Korkut Göze

Bu iş bitti

12 Ağustos 2005
Çalımbay’ın sahaya sürdüğü takımda savunma ve hücumda göreve soyunanlar arasındaki sayısal denge, Beşiktaş’a oynama kolaylığı getirdi. RIZA Çalımbay, iyi düşünülmüş bir kadro sürdü sahaya... Savunma ve hücumda göreve soyunanlar arasındaki sayısal denge, Beşiktaş’a oynama kolaylığı getirdi.

Youla ve Veysel’in hemen arkasında Okan, Pancu ve Ahmed Hassan’dan oluşan üçlü manga, Beşiktaş’ı hücum ve pozisyon zenginliğine taşıdı.

İlk 45 dakikada 3 isim diğerlerinden farklı bir performansla oynadı. Kalede Cordoba, defansta Koray Avcı ve orta alanda Okan Buruk...

Cordoba iki top çıkardı, kimse akıl-sır erdiremedi. Koray Avcı, oyunun her iki yönünde dengeli bir mücadele örneği verdi. Savunma bloğunu iyi yönetti, orta saha kademesine girerek, bu bölgede Beşiktaş’a sayısal üstünlük sağladı.

Okan Burak en çok koşan Beşiktaşlı’ydı... Hiç bıkmadan oyuna asıldı, goldeki çabukluğunu nefis bir vuruş tekniğiyle tamamladı. Başkalarını bilemem, benden tam not aldı...

* * *

Youla’nın farklı bir kişiliği var. Hücumda yalnız kaldığı pozisyonlarda bile, rakip savunmayı oyalıyor ve yıpratıyor. Youla’nın kitabında yılmak ve küsmek gibi siteme yönelik bir kompleks yok. Yanına Ailton da gelirse bu ikili çok can yakar...

Beşiktaş, golü attıktan sonra turu geçeceğine inandı. Aradaki güç farkı sahanın her bölgesinde sırıttı. Yine de tabelaya bakarak oynaması yanlış bir düşünce biçimiydi.

Ahmed Hassan oyunda geç sahne aldı. Oyunun ancak final bölümünde gerçek kişiliğine kavuştu. Koştuğu her yeri karıştırdı, topun yuvarlandığı her bölgede varlığını hissettirdi.

Dünkü Beşiktaş’ı izlerken kafamda hep Ailton, Kleberson ve Tümer Metin üçlüsü vardı.

Bu üçlünün çok daha farklı bir Beşiktaş yaratacağını hissedebiliyorum. Ve özlenen Beşiktaş’ın da o gün gerçek kişiliğine kavuşacağını biliyorum.
Yazının Devamını Oku

Büyük suç

7 Ağustos 2005
<B>OYUNUN</B> 14. dakikasında <B>İsmet Arzuman, </B>kırmızı kartını çıkarttı ve <B>Ali Tandoğan’</B>ın suratına yapıştırdı. Sinirleri hiç yıpranmamış... Fiziki bir mücadelenin yükünü henüz taşımamış... Ve Beşiktaş’ta ilk lig maçını oynamanın sorumluluğuna soyunmuş, çiçeği burnunda yeni bir transfer...

Böyle bir futbolcunun, henüz ısınma dakikalarında öfkeye kapılıp, oyundan atılmasının adı çılgınlıktır.

Bu çılgınlığı hiçbir nedenin arkasına saklayamam. Ve Ali Tandoğan’ın üreteceği hiçbir mazereti de dinleyemem.

Diyorlar ki... ‘Ali Tandoğan, yan hakem Alper Ulusoy’a ne söyledi de oyundan atıldı?’

Herhalde iyi şeyler söylemedi. ‘Gözlerinden öperim’ gibi duygusal bir ilişkiye de yönelmedi.

Küfür etti ve atıldı...

***

Beşiktaş, 10 kişi kaldıktan sonra Rıza Çalımbay bir değişikliği gerçekleştirdi. Ahmet Dursun’u çıkarttı, Ali Güneş’i oyuna aldı. Yani, iki forvetle oyuna başlayan Beşiktaş’ta golcü sayısı 1’e indi. Ve şu var hücumda kaderine terk edildi.

Bir başka söyleyişte Rıza Çalımbay, Beşiktaş’ın üzerine savunma çarşafını çekip, önce kaleyi sağlama aldı.

Bir ara Beşiktaş kalesi önündeki savunma kalabalığına baktım ve tek tek saydım... İbrahim Toraman, Koray, Kürşat, İbrahim Üzülmez... Hemen önlerinde ve aynı kalabalığın içinde Okan ve Tayfur...

Pancu mu nerelerde? O kafasına göre takılanlardan. Ne hücumda, ne Youla’nın yanında, ne de savunmada. Ağustos sıcağında yorgun adımlarla dolaşan bir şaşkın adam.

