22 Ekim 2004
21 yaşındaki Brezilyalı, Valencia karşısında harikalar yarattı. 1 gol atan, 2 de gol pası veren Adriano’nun Milli Takım’daki kaptanı ise, F.Bahçeli Alex. PERŞEMBE sabahı uyanan futbolseverlerin her birinde uykusuz geçirdikleri bir gecenin yorgunluğu hemen hissediliyordu.
Servisimin hali de berbattı... Sabah otobüsüne yetişenler, serviste uyukluyordu. Öğlene doğru gelen İsmail Er’in ise, gözleri kapalı sadece dudakları oynuyordu.
Dün gece Adriano’yu izledin mi? Ne biçim adam.
Er’in narası ile uyananlar da hemen konuya dalıyordu...
Acayip bir şey. Böylesi az görülür!
Adriano... Adriano...Adriano...
* * *
Çarşamba gecesi Valencia-Inter maçında Emre Belözoğlu için TV başına yığılanlar, Adriano’nun büyüleyici oyunu ile adeta ekranlara yapışıyordu...
Kim bu Adriano?
Daha dünün çocuğu... 21’ini yeni bitirmiş, henüz şımarmayı bile beceremeyen, süratle şöhrete tırmanan bir Brezilyalı.
Flamengo’da başlıyor işe... 2000 sezonunda, 32 maçta 10 gol atıyor. 2001’in ilk yarısını 13 maçta 4 golle geçirdikten sonra, Inter’e geliyor. Yarım sezon oynadığı İtalyan kulübünde, 14 maçta tek gol atıyor.
Sonra Fiorentina’ya gidiyor. 15 maçta 6 golle oynuyor. Ve Parma’daki performansı ile tırmanışa geçiyor...
2002-2003 sezonunda 31 maçta 17 gol atıyor. 2003-2004’te sezona Parma’da başlıyor. 13 maçta 9 gol attıktan sonra tekrar Inter’e dönüyor. Ve geçen sezonu 12 golle kapatıyor.
Adriano’nun yeni sezonda oynadığı 6 lig, 5 Avrupa kupası maçında attığı toplam gol sayısı ise 12...
* * *
VE Çarşamba gecesi olağanüstü performansından sonra hemen telefona sarılıp, Reha Erus’a bağlandım. Ve herkesin yanıt aradığı soruyu sevgili Erus’a yönelttim...
Kim bu Adriano?
Adriano mu...
Evet, herkes onu konuşuyor. Dün gece hepimizi uykusuz bıraktı.
Ben de uyumadım. Ona İtalya’da Fenomen diyorlar.
Yani, ilah gibi bir şey.
Evet...Evet...
Ve Erus, heyecanla anlatıyordu Adriano’yu...
İtalyan teknik adamlar, onu Ronaldo’nun velihatı gibi görüyorlar. Taş gibi bir bünyesi var. Sakatlık nedir bilmiyor.
Biraz daha anlatsana...
Brezilya’nın gelmiş-geçmiş en usta futbolcularından Zico’ya hayran...
Onu mu örnek almış?
Az daha unutuyorduum. Bir de bizim Emre’ye...
Emre’ye mi hayran?
Evet, onu en iyi anlayan futbolcunun Emre olduğunu söylüyor. Ve en iyi topları da yine Emre’den aldığını ısrarla vurguluyor. İtalya liglerinde Adriano kadar spektaküler gol atabilen başka futbolcu yok. Topla 35-40 metre gidiyor. Kimse karşısına dikilip, topu ayağından alamıyor.
Bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde attığı 4 golle gol krallığının zirvesini Bayern Münihli Roy Makaay’la paylaşıyor. Asist krallığında da Real Madrid’in yıldızı Luis Figo ile ikinci sırada yer alıyor.
* * *
ADRIANO, güç-teknik-dayanıklılık ve sürkeliliğin bir sembolü. Brezilya Milli Takımı 1999’da 17 yaş altı dünya şampiyonluğunu kazanırken, akranlarının arasından hemen sıyrılıyordu.
