Merakıma çok çabuk yenik düştüm ve direkt haberlere bakıp kimlerin kazandığını öğrendim...
Filmleri seyredemesem de bolca tahmin yazısı, mesajı, yayını sayesinde favorilerden haberdardım; anladığım kadarıyla beklentilerle büyük ölçüde örtüşen bir dağılım oldu.
Şahane Anthony Hopkins’in 83 yaşında Oscar kazanmasına, hayranı olduğum Frances McDormand’ın başarısına, bir kadın yönetmenin, Chloe Zhao’nun ödülle eve dönmesine vesaire ben de sevindim.
Haberlerin peşinde
Sezonun hızlanarak sona ereceği süreçte elinde kalan tek umuda, matematiksel bir ihtimale tutunmak için durmadan kazanmak zorundaydı Galatasaray.
Mart ayıyla birlikte uzun galibiyet serisini noktalayan ve puanları döke saça ilerlemeye başlayan Fatih Terim ve öğrencileri Antalya’da ‘takılmaları’ durumunda o ihtimalin de elinden kayıp gideceğini biliyordu.
BOFFiN VE DiREKLER
Maça hızlı başladı, kapanmaya ve topu rakibe teslim etmeye meyilli rakibini devirmek için yüklendikçe yüklendi. Bu yüklenme son maçlarda yanından bile geçemediği ölçüde pozisyon bulmasını da sağladı fakat rakibi kıracak gol bir türlü gelmedi.
Pozisyon zenginliğine rağmen golün bir türlü gelmemesinin en büyük nedeni kariyerinde daha önce de bu tür maçlar çıkardığına tanıklık ettiğimiz Ruud Boffin’in mükemmel performansıydı. Kimi zaman direğe, kimi zaman Boffin’e hatta 1-2 pozisyonda hem Boffin’e hem direğe takılsa da yılmadan denemeyi sürdürdü Galatasaray.
PODOLSKi ATILINCA...
Podolski’nin kırmızı kart görmesiyle 10 kişi kalınca tamamen ceza sahası ve civarına duvar örerek direnmeye çalışan Antalya ekibinin direnci 77’inci dakikada nihayet kırıldı.
Şener Özbayraklı’nın pasında topu önünde bulan Mustafa Muhammed’in sert şutuyla gelen gol, Galatasaray taraftarının “Herhalde bu akşam ne yapsan olmuyor dedirten o klasik akşamlardan olacak” dediği anda yetişti. Muhakkak kazanması gereken bir maçı ısrarla istemenin karşılığını alarak dönüyor Galatasaray evine. Kalan maçlarda matematiksel bir ihtimali yaşatmak çabasının yanında mucizelere de ihtiyacı var...
Kollarıyla abanarak idare ettiği direksiyonun ortasına yerleştirdiği cep telefonu ekranına takılmış şoför bir yandan da söyleniyor:
“Yaktın beni TE-PE-GE, ulan HA-YE-KÛ!..”
Telefon ekranına bakarak araç kullanan sinirli şoförün “özgüvenşov”uyla Allah’a emanet ilerlerken dikkatini belki toplarım umuduyla sohbet açıyorum...
“Hayırdır, kötü haber mi geldi?”
“Fena düştük, çıkmıyor da şimdi...”
“Düşen ne?”
“Koyin düştü!”
Sevgili dostum Serdar Ali Çelikler yaşanan küresel şoku böyle özetliyordu dün HaberTürk ekranlarında...
Oligarşi? Darbe girişimi? Kalkışma? Emperyalizm?
“Sonuçları bizi de ilgilendiriyor fakat dış güçler kendi aralarında kapışıyor gibi duruyor şimdilik” diyerek yüreğinize su serpeyim öncelikle.
Konu futbol...
Dünya üzerinde 4 milyardan fazla seyircisi bulunan futbolunun 12 “über” kulübü, bir bildiriyle Avrupa Süper Ligi’ni kurduklarını duyurdular...
İngiltere’den Arsenal, Chelsea, Liverpool, Manchester City, Manchester United ve Tottenham...
İspanya’dan Atletico Madrid, Barcelona ve Real Madrid...
İtalya’dan Milan, Inter Milan ve Juventus...
Galatasaray kimliğinin belirleyici niteliklerinden biri, belki de en önemlilerinden biri; kaostan birlik olarak, kenetlenerek çıkmasıdır.
“İmkânsız” denilen işler böyle başarılmıştır, çok geriden gelip kaldırılan kupalar müzeye bu yolla gitmiştir vesaire.
Her rakiple, her platformda başa çıkar, çıkabilir Galatasaray; ancak kendi kendisiyle uğraşmaya, ikilikler yaşamaya, iktidar, itibar ve ihtiras savaşları için cephe açmaya başladığında işler değişir.
BÖYLE REZiLLiK OLMAZ
Hafta içinde taraftarın yüzünü kızartacak boyuta ulaşan, atı alan Üsküdar’ı geçtikten saatler sonra yarım yamalak yalanlanan, üstüne daha beter, daha yüz kızartıcı bir hale gelen gelişmelerin sorumluları, hangi makam veya görevde olurlarsa olsunlar Galatasaray camiasına öncelikle özür borçludur.