***

Oyunun hemen başında 10 kişiyle savaşmak gibi zor bir sorumluluk yüklenen Beşiktaş’ı şimdiden eleştirmenin sağlıklı olacağına inanmıyorum.

Yine de yediği goldeki basit savunma hatasına koca bir ayıp damgası vurmadan geçmeyeceğim.

Golden 10 dakika sonra Rıza Çalımbay, Tayfur’u, Veysel ile değiştirdi. Birkaç dakika sonra da Sergen Yalçın’ı aldı. Bir bakıma, forvetlerin sayısını çoğaltarak en azından 1 golün ve tek puanın peşine düştü.

Geçen sezonun ilk haftasında Malatya beraberliğinden sonra şöyle bir yorum getirmiştim... ‘Bu kadroya ısınamadım’ Şimdi böyle bir yoruma girmeyeceğim. 11 kişilik Beşiktaş’ı izlemeden de sesimi yükseltmeyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Kod adı tahripçi

24 Temmuz 2005
Christoph Daum, rakip takımdan bir yıldızı Appiah’a marke ettirirse, o takımı 10 kişi olarak düşünebilirsiniz. Bir zamanların tembel ve yorgun Gana’lı futbolcusu şimdi bir savaşcı. 4 ayrı mevkide görev yapabiliyor. BELKİ de İtalya liglerinin en çok koşan futbolcusuydu. En çok savaşan... En çok top kapan ve kovalayan bir asker...

Oysa, G.Saray için Florya’ya geldiği günlerde kötü bir damga yedi Appiah.

Tembel ve yorgun!

Sonra ülkesine gönderildi. Aradan geçen yıllar Appiah’ı değiştirdi. 1997’de Udinese ile başlayan İtalya macerasında geçen her yıl Appiah’ın grafiğini hızla tırmandırdı.

Ve bu tırmanış, Appiah’ı ünlü Juventus’a kadar götürdü. Bir zamanların tembel ve yorgun çocuğu, artık İtalya liglerinin Makine adamı idi...

Ve Appiah, F.Bahçe’nin gündemine düştüğü gün, Roma’yı arayıp Reha Erus ile bir telefon konuşması yaptım.

Sevgili Reha, F.Bahçe Appiah ile flört ediyor ne dersin? Şöyle bir yutkundu ve umutsuz bir yanıt verdi...

Vallahi bilmem ki, Juventus bu adamı zor verir.

Tam 10 gün sonra tekrar Roma’ya Reha Erus’a bağlandım. Soracağım soruyu hemen anladı ve beklemeden yanıtladı...

Juventus, büyük paralar ödeyerek Arsenal’dan Patrick Viera’yı almasaydı, Appiah’ı kesinlikle F.Bahçe’ye göndermezdi...

Ve konuşmaya başladık Reha Erus ile... Bakın neler söyledi Appiah için...

Laf aramızda Juventus, Appiah’ın parası ile Viera’ya ödediği paranın üçte birini çıkardı. Yine de Viera’yı alamasaydı, Appiah’ı bırakmazdı. O teknik direktör Capello için çok değerli bir futbolcuydu...

***

F.BAHÇE
’nin 1996 yılından beri kafasına taktığı ve transferini gerçekleştirmek için olağanüstü bir çaba sarfettiği Appiah nasıl bir futbolcu?

Topladığım bilgiler şöyle bir Appiah portresi çiziyor.

Orta saha ile forvet arasında etkili bir ARABULUCU...

Topa yakın oynar ve rakibin ayağındaki topu kapmak için çaba harcar.

Gittiği her yeri TAHRİP eder. O bölge bir savaş alanına döner.

Ver-kaçlarda çok etkilidir.

Christoph Daum, rakip takımdan bir yıldız oyuncuyu Appiah ile marke etmeyi planlarsa, o takımı 10 kişi olarak düşünebilirsiniz.

4 farklı bölgede oynayabilir. Ön libero, savunmanın solunda, tandem, hatta solaçık...

Her korner atışında rakip kaleye koşar. Kafa topu bekler.

Etkili fulelerle boş alanlara koşar.

Şut atmaktan kaçınmaz. Kaleyi gördüğü yerden vurur.

***

APPİAH’
ın artıları ile birlikte eksileri de var...

Savaşarak ve boğuşarak rakipten kaptığı topları, sarfettiği enerji nedeni ile zaman zaman kötü kullanabilir.

Bu yönü seyirciyi aldatabilir. Ve Appiah’ın teknik yönüne bir eleştiri getirebilir. Ancak, genelde Appiah yüksek pas yüzdesi ile oynayan bir futbolcudur.

Reha Erus, Appih için şöyle dedi...