Ve o günlerde Adriano için söylenenler, bugün söylenenlerin bir benzeriydi...
Kim bu çocuk?
Ve aradan geçen 5 yıl... Brezilya 2004 Amerika Kupası’nı kazanıyor. Adriano da 7 golle krallığını haykırırken bir de sıfat yükleniyordu...
Amerika-2004’ün en iyi futbolcusu.
İşte çarşamba gecesi herkesi uykusuz bırakan Adriano böyle biri...F.Bahçe’de oynayan Alex de bir Brezilyalı. Üstelik Brezilya Milli Takımı’nda Adriano’nun kaptanlığını yapıyor. Ama Emre gibi bir anlayanı yok. Alex’in sıkıntısı da bu değil mi?
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2004
<B>BEŞİKTAŞ</B>’ta oynama isteğiyle dolu futbolcu sayısı bir hayli kabarıktı. İlk sıraya <B>Ahmed Hassan</B>’ı koyuyorum... Oyunun henüz ısınma dakikalarında yoktan üç pozisyon yaratan ve sahanın her bölgesinde inanılmaz bir efor harcayan Ahmed Hassan, diğerlerini de ateşledi.
Ve Beşiktaş, zaman zaman yükselen temposunu sahanın geniş alanına taşıyarak rakibin direncini kolayca kırdı.
Okan Buruk, 90 dakikayı hiç durmadan tamamladı. Rakipten çaldığı ve kaptığı topların sayısı rekor düzeydeydi. Üstelik, çoğunu olumlu pasa dönüştürmeyi başardı.
Ahmet Yıldırım, oyunu iyi okudu ve yönlendirdi. Adamına göre servis yaptı, Carew’in kafasına kaldırdığı toplar ve Ahmed Hassan’a attığı kontra paslarda farklı bir kişilik sergiledi.
Sergen’in hiç kesmeden koşma isteğine şaşırdım. Beklenmedik anlarda yaptığı nefis hareketleri herkes gibi keyifle izledim. Ve zaman zaman gereksiz öfkesini de kazanma hırsına bağladım...
* * *
John Carew, iyi başladığı oyunun devamını getiremedi. Milli maç yorgunluğunu bir bahane gibi düşünemiyorum.
Hele hele, Sergen’in önüne uzattığı gollük topa koşarken 5-6 metre arkadan gelen rakibe yakalanmasına da bir anlam veremiyorum.
Carew’in beklenen performanstan uzak görüntüsü, Beşiktaş’ın hücum etkinliğini sınırlı kılıyor. Ve onun Beşiktaş’a henüz hiçbir şey kazandırmadığı gerçeğini de her maçta bir kez daha yaşıyorum.
* * *
Beşiktaş savunması 90 dakikayı hiç zorlanmadan bitirdi. Göbekte Mustafa Doğan-Emre ikilisinden endişe duyanlar yanıldılar. Her ikisi de oyuna önce yüreklerini koydular, sonra birbirlerini kontrol ederek 90 dakikayı hatasız tamamladılar.
İbrahim Akın, kısa bir döneme iki gol sıkıştırarak 1-2 haftalık kötü performansını unutturdu.
Beşiktaş, dün gece yarattığı farklı skor ile tribündeki taraftarıyla barıştı. Şimdi o taraftar, iki hafta sonra oynanacak Fenerbahçe maçını bekliyor. Ve bu derbinin Beşiktaş’ta çok şeyleri değiştireceğine inanıyor.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2004
Beşiktaş, iyi oynadığı ve maça asıldığı dakikalarda beklenmedik bir gol yedi. Ve Çağdaş, tüm hava toplarını topladığı bir anda, yerden Gökdeniz Karadeniz’e yakalandı. Gökdeniz, sürati ve çabukluğuyla gidip golü attı. Pozisyonda Çağdaş hatalıydı... Gökdeniz’i, Çağdaş ile başbaşa ve yardımsız bırakan İbrahim Toraman da büyük suçun ortağıydı...
