizik açıdan yetersizdi...
Oyunun her dakikasında Sergen’den bir mucize bekledim. Onda da aradığımı bulamadım.
Ve Beşiktaş savunması Ronaldo’suz oynamanın sıkıntılarını her Fener atağında yaşadı. F.Bahçe’nin ikinci ve üçüncü gollerinde 3’e 1 yakalanan Beşiktaş defansını ağır bir eleştiri fırtınasına sürüklemek istemiyorum. Ancak, bir final oyununda Yasin’e hassas bir bölgede sorumluluk yüklemek, ne kadar doğru bir davranıştı... Bunu da Lucescu’ya sormak isterim.
Ve Ahmet Yıldırım ile Zago, Yasin’e yeterince yardımcı olabildiler mi... Buna da onlardan bir yanıt beklerim...
Cordoba’nın formsuzluğu bir gerçek. İlk golde, boşta kalan topa gerekli hamlede geçikmesi ve biraz da korkakça davranışı, F.Bahçe’ye hiç beklemediği bir anda avantaj sağladı.
* * *
Beşiktaş dünkü sonuçla, şampiyonluktan sonra, ikincilik şansını da tüketti. Maçtan önce bir süre tribünleri izledim. Coşkularında inanç yoktu. Çünkü, alkışladıkları Beşiktaş, kimliğini, özelliklerini ve değerlerini çoktan yitirmişti.
Sakatlar ve cezalılar Beşiktaş için asla bir mazeret olmamalıydı. Beşiktaş, eksiklerini, takım olabilme farklılığı ile giderebilirdi. Bir kişi iki kişilik koşabilirdi. Ancak, Beşiktaş eski Beşiktaş değildi.
İşte, bunun için tribünlerde coşkuya karşın inanç yoktu. Bunu neye benzettim söyleyebilir miyim...
Sanki, Beşiktaş için son görevini yapmaya gelmiş bir kalabalıya benzettim...
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2004
<B>BEŞİKTAŞ’</B>ın, Konya’da oynadığı doksan dakikalık filmin karelerini tek tek geriye sarıyorum. Ve her birini tekrar canlandırıyorum. 1İlk 13 dakikada yenilen iki gol, Beşiktaş savunma ailesinin her maçta tekrarladığı hataların bir tekrarıydı. Zafer’e iki rahat kafa topu vurduran Ronaldo ile A.Yıldırım’ı... Ve her iki pozisyonu sadece izleyen Cordoba’yı suç dosyasının ilk sırasına fişliyorum. Ve soruyorum...
Kümede kalma mücadelesi veren ve 38 gol yiyen Bursaspor gibi, kalesinde 38 gol gören Beşiktaş, böyle bir savunma topluluğu ile şampiyonluk düşlerini sürdürebilir mi?
2Lucescu, Konya’da da Beşiktaş klasiğinden uzaklaşarak yine bir kumar oynadı. G.Saray ve G.Birliği maçındaki gibi... Umutların tükendiği dakikalarda Sergen, Tümer, Ilie ve Sinan Kaloğlu ile kalabalık bir hücum mangası oluşturarak, şans golü aradı. Paçayı kurtaracak bir golü kovaladı.
Ancak, sevgili Lucescu, bir gerçeği unuttu... Kumarda bugün kazandığını yarın keybedersin. G.Saray maçında kazandığını G.Birliği karşısında kaybettiğin gibi. Konya’daki oyun da bu iki maçın bir uzantısıydı.
3Oysa, Beşiktaş bu maçta kendi değerlerini devreye sokmalıydı. Kanatların işlemediği, orta sahanın oyuna etkinliğini koyamadığı bir doksan dakikadan daha fazlasını bekleyemezdi Beşiktaş... Giunti eski havasından çok uzaklarda. İbrahim’in çabası bir çırpınıştan farksız. Ümit bu kaosta ayakta kalmaya çalışan yalnız bir adam. Böyle bir orta saha ile Beşiktaş egemenliğinden söz etmek mümkün mü?
4İlie ile A.Hassan’ın birlikte oynadığı dakikalarda, İlhan Mansız bir kenara Ahmet Dursun’u bile aradım. Sadece ben değil, arayanlar öylesine çoktu ki... Bu kargaşada iki gol atan Serdar’a koca bir alkış.
Tümer için bir şeyler yazmayacağım. Sadece böyle bir ortamda onu 61 dakika kenarda bekleten Lucescu’ya sitem edeceğim.
5Beşiktaş, dün Konya’da neler kaybetti? Şampiyonluk hevesi mucizelere kaldı. Kimse, kalem-kağıt alıp hesaplara, pembe düşlere dalmasın. Haftaya Fener derbisini kazansa da, atı alan Üsküdar’ı geçti. Öyleyse, oturup karalar bağlayacağına, ikinciliği nasıl kurtarır, bunun peşine düşmeli...
Ancak, böyle oynayarak değil, değerlerini ve Beşiktaş klasiğini hatırlayarak ikincilikte bir teselli aramalıdır.
Yazının Devamını Oku