Alex’in, ona vereceği paslar, çok şık bir biçimde geri dönecektir. Appiah’ın tekniği de iyidir.

Juventus Teknik Direktörü Capello, Appiah’ı ligde genellikle ilk onbirde oynatmadı. Daha sonraki dakikalarda oyuna aldı.

Ancak, kupaların değişmez adamıydı Gana’lı futbolcu. Capello ona kupa maçlarında yer verdi. Ve ünlü Del Piero’nun yerine oynattı.

***

APPİAH, Van Hooijdonk’un
bir benzeri. Taraftara ve çevresine karşı çok sıcak ve samimi...

Juventus’da adeta bir kışla hayatı geçirdi Appiah... Muhafazakar bir kulüp olan Juventus’da disiplin ön plandaydı, buna en iyi uyum sağlayan futbolcu da Appiah idi...

Çizme’de Udinese, Parma, Brescia ve Juventus formalarını giyen Gana’lı futbolcu en iyi performansı Brescia’da yakaladı.

Appiah 17 yaşında ayak bastığı İtalya’dan 3 çocuk babası olarak F.Bahçe’ye transfer oldu.

Ailesine olağanüstü düşkündür. Nasıl mı? F.Bahçeli yöneticilere söylediği sözleri duyunca daha iyi analayabilirsiniz...

Ben geliyorum. Ama siz bir de karımla görüşün. Evet derse, bu iş bitmiştir!
Yazının Devamını Oku

Al sana Pascal

23 Temmuz 2005
Önüne atılan toplar Ailton’a ulaşırsa, gözlerinizi kapatıp, golü nasıl atacağını hayal edebilirsiniz. Sataşana hemen tepkisini koyar. Ya kafa, ya da bir dirsek. <B>‘Ben Brezilyalıyım güneşin ve coşkunun olduğu yeri severim’ </B>diyor. AILTON GONÇALVES DA SILVA ... Yaş 32 boy 1.77. Kimine göre, tombul bir adam. Böyle söyleyenlere kızar Ailton. Ve hemen boyu ile kilosu arasındaki orantıyı hatırlatır...

Kilom 74 boyum 1.77.

Kimine göre, bir topaç... Ses çıkarmaz ve güler geçer.

Kimine göre, Yuvarlak Yıldırım adam. Almanların bu benzetmesi hoşuna gider.

Bazılarına göre, bir deli... Bunu duyunca, suratı asılır ve kibarca düzeltir..

Çılgın derseniz daha doğru olur.

Çılgın mı? Evet tam bir çılgın. Oyunda sataşana bir-kaç saniye tolerans gösterir sonra tepkisini koyar.

Bu tepki bir dirsek veya kafa olabilir!

Ailton’a yakın çevrelere sordum...

Yeni bir Pascal mı geldi?

Sorduğum her birinden aynı yanıtı aldım...

Onun gibi bıçkın ve onun gibi çılgın.

Hayırlı uğurlu olsun Beşiktaş’a. Taraftar böyle birini özlemle bekliyordu. Üstelik rengi de tutuyor...

Özellikle Çarşı Grubu’nun hemen bağrına basacağı bir tip. Şimdiden söylüyorum, Pascal’a bağırdığınız gibi ona da aynı şekilde seslenebilirsiniz...

Ailton bizi diskoya götür!

Ve Ailton, İstanbul’a ısınma turlarına başladı bile. Perşembe gecesi Kuruçeşme Sortie’deydi. Çok beğendi, keyif dolu bir gece yaşadı.

***

AİLTON
gibi bir şöhretin Beşiktaş’a transferi, Almanya’da yankı yarattı. Franz Beckenbauer haberi duyunca şaşırmış ve sormuş...

Almanya’da yapacağı çok şey vardı. Neden İstanbul’a gitti?

Bunu Ailton’a anlatmışlar, şöyle bir yanıt vermiş...



Ben Brezilyalıyım. Güneş ve coşkunun olduğu yeri severim.

Sonra devam etmiş...

Almanya’da bir gol atıyorum, coşkusu bir-iki saniye sürüyor. Sonra bir sessizlik. Oysa, Beşiktaş’ta bu coşku dakikalarca sürecek. ben de bunun keyfini yaşayacağım.

Bu arada, bir konuya da yürekli bir açıklama getirmiş...

Kimse böyle bir paraya sırt çeviremezdi.

ONUN futbolcu kişiliğine kimse dil uzatmıyor. Ve saygı ile yaklaşıyorlar. Topladığım bilgiler nefis bir Ailton portresi çiziyor...

Müthiş bir sol ayak. Sağını da istediği gibi kullanabiliyor.

Tam bir dripling ustası.

Avrupa’nın en hızlı santrforlarından biri

Topla hareketlendiği an attığı sürpriz şutlarda isabet oranı çok yüksek.