Beşiktaş, ilk 45 dakikada golün dışında savunmada herhangi bir sıkıntı yaşamadı. Oyunun genelinde ve hücum bölgelerinde ise yanlış eşleşme Beşiktaş’ı pozisyon yönünden yine kısır bir didişmeden öteye taşıyamadı.
Del Bosque, John Carew-Sergen Yalçın ikilisinden hücum etkinliği beklediği sürece, Beşiktaş’ın bu bölgedeki sancıları hiç dinmeyecek.
Dün, her hava topunu rakipten alan John Carew’in yanına daha hareketli bir sprinter gerekmez miydi?
* * *
Bodo maçının başarılı ismi Ahmed Hassan oyunun önemli bir bölümünü kulübede izledi. Tümer Metin ise hep Del Bosque’nin yanında oturdu. Acaba, Del Bosque’nin Trabzon’daki puan hesabında ne gibi düşünceler gizliydi... Eğer, böylesine zorlu bir deplasmanda tek puanın büyüsüne inandıysa, sevgili Del Bosque’ye hiç katılmıyorum.
Beşiktaş’ın yaşadığı koşullar, her yerde ve ortamda galibiyeti gerektiriyor.
Üç puanın ötesinde alacağı her sonuç, Beşiktaş’ın zirve ile arasındaki uçurumu biraz daha derinleştirir...
* * *
Del Bosque’nin ilk 11’de görev verdiği Juanfran ilk 45 dakikada olumlu performans sergiledi. Ancak ikinci yarıda o da kayıplara karıştı.
Orta sahanın göbeğinde Okan Buruk-Ahmet Yıldırım ikilisi de bu bölgeye aranan kan değildi. Hücum-savunma ve oyunu yönlendirme gibi bir sorumluluğun ağır yükünü taşıyamadılar.
Çağdaş’ın ikinci sarı karttan oyundan atılması sorumsuz bir davranıştı. Beşiktaş’a gelmeden hırs ile öfkeyi ayırtetmeyi öğrenmesi gerekirdi Çağdaş’ın... Aynı sitemi İbrahim Toraman için de yapacağım.
* * *
Beşiktaş’ın bundan böyle zirveden söz etmesi veya düşler kurması hiç inandırıcı olabilir mi?
Liderin 16 puan gerisindeki Beşiktaş’ın bu puan farkını kapaması hiç düşünülebilir mi?
Sezon başında Beşiktaş’ın bu kadar çabuk tükeneceği ve 8. haftada tüm umutlarını yitireceği kimin aklına gelirdi?
Yine söylemeden yapamayacağım... İlk lig maçını izledikten sonra içime bir kurt düşmüştü... Korktuğum başıma geldi.
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2004
<B>TRİBÜNLER, </B>coşkusunu ve heyecanını sahadaki futbolculara da aşılayınca, <B>‘kazanma hırsı’ </B>farklı bir Beşiktaş yarattı. Hemen bir örnek sunabilirim... Pancu’nun bir frikik atışı, Bodo savunmasından geri döndü. Ve bir kontratak olarak Beşiktaş kalesine yöneldi. Pancu, 40 metrelik bir kovalama sonucu, kaybettiği topu kendi ceza alanı önünde yakaladı... Ve olası bir tehlikeyi giderdi.
Bu, Beşiktaş’taki kazanma hırsının dolu dolu bir göstergesiydi.
Özellikle doksan dakikayı aynı duygularla oynayan birkaç isim daha sayabilirim... Sağ kenarda müthiş bir hevesle koşan ve her atağı kovalayan A.Hassan... Solda, olağanüstü bir efor harcayan ve genelde her topu olumlu kullanan İbrahim Üzülmez. Savunmada Çağdaş Atan ve İbrahim Toraman...
Her biri oyunun genelinde varlıklarını hissettirdiler ve diğerlerini de ateşlediler.
* * *
Beşiktaş, oyunun hiçbir bölümünde ilk maçta yakaladığı 1-1’lik skorun arkasına saklanmadı. Hep hücumu ve rakip kaleyi düşündü.