“Böyle rezillik olmaz” demekle yetineyim şimdilik.
Esas meselemiz olması gereken maça dönersek...
Yaralı vaziyette İzmir’e ulaşan Galatasaray, Ünal Karaman ile birlikte ivme kazanan Göztepe karşısına kimini kazaya, kimini sakatlığa, kimini hastalığa, kalanını da demeç kırgınlığına kaptırdığı oyuncuların yerini doldurmaya çalışarak çıktı.
2021 faaliyetleri parlak baskılı fotoğraflar, 1996 model bir grafik anlayışı eşliğinde sayfalar boyu anlatılıyor.
İçimden “Kâğıda yazık, harcanan paraya yazık” diye söylendiğim noktada, hafızam birkaç gün önce okuduğum “Basıldığı kâğıdın cinsi şiirin sesini kısmaz” cümlesini çıkardı karşıma...
Şiir mi? O da nereden çıktı?
Evet şiir, “160. Kilometre”nin, “Gulyabani” serisinden çıktı.
160.Kilometre kültürel barbarlığın hükmettiği bir çağda 10’uncu yılına (kim bilir ne sıkıntılarla boğuşarak) girmeyi başaran, “Şiir direnirse kazanacak” düsturuyla hareket eden bir yayın dizisi.
10’uncu yılın şerefine hayranlık beslediğim şair Ahmet Güntan ve Ömer Şişman’ın editörlüğünde çoğu genç şairlerin yeni kitaplarını “ucuz kâğıda bastılar” ve harikulade bir tasarımla (Ömer Ozan Erdoğan ve Liman Mehmetcihat’ı ayrıca kutluyorum) yayınladılar.
Her kitabın başında yer verilen manifestoyu aktarmak şiirle bağını korumaya çalışan, bunca hoyratlığın içinde güç bulmak için şairlere sığınanlara karşı boynumun borcudur.
Ligin zirvesinde takımların karşılıklı ikramlarını izlediğimiz süreçte Galatasaray için olmazsa olmaz veya ‘olmazsa bu iş olmayacak’ maçıydı. Puanları döke saça ilerleyen, oyun kalitesi açısından gerileyen, umut vermeyen Galatasaray, İstanbul’un dinamik ve etkili ekiplerinden Karagümrük karşısında bir umut ışığı peşindeydi.
Maça bu umut ışığının peşinde koşan, kararlı, hedefine odaklanmış, canını dişine takmış bir takımın çıktığını söylemek ise pek mümkün değildi.
HANTAL ORTA SAHA
Kâğıt üzerinde bile verimsiz duran Etebo-Emre Akbaba-Fernandes-Oğulcan bloğu Karagümrük savunmasını zorlayacak, açacak, gardını düşürecek hamleler hazırlamak konusunda etkisiz kaldı.
Bu manzaraya yaklaşık 70 dakika neden seyirci kalındığını, bu etkisiz yapıya işlev kazandıracak hamlelerin neden daha erken yapılmadığını sanırım sadece merak ettiğimizle kalacağız.
İlk yarıda topla oynama konusunda rakibin gerisinde kalan, kanatları işlevsiz, orta sahası hantal Galatasaray da, kontrollü ve derli toplu oynayarak rakibini avlamaya çalışan Karagümrük de pozisyonlar çıkardı, en azından kaleyi buldular fakat başarılı iki kaleciyi geçemediler.
ÇiFTE STANDARTLI HAKEM
İkinci yarıda oyunu rakip sahaya yığmak konusunda ‘azıcık’ daha kararlı, ancak Babel dışında hücum organizasyonlarını elektriklendiremeyen bir Galatasaray vardı. Bu oyunun en büyük başarısı, yediği gole anında karşılık vermek oldu dersek yeridir.
Kanada Toronto merkezli sivil toplum örgütü Over The Bridge’ın projesi kapsamında yapay zekâ marifetiyle üretilen 4 “yeni şarkı” haberini görmüş, duymuşsunuzdur.
Over The Bridge, müzisyenlerin yaşadıkları ruh sağlığı problemlerine dikkat çekmek, çeşitli programlarla soruna çare üretmek amacıyla faaliyet yürütüyor.
Neoklasik ifadeyle “farkındalık yaratmak” için 4 şarkılık bir mini-albüm hazırlamayı düşünmüşler ki, haberin uyandırdığı ilgiye bakılırsa çok da isabetli düşünmüşler.
“Drowned in the Sun–Lost Tapes Of The 27 Club” adıyla yayınlanan mini-albümün vurgusundan da anlaşılacağı üzere “27’ler Kulübü” üyeleri var albümde.
“27’ler Kulübü”nü uzun uzun anlatmayayım ama üyelerin ortak özellikleri 27 yaşında hayata veda etmiş olmaları. Uzun ve hazin bir listedir...
Peki hayatını kaybetmiş sanatçıların yeni şarkıları nasıl oluyor?
Daha önce görmediğimiz bir iş değil aslında.