Defansı az adamla yakaladığı pozisyonlarda rakibi sarı veya kırmızı karta zorlar.

Çevik ve atletik hareketlerle rakip savunmayı kolayca şaşırtır.

Diyorlar ki...

Önüne atılan hızlı toplar eğer Ailton’a ulaşırsa, gözlerinizi kapatıp, golü nasıl atacağını hayal edebilirsiniz!

***

Ve notlarım arasında Ailton’un sırıtan eksik bir yönü... Hemen yazıyorum...

Yüksek toplardaki performansı oldukça düşük. Havalanmakta sıkıntılar çekiyor.

Ancak, seken hava toplarının düştüğü yerlere şimşek hızı ile gelen bir
BOĞA görürsünüz. İşte bu Ailton’dur.

CEZA SAHASI
içindeki Ailton farklı bir kişilik çizer. Müthiş bencildir. Kaleyi gördüğü an, sağını solunu unutur. Ve sadece kaleyi, golü düşünür. Onun bu huyuna kızan veya bozulanlar çıkabilir. Değiştiremezsiniz Ailton’u...Alman otoriteler, onun için şöyle söylüyorlar...

Ceza sahasında öldürücü bir yeteneğe sahip.

Ve Ailton’un Almanya performansını simgeleyen iki önemli belge...

1-Almanya’da yılın futbolcusu seçilen tek yabancı.

2-2003-2004 sezonunda 28 golle Almanya gol kralı.

Dahası var...

Ailton Almanya Ligi’nde oynadığı 198 maçta 102 gol attı. Vatandaşı Elber ve İsviçreli Chaupusiat’tan sonra Bundesliga’nın gelmiş geçmiş en golcü üçüncü yabancı futbolcusu.

***

AILTON
sıcak kanlı ve arkadaş canlısı... Bir o kadar da saf. Biraz gülün ve sıcak davranın elinde ve cebindeki parayı kolayca kaparsınız. Medya ile arası her zaman iyi. İstenilen pozu verir, röportaj yapar. Soruları bıkmadan usanmadan yanıtlamaya çalışır.

Diyor ki...

Beşiktaş’ta Almanca bilen futbolcusu sayısı bir hayli çok. Sıkıntı çekmeyeceğim...

Bunu duyunca, güldüm...

Acaba Ailton, Almanca’yı nasıl konuşuyor?

Bir arkadaşım dedi ki...

7 yıl Almanya’da yaşayıp da Almanca’yı bu kadar kötü konuşan başka birine rastlamadım.

Ailton, yurtaşı Romario’nun fanatık bir hayranı. Ancak, oyun stili ona hiç benzemiyor.

İşte Ailton Gonçalves Da Silva... Koşmayı, sağa sola saldırıp pres yapmaktan hoşlanmayan... Ama müthiş özelliklerle donatılmış çılgın bir golcü.

İş bitiren AILTON!

Hey, Çarşı Grubu, bu sezon İnönü’de şenlik var...

Sanki Pascal geri döndü!
Yazının Devamını Oku

Savunma Kartalı

13 Temmuz 2005
Rıza Çalımbay’a göre, en az top kaybı ile oynayan savunma oyuncularından biri. Gökhan Keskin ‘Keşfedilmemiş yetenek’ diyor. Ersun Yanal ona bir lakap takmış: ‘Ulu Adem’İKİ olayı aklından hiç silemez. Biri 2001-2002 sezonunun 3.haftasında Ankaragücü’nde oynarken maç sonrası gelen bir haber...

Evden bekliyorlar, baban vefat etti.

Tesislerde galibiyetin sevincini yaşarken kulağına fısıldanan bu sözler, Adem’in adeta kemiklerine işler. Ve şoka girer...

Adem’i yıkan ve benzeri şoka sürükleyen başka bir olay... Geçtiğimiz sezon TRT’den naklen yayınlanan Ankaragücü-Sakarya maçında ekrana yansıyan ilginç görüntüler...

Geriye dönerek olayı hatırlayalım. Sakaryaspor’un, Ankaragücü’nü 7-2 yendiği maçta sinirlenen Teknik Direktör Yılmaz Vural, oyundan çıkan Adem’i yumruklar...

Ve Adem de hiç beklenmedik şekilde karşılık verir. Ve Vural’a bir tekme sallar!

Adem, futbol tarihine hocasını tekmeleyen futbolcu olarak girer!

* * *

YENİ
sezonda Beşiktaş formasını giyecek Adem... Sevgili Rıza Çalımbay’a sordum...

Hocam, Adem’in özelliklerini söyler misin?

Öncelikle mükemmel bir insan. Üç yönlü oynar. Savunmanın sol kanadında, stoper ve libero.

Rıza hoca, daha sonra Adem’in diğer özelliklerini sıraladı.