Öyleyse, beklenen golün gecikmesinin kaynağı neydi?
Beşiktaş, sahanın her bölgesinde gösterdiği hırsı, rakip ceza alanında ‘beceri’ gibi önemli bir özellikle birleştiremedi.
Del Bosque’nin ikinci yarıya John Carew’i oyundan alıp Tümer Metin ile başlaması... Ve İbrahim Akın’ı çıkartıp Sergen Yalçın’ı sahaya sürmesi, Beşiktaş’ın ‘beceri noksanlığını’ gidermek için yaptığı doğru tercihlerdi.
Şimdi bir soru tekrar gündeme gelebilir... Tümer Metin-Sergen Yalçın bu takımda birlikte oynar mı? Derin bir yoruma girmiyorum. Ancak, dün gece birlikte oyuna ve Beşiktaş’a getirdikleri kaliteyi yazmadan da geçmeyeceğim.
Üstelik, Del Bosque’ye de Tümer’i haftalarca neden kenarda beklettiğini özür dileyerek soracağım.
* * *
Ve John Carew... Oyunun ilk 45 dakikasında forma giydi. Rakip ceza alanında bir konu mankeni gibi ağır adımlarla dolaştı. Hareketsiz ve cansızdı... Rakip savunma üzerinde baskı yapmadı. Kenarlardan gelen ortalara gerekli hamlelerde hep gecikti. Topla buluştuğu pozisyonlarda düşüncelerini ayaklarına uygulatacak çabukluk yoktu Carew’de...
Böyle bir John Carew Beşiktaş’a ne yarar sağlayabilir? Herhalde, bu soru da kısa bir zamanda Beşiktaş’ın gündemine gelecek. Ve Carew tartışılacak...
Yine bir soru... Carew’in durumu Beşiktaş’ı yeni bir santrfor arayışına, yeni bir transfer girişimine sürükler mi?
Bu da Beşiktaş yönetiminin gündemine düşecek ve tartışılacak olası bir konu...
Ve UEFA’da Beşiktaş’ın bir üst tura geçmesi, Del Bosque’nin durumunu etkileyecek mi? Yani, ‘gitti-gidiyor’ gözü ile bakılan İspanyol hoca, bu galibiyetin getirdiği coşku ile Beşiktaş’taki görevini sürdürecek mi?
Beşiktaş yönetiminin vereceği bu tarihi kararı da merakla bekliyorum...
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2004
<B>DEL BOSQUE</B>’nin Yeşilköy Atatürk Havalimanı’na ayak bastığı günün görüntülerini servisce televizyon ekranlarında izliyorduk... Beşiktaş’a gönül verenlerin ağzı kulaklarına varıyordu...Beşiktaş, Real Madrid gibi bir dünya markası ekibin hocasını kolundan tuttuğu gibi İstanbul’a getirmişti.
Bundan iyisi can sağlığı... Herkes böyle düşünüyordu ve iri iri savlar üretiyordu...
Beşiktaş ligi götürür... Avrupa’da da koşar...
Bu heyecanın kaynağı Del Bosque idi... İspanyol hocanın kariyeri, Real Madrid’de yaşadığı ve yaşattığı şampiyonluklar, topladığı kupalar, televizyon başındaki Beşiktaşlı servis arkadaşlarım için adeta bir moral deposuydu. Bir bağırmadıkları kalmıştı...
Şampiyon Beşiktaş!
Duyguların coştuğu bir anda, ıslığa benzer bir ses tonu ile koca bir kayanın Del Bosque’ye doğru fırlatıldığını hissettim.
Bu adam Beşiktaş’ta 10 hafta kalsın kellemi keserim!
* * *
KAFALAR bir anda geriye doğru çevrildi. Taşı fırlatan sevgili dostum, servis sorumlusu Esat Yılmaer idi...
Şaka mıydı, yoksa bir bildiği mi vardı? Yılmaer’in sanki dili takılmıştı. Aynı şeyi tekrarlıyordu...