En az top kaybı ile oynayan savunma adamlarından biridir.

Topu oyuna hatasız sokar.

Hava toplarında etkilidir.

Peki hocam, Beşiktaş’a yakışacak bir futbolcu mu?

Koray’ı da aldığım zaman, bazı şüpheler belirdi. Koray yakışmadı mı Beşiktaş’a?

Bu arada bir cümle daha sıkıştırdı Çalımbay...

Üstelik Koray daha yüzde altmışlık bir kapasite ile oynuyor.

Adem de aynı performansı yakalar mı?

Ben tanıdığım futbolcuları alıyorum. Onları iyi tanıyorum ve istiyorum. Spor ahlakı ve teknik kapasitesine inandığım bu futbolcular göreceksiniz birer yıldız olacak.

* * *

ERSUN YANAL,
Adem’i ilk kez milli takıma çağıran hoca... Adem’i anlatırken iki özelliğini öncelikle vurguladı.

Çok güçlü ve bir savunma oyuncusu için teknik kapasitesi yüksek.

Ersun Yanal, Ankaragücü’nü çalıştırdığı yıllarda Adem’e bir de isim takmış...

ULU ADEM!

Nereden aklına gelmiş Ersun hocanın...

Çevresi ile iyi ilişkileri, ciddiyeti ve davranışları Ersun hocanın böyle bir lakap takmasına neden olmuş.

Adem’i, Beşiktaş’ta Rıza Çalımbay’ın yardımcılığını yapan Gökhan Keskin’e de sordum. Ona kısa bir tanım getirdi.

Keşfedilmemiş futbolculardan biri!

Ve Keskin, bu sezon Adem’den bir patlama bekliyor.

* * *

ADEM DURSUN
25 yaşında ve 1.87 boyunda. 9 kez Ümit, 13 kez A genç, iki kez de A2 milli formayı giydi. İki defa da A Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı.

Onu tanıyan arkadaşlarından bazı bilgiler aldım. Dediler ki...

Damarına basarsan karşılığını görürsün. Oyunda tekme atarsan, tekmeyi yersin. Sataşırsan bir yerde kıstırır yapacağını yapar. Böyle işlerle uğraşmaz ve kendini oyuna verirse, randımanını ikiye katlar.

Adem’in transferinden sonra soranlar oldu...

Beşiktaş’ta oynayabilir mi?

Ben de merakımı gidermek için aynı soruyu Rıza Çalımbay’a yöneltmiş ve şöyle bir yanıt almıştım.

Transfer ettiğimiz her futbolcunun direkt ilk onbirde oynayacak diye bir garantisi yok. Biz her an oynayabilecek kapasitede futbolcular alıyoruz. İşte Adem de bunlardan biri...
Yazının Devamını Oku

Orta saha cambazı

12 Temmuz 2005
Diyorlar ki... Fransa’da Platini, Hollanda’da Kluivert, Türkiye’de Sergen Yalçın nasıl seviliyorsa, ülkesinde İliç de futbolseverlerin ilahıdır. Sahada her şeyi zekası ile halleder. 200 lig maçında 98 gol attı. SASA İLİÇ... Boy 1.78 yaş 28. Partizan ve Sırbıstan Karadağ Milli Takımı’nın kaptanı. Orta saha oynuyor. İliç’in imzayı attığı gün telefona sarıldım ve DHA İspanya muhabiri Mehmet Çiftçi’yi aradım. Sanki, telefonumu bekler gibiydi... Hemen daldı konuya.

İliç’i mi soracaksın?

Celta Vigo’da kötü bir sezon geçirmiş. Neler söyleyeceksin sevgili Mehmet.

Öyle değil abiciğim. Sadece 6 ay oynadı. Sonra Celta küme düştü. Bu da İliç’in şöhretini etkiledi.

Biraz daha açar mısın? yani, Celta küme düştü, İliç’in de adı kötüye çıktı?

Yoo, adı hiç de kötüye çıkmadı.

İspanyol gazeteciler İliç için neler söylüyor?

Ve bir gün sonra Mehmet Çiftçi, İspanyol gazetecilerin ortak görüşünü içeren bir not geçti. Diyordu ki...

Her biri övgü ile söz ediyor İliç’ten... Celta küme düşmeseydi, İliç, İspanya’da devam ederdi. Ve belki de bir büyük takıma giderdi. Pas yüzdesi yüksek bir futbolcu.

Başka?

Egoist değil, asist özelliği mükemmel.

Yine İspanya notları arasına sıkışan bir cümle ilgimi çekti...

Her şeyi zekası ile halleder!

***

SASA İLİÇ dosyasına değişik bilgiler toplamak için istihbaratı genişlettim. Ve bir menajeri aradım...

Balkan ülkelerinde geniş bir futbolcu pazarına sahip Tarık Yalçın ile konuştum...

Yalçın’ın bir değerlendirmesi İliç’in yaşadığı ve etkilendiği bir sorunu tüm detayları ile anlatıyordu...

Kafasını Yugoslavya savaşlarına takmasaydı, şimdi Avrupa’nın en önemli takımlarından birinde oynardı!

Bu sözler gerçekten çok önemliydi ve savaş İliç’in yaşamını alt üst etmişti.

Yalçın daha sonra bir benzetme yaptı. Dedi ki...

Fransa’da Platini, Hollanda’da Kluivert, Türkiye’de Sergen ne ise, Partizan’da da İliç odur!

Ve bir şey daha ekledi Tarık Yalçın...

Kafasında hala İtalya ve İspanya var. G.Saray’da iyi bir performans gösterirse, bu özlemini gerçekleştirmek isteyebilir.

***

İLİÇ orta saha oynuyor. Ancak, zekası ile gol bölgelerine gözle kaş arasında kolaylıkla sızabiliyor.

İki ayağını da kullanması İliç’i avantajlı kılıyor. Partizan takımında attığı goller bunun en çarpıcı örneği... İşte İliç’in geçen sezon performansı...

22 maç 16 gol!

Bir orta saha oyuncusu için büyük başarı. Daha doğrusu, gol krallığına oynayan futbolcuların bile güç ulaştığı bir rakam.

Ayrıca, 1999-2000 sezonunda 32 maçta 17... 2000-2001 sezonunda 30 maçta 19 gol... İliç, her sezonu iki rakamın üzerinde bitiriyor.

İliç, sadece bir orta saha oyuncusu değil. Skoru etkileyen bir forvet.

Şimdiye dek oynadığı 200 lig maçında rakip filelere 98 gol bırakmış!

***

DİYORLAR Kİ ... İliç, güçlüdür ve her yere ayak basar.

Doğru ama eksik söylüyorlar... İliç, gole yönelik aksiyonlarda hırslıdır, pozisyonu sonuna dek kovalar.

Ancak, geri dönüşlerde aynı hevesi ve arzuyu bulamazsınız İliç’te...Topu kaptırdığı yerde, rakibe basar. O an boğuşur ama sonrasına karışmaz. Rakip kaçarsa, arkasından seyreder.

Yine de Partizan Kulübü alt yapısından yetişmesi, onun kişiliğine sınırlı da olsa, bazı sorumluluklar yüklemiştir. Yenilgiyi kolay kolay kabullenmez. Özelliklerini sonuna kadar zorlar.

Ve bir şüphe...

İspanya’ya gitmeden önce, İliç bir sakatlık geçirmiş.

Bu konuyu da araştırdım. Ancak, sağlıklı bir bilgi alamadım. Geçen sezon Partizan’da başarılı bir performans gösterdiğine göre, polemik yaratacak bir konu değil.

Partizan’dan ayrılışı en çok başkan Nened Bijekoviç’i etkiledi. Başkanın sözleri, İliç’e duyulan sevginin en çarpıcı örneği...

Papanın ölümünde bile bu denli üzülmedim. Sanki, oğlumu kaybettim!

***

Ve İliç’i tanımlayan bir kaç not daha...

Oynadığı oyunun tadını çıkarır. Ve tribünlere coşku taşır.

Bu transfer, Eric Gerets’in isteği doğrultusunda gerçekleşti. Sistemine ve oyun şablonuna uygun bir futbolcu olduğunu düşünerek aldı İliç’i... Onu nasıl kullanacağı herhalde kafasında şekillenmiştir.

Ben sadece şunu söyleyeceğim...

Partizan takımı İliç’e göre oynuyordu. G.Saray’da ise İliç, Gerets’in sistemine göre oynayacak.

Bu, İliç’te bir baskı yaratır mı?

Bunu da oynadığı zaman göreceğiz.

İliç, baskıyı pek sevmez de...

***

SASA İLİÇ’i bir de sevgili Mustafa Denizli’ye sordum. Teknik yönlerini anlatırken, İliç’e duyduğu hayranlığı kolaylıkla sezinledim.

Sevgili Denizli dedi ki...

İliç’in kafasında iki şey vardır.

Nedir hocam?

Gol attırmak ve atmak

Ve diğer özelliklerini de anlattı sevgili Denizli...

Oynadığı bölgeyi sürekli kateder ve ceza sahasına girmeyi sever. Oyunu geriden gözlemler, kanat topları ile buluştuğu noktalarda tehlikeli bir futbolcu.

Hocam, G.Saray iyi bir transfer mi yaptı?