10 hafta kalsın, kellemi keserim!
Ve televizyonun başından ayrıldık, Yılmaer’in odasında koyu bir sohbete daldık... İspanyol gazetecilerle konuşmuş Yılmaer... Her biri, Del Bosque’nin, Real Madrid dışında bir takımda başarılı olamayacağını söylemiş.
‘Niye?’ diye sordum Yılmaer’e. Net yanıtlar aldım...
Oyunu iyi okuyamaz.
Yaratıcı değildir.
Beşiktaş’ta sudan çıkmış balığa döner.
Neden sudan çıkmış balığa döner?
Onun Madrid’den başka dünyası yokmuş. Evinden çıkar kulübe gidermiş. Sonra kulüpten evine... Bu trafik 30 yıl hiç bozulmamış...
Ve pazar gecesi telefonum çaldı. Beşiktaş’tan bir arkadaşım arıyordu.
Del Bosque’nin işi bitti. Biliyor musun?
Hemen İspanyol hocanın Yeşilköy Atatürk Havalimanı’na geldiği günü hatırladım. Televizyon başındaki Beşiktaşlı dostlarımın heyecanı, gözlerimde canlandı. Ve Yılmaer’in ıslık gibi kulağıma saplanan sözleri aklıma geldi.
Bu adam 10 hafta kalsın, kellemi keserim!
10 haftaya kalmadı, 7. haftada gitti Del Bosque.
* * *
GİDENİN ve ölenin arkasından konuşulmaz derler. Ama ben bazı şeyler söyleyeceğim...
Del Bosque 7 lig maçının hangisinde oyunu iyi okudu?
Hiçbir maçta Beşiktaş’ı kurtaracak, skoru değiştirecek bir beceri gösteremedi.
Beşiktaş’ı bir sistemin sağlıklı kalıpları içine çekebildi mi. Özlenen Beşiktaş’ı yaratabildi mi?
Puan cetveline bir bakın. Beşiktaş 8. lig haftasına eksi bir averajla giriyorsa. 7. haftada şampiyonlukla vedalaşıyorsa... Bu sorunun yanıtını rakamlarda arayın.
Sevgili Del Bosque, Beşiktaş’ta sudan çıkmış balığa döndü mü?
Dilim varmıyor söylemeye... Dünyasını şaşırdı Beşiktaş’ta...
Neler yaptı?
Hani bir benzetme yaparlar. Elma ile armudu karıştırdı diye. Real’de yıldızlarla oynuyordu. Bir eli yağda, bir eli baldaydı. Beşiktaş’ta İbrahim Üzülmez veya İbrahim Akın’dan bir Roberto Carlos yaratmak istedi.
Topu kesecek. Hücuma çıkacak ve adrese orta yapacak!
Sağ kanada koyduğu isimlerden bir Figo’nun becerisini bekledi.
Direkt kaleye gidecek. Şut atacak veya kesecek!
Orta sahada Beckham’ın uzun paslarını A.Yıldırım’dan, Tayfun Korkut’tan bekledi.
Baktı ki, Real ile Beşiktaş gerçeği arasında dağlar kadar fark var. Eli ayağı dolaştı. Gerisini yazmak istemiyorum...
Güle güle Castilla beyefendisi. Bu yönünü hiç unutmayacağım.
Ama şu anda Beşiktaş’ın CİN gibi bir teknik adama ihtiyacı var. CİN gibi...
Ahmet mi, Mehmet mi, ya da bir başkası mı?
Hiç fark etmez. Yeter ki, bir Türk teknik adam olsun. Dilinden-huyundan-suyundan anlayan bir Türk teknik adam...
Bir yabancı ile geçireceği her gün Beşiktaş için yeni bir acının başlangıcıdır.
Koca Beşiktaş’ı kayıba koşturmayın!