Elbette. Ben F.Bahçe’yi çalıştırırken 3 futbolcu istemiştim. Biri Kezman, diğerleri İviç ve İliç. Dediler ki... Bu 3 futbolcuyu birden isterseniz, burada ihtilal çıkar. Sadece birini verebiliriz.

Ve Denizli şöyle noktaladı konuşmasını...

Süper Lig’e çok renkli bir futbolcu geldi. Zevkle izleyeceğiz.

YARIN: ADEM DURSUN (BEŞİKTAŞ)
Yazının Devamını Oku

Sanki bir roman

11 Temmuz 2005
Beşiktaş'ın yeni transferi Güven Kocabal'ın ayağı üç kez aynı yerden kırıldı. Sağ yan bağları iki kez koptu. Bir kez de omur kemiği kırıldı. Şimdi sapasağlam ve top peşinde koşuyor.İLK tekmeyi yediği gün henüz 17 yaşındaydı. Mustafa Doğan'ın darbesi ile sanki dünyası karardı. Ayağı kırıldı ve sezonu kapattı.

Yazarken tüylerim ürperiyor... Bir ayak aynı yerden üç kez kırılır mı?.

Bir sezon sonra o dönemlerde G.Saray'da oynayan, şimdi F.Bahçe'de top koşturan can dostu Mehmet Yozgatlı'nın bir tekmesi, Güven'in ayağını bir kez daha eline verir.

Ve umutla başlayan bir sezon Güven için yine hüsranla kapanır!

Kadersizin dişi muhallebi yerken kırılırmış. Bir sezon sonra bu kez Ataköy'deki idman sahasında Güven'in ayağı aynı yerden üçüncü kez kırılır.

Dahası var... Sağ yan bağları iki kez kopar. Ve omur kemiği kırılır Güven'in.

Başına gelenler sanki bir roman!

Doktorlara göre, bu çocuğun yürümesi bile bir mucize. Ama o şimdi sapasağlam. Ve henüz 24 yaşında...

İstanbulspor'dan takım arkadaşı Abdullah Ercan, Güven için diyor ki...

Yetenekli ve sağlam karekterlidir.

Özelliklerini de şöyle sıralıyor...

Topu sakladı mı, kimse ayağından alamaz.

Daha doğrusu ayağındaki topu zor kaptırır.

Henüz olması gereken yerde değil.

Sakatlıklar belini büktü.

Hücuma yönelik orta saha oynar.

* * *

İstanbulspor'da hocalığını yapan Fuat Buruk, Güven'i kapasitesi yüksek futbolcu olarak yorumluyor.

Ve yeni sezonda Güven'den bir patlama bekliyor. Fuat hocanın söyledikleri Abdullah Ercan'ın düşüncelerine aynen uyuyor.

Ayağındaki topu çok iyi kullanır.

Kimselere kaptırmaz.

Adam eksiltir.

Bire birde kolay adam geçer.

İyi huyludur, kaprisi yoktur.

* * *

SORDUĞUM her kimse, Güven'in yeteneklerine toz kondurmadı. Ama neden sık sık sakatlandığına yönelik sorularıma hiç birinden doyurucu bir yanıt ve bilgi alamadım.

Kimi şansızlık, kimi kötü kader deyip geçiştirdi.

Onu iyi tanıyan biri dedi ki...

Bir ara tatlı hayata daldı. Sıhhatine dikkat etmedi. İşte, sık sık sakatlanmasının nedeni.

Bunları hiç gizlemeden söyleyen arkadaşı, Güven'in ne yetenekli futbolcu olduğunu da hemen ekledi.

Peki, Güven'in saha içinde eleştirilecek bir yönü yok mu?

Var...Var...

Nedir, söyler misin?

Zaman zaman iyi oynarken durgunlaşır. Dalar ve oyundan kopar. Onu sık sık uyarmak gerek!

* * *

ON yaşında İstanbulspor minik takımında futbola başlayan, hiç ara vermeden 14 yıl İstanbulspor formasını giyen Güven Kocabal, sakatlıklarından hiç bir belirti kalmadığını söylüyor.

Bir de Mehmet Yozgatlı'nın ağzından dinlemek istedim Güven'i. O talihsiz vakayı hiç hatırlatmadan sordum Mehmet'e...

Nasıl bilirsin Güven'i?

Çok kuvvetli-çok koşan-çok mücadele eden bir futbolcu.

Başka?

Takım için oynar. Egoist değildir.

Bir de şunu söyledi Mehmet...

İstanbulspor'da oynarken efor testinden geçerdik. Aramızda en sağlıklı çıkan hep Güven olurdu.

Ve Güven ile ilgili bir de hikayem var. Dinlerseniz anlatayım...

Geçen sezon devre arası Rıza Çalımbay, Güven'i Beşiktaş'a ister. Konuşurlar, Güven sevinçten havalara uçar. Yine de hiç beklenmedik bir karşılık verir Rıza Çalımbay'a...

Hocam, şimdi sakatım. Sakatlığım tamamen geçmeden olmaz. Kısmetse yeni sezonda koşa koşa gelirim Beşiktaş'a.

Bu sözler Güven'in taşıdığı değerleri ne de güzel anlatıyor değil mi?
Yazının Devamını Oku

Ankara'dan bir melek geldi

10 Temmuz 2005
Herkese saygılı ve sevgi dolu. ‘Benimle evlenecek kız önce annemi sevmeli’ diyor. 28 yaşına geldi hala annesini sevecek kızı bekliyor. BİR kafada İbrahim Üzülmez'in elmacık kemiğini kırınca, onun için değişik duygulara kapıldım.

Herkes gibi kızdım, Beşiktaş'a transferi gündeme gelince yine herkes gibi patladım...

Ne işi var Beşiktaş'ta!

Ve aylar geçti, Beşiktaş ile sözleşme imzaladı. Beşiktaş forması ile objektiflerin karşısına geçti. Gülümseyerek pozlar verdi.

Beşiktaş formasını eline almasına bile bozuldum. Yine o gün geldi aklıma.

İbrahim Üzülmez'e attığı o kafayı unutamıyordum. Beynimin bir köşesine çivilemiştim...

Ve Transfer'in Gözdeleri dosyası bir anlamda ikimizi karşı karşıya getirdi.

Şimdi her şeyi yazabilirdim. Duygularımı kelimelere dökebilirdim. Bir süre düşündüm. Sonra birden vazgeçtim.

Çünkü, Ankara'dan gelen notlar, bana Ali Tandoğan'ı değil, sanki bir başka birini anlatıyordu...

Herkese sevgi ve saygı doludur. Tam bir beyefendidir!

İşte Ankara notlarının devamı...

Utangaçtır. Kolay kolay herkese yaklaşamaz. Dostluğu candandır!

G.Birliği'nin eskileri onun için şöyle diyor...

Ali bugünün futbolcusu olamaz. O süper insan, süper sporcudur!

* * *

ANKARA'dan, Beşiktaş'a futbolcu değil, sanki bir melek gelmişti...

Başkentli dostların konuşmalarında Ali Tandoğan'ı karalayan tek bir sözcüğe rastlamadım.

Gece yaşantısını sevmez. İçki ile arası hoş değildir.

Uykuya bayılır. Ama tek idman kaçırmamıştır.

Bekar olmasına karşın, davranışlarında hep dengelidir.

Bir ara düşündüm. Bilgilerine başvurduğum kişiler, belki de Ali Tandoğan'ın arkasından konuşmak istemiyordu.

Dayanamadım, bir de Rıza Hoca'ya telefon açtım. Beşiktaş'ta Ali Tandoğan'ın hocalığını yapacak Rıza Çalımbay'a...

Hocam, biraz Ali Tandoğan'ı anlatır mısın?

Neyini anlatayım?

Huyunu-suyunu, kişiliğini?

Dört dörtlük bir insan. Yoksa alır mıydım!

Rıza Hoca daha sonra bir konuyu ısrarla vurguladı ve dedi ki...

Ali Tandoğan
koyu bir Beşiktaşlı. Ve Beşiktaş taraftarı önünde oynamak için birçok kulübün teklifini geri çevirdi, Beşiktaş'a geldi.

* * *

RIZA ÇALIMBAY, bu arada Ali Tandoğan'ın teknik yönlerini anlattı...

Sağ kanatta Türkiye'nin en hızlı futbolcusu.

Sağ kanadın en çok asist yapan adamı.

Yine bu kanadın en çok orta yapan oyuncusu.

Çok hırslı ve hep oyunda kalan bir futbolcu.

* * *

ALİ Tandoğan geçen sezon sakatlığı nedeni ile uzun süre oynayamadı. Ve bu arada doktorları da birbirine düşürdü.

Ankara Üniversitesi Spor Hekimliği Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Emin Ergen, Ali Tandoğan için "Hiçbir şeyi yok" derken, Alman meslektaşları tam aksi görüşü savundular.

Ve Ali Tandoğan, ikinci yarının ortasında tekrar forma giyerek, müthiş bir performans yakaladı.

Babası ile annesi Ali Tandoğan'ın çocukluk döneminde ayrılırlar. Ali, annesinin yanında kalır. Ve bu beraberlik Ali Tandoğan'a aşırı bir anne sevgisi getirir.

Her fırsatta dostlarına ve arkadaşlarına şunu söyler...

Benimle evlenecek kız, önce annemi sevmelidir.

Ve Tandoğan 28 yaşına geldi. Hala annesini sevecek bir kızı arıyor ve özlemle bekliyor.
Yazının Devamını Oku