Yazının Devamını Oku 26 Eylül 2004
<B>BEŞİKTAŞ’</B>ı hiç bir aldatıcı düşüncenin arkasına gizleyemem. Beşiktaş’a gönül verenleri pembe yalanlarla aldatamam... Ve bir sistem kaosunda çırpınan Beşiktaş’a hiç bir ümit ışığı çakamam... Allah aşkına... Skoru bir kenara atın. Oyunun genelinde basit bir pas alışverişi bile beceremeyen...
Her ikili mücadelede yenik düşen... Hiç bir kenar organizasyonu geliştiremeyen... Orta saha egemenliğini rakibe kaptıran... Tribünlere bir şut veya pozisyon heyecanı yaşatamayan...
Savunmada rakibe boş alanlar bırakan ve her atakta kalesi düşen bir Beşiktaş’ı binlerce gözden nasıl kaçırabilirim...
Ve Del Bosque’nin her fırsatta tekrarladığı pembe vaatlere nasıl inanabilirim?
* * *
Beşiktaş, dün yine aynı sıkıntılar ve yanlışlarla boğuştu.
Sergen Yalçın, John Carew’in yanında ve arkası kaleye dönük oynadığı sürece hiçbir oyunda farklı kişiliğini ve yeteneklerini sergileyemez.
Del Bosque, orta saha direksiyonunu Ahmet Yıldırım-Tayfun Korkut ikilisine teslim ettiği sürece, Beşiktaş hiçbir maçta tempo yükseltemez, oyunu çabuklaştıramaz, ağırlığını hissettiremez.
Del Bosque, Beşiktaş’ı kenarlara taşıyacak futbolcu seçiminde doğru tercihler yapmadığı sürece, John Carew’den gerektiği gibi yararlanamaz.
Dün gece bu gerçeklerin her birini herkes gibi gördüm ve yaşadım. Beşiktaş’ın attığı iki golün duran toplardan, yani, iki korner atışından gerçekleşmesi bazı şeyler anlatmıyor mu?
Beşiktaş’ın girdiği pozisyon ile rakibin yakaladığı fırsatları kıyaslıyorum... Ankaraspor ikiye katlıyor.
Oyunun genelindeki Beşiktaş’ın 90 dakikalık mücadelesini gözlerimde bir kez daha canlandırıyorum. Bu, asla özlenen ve beklenen Beşiktaş olamaz. Ve sevgili Del Bosque’nin, Real Madrid ile Beşiktaş gerçeğini ayırt edemediği sürece, o özlenen Beşiktaş’ı yaratacağına da hiç inanmıyorum...
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2004
<B>OYUNUN </B>genelinde Beşiktaş bilinen sıkıntılarını yine yaşadı. <B>Del Bosque’</B>nin bir ara saha kenarına kadar koşarak bağırıp-çağırması, hatalı pas yüzdesine duyduğu öfkenin isyanıydı. Beşiktaş’ın kazanması için bazı isimlerin farklı bir performans sergilemesi gerekliydi. Orta sahanın göbeğindeki Tayfun-Ahmet Yıldırım ikilisi öncelikle topun Beşiktaş’ta kalmasını sağlamalıydı.
Oysa, bu ikili özellikle ilk 45 dakikada inanılmaz pas hatalarıyla oynadı.
Sol kanatta İbrahim Akın derbi stresine kapılıp, bilinen kişiliğini bir türlü yakalayamadı. Ayağındaki topu tutamayacak kadar heyecanlıydı.
Sağ kanattaki Okan Buruk’u unutup, sadece sol kulvardan hücum düşünmenin yanlışlığına kenar yönetimden hiçbir uyarı gelmedi. Buna bir hayli şaşırdım... Ve Beşiktaş, bu bölgeyi sanki mayın döşenmiş gibi kullanmaktan çekindi. Okan Buruk’un çabukluğundan yararlanamadı...
Carew oyunda kaldığı sürece ‘ağır çekim’ bir filmin aktörüne benziyordu. Üstelik ilk dakikalarda geçirdiği sakatlık, temposunu ve performansını da etkiledi. Sergen, böyle bir kargaşadan Beşiktaş’ı çekip çıkarabilir miydi?
Sağından-solundan hiçbir yardım almayan kaptanın maçı kurtarmasını beklemek sadece tatlı bir düş olabilirdi. Sergen de bu kaosta kaybolup gitti...
* * *
Beşiktaş’ın ikinci yarı performansı da ilk yarıdan farklı değildi. Savunmanın oyuna katkısı sınırlıydı. Ali Güneş ve İbrahim Üzülmez’in birkaç kenar bindirmesi saman alevini andırıyordu. Yanmadan sönüp bitti... İbrahim Toraman ve Ronaldo sorumlu oldukları bölgenin birer bekçisiydi. Başka işe karışmadılar ama görevlerinde başarılıydılar.
Böyle bir Beşiktaş bu maçı kazanabilir miydi? Hakan Şükür’ün kaçırdığı penaltıdan sonra bir moral kükreyişi belki Beşiktaş’a bir şans golü getirebilirdi. Ama sadece bir şans golü...
Bu kadroya ısınamadığımı sezon başında söylemiştim. Ve bu kadronun Beşiktaş’ın beklentilerine yanıt veremeyeceğini de ısrarla yazmıştım.
Yanılmak isterdim... Ama bu gerçeği bir kez de İnönü Stadı’nda gördüm ve yaşadım. Beşiktaş, dün gece belki de kaderini belirleyecek bir skor yarattı. Ve tribünleri dolduran binlerce Beşiktaşlı seyircinin şampiyonluk umutlarına da adeta bir şamar attı. O şamarın, 30 bin taraftarda yarattığı acıyı kolaylıkla hissetim...
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2004
<B>ÖNCELİKLE </B>çözemediğim ve anlam veremediğim bir soruya yanıt arıyorum...Del Bosque, oyuna niye Okan Buruk ve John Carew’siz başladı? Acaba, bir taktik gereği miydi... Yoksa, derbiyi düşünerek her ikisini de pazara saklamak gibi bir fantazinin rahatlığı mı?
İlk 45 dakika Beşiktaş’ın yaşadığı sıkıntıları gördükten sonra Del Bosque’nin her iki düşüncede yanlış davrandığını söyleyebilirim.
Pancu-İbrahim Akın ikilisi ile oluşturduğu forvet mangası, özellikle ilk 45 dakika sert Bodo savunması arasında hiçbir etkinlik gösteremedi. Ve hiçbir hava topu bu ikilinin kafasına değmedi. Özellikle bu dakikalarda John Carew’i aradım... Sağ kenarda oynayan A.Hassan bu bölgenin ağırlığını taşıyamadı. Topla gereksiz oynadı, hücumu canlandıracak hiçbir girişimde yoktu... Sol kanattaki Juanfran da A.Hassan’dan farksızdı.
***
Beşiktaş’ın topa sahip olmakta zorlandığı ilk yarıda Okan Buruk’un yokluğunu herkes gibi hissettim.
Bodo, sahasında hiç de düşünüldüğü gibi hafife alınacak bir ekip değil. İlk yarıda yakaladıkları üç pozisyon, işi daha değişik boyutlara taşıyabilirdi.
Del Bosque, ikinci yarıda Juanfran’ı oyundan alarak sol kanada İbrahim Akın’ı koydu. Ve Sergen’i de Pancu’nun yanına yerleştirdi.
Oyunun final bölümünde Bodo’nun temposu düşünce, Beşiktaş’ın etkinliği de arttı. Yine de beklenen coşku ve performansı yakalayamadı.
Genelde yüksek bir pas hatasıyla oynadı Beşiktaş. Ve bunun sıkıntılarını oyunun genelinde yaşadı.
Aynı sıkıntılar rövanşta Beşiktaş’ı zora sürükler mi... Skora bakarak, Beşiktaş’ın Bodo gibi sınırlı özellikler taşıyan bir ekibe turu kaptırmayacağını şimdiden söyleyebilirim.
Ancak, bir Valeranga faciasını hatırlayarak yine de Beşiktaş’a yoğurdu üfleyerek yemesini öneririm.
Yazının Devamını Oku