Yunus adlı gemiyle bilim insanlarının Marmara seferine katılan arkadaşlarımız Esma Murat ve Hüseyin Çakmak’ın haberleri böyle başlıyordu...
Araştırmalarının ilk bir yılının “ense karartacak” türden verileri ortaya çıkardığını söyleyen uzmanlar “...bu şekilde devam ederse 2050 yılına geldiğimizde belki müsilaj gibi denizlerin kenarları mikroplastiklerle kaplı olacak” diyor ve devam ediyor: “...denizlerimiz plastik çorbası haline gelebilir...”
“Bas çöpü denize balık yesin” kafasına bir nevi kafa atan “Balık sofrana dönsün çöpünü yedirsin” cevabı geliyor özetle...
2020’nin son günlerinde bu konuda rastladığım bir haberi not almıştım.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından yürütülen bir araştırmayı konu alıyordu okuduğum haber.
Araştırmaya göre su ürünleri ve kabuklu deniz ürünleri aracılığıyla nanoplastik tüketicisi durumuna geçen bir kişi ömrü boyunca ortalama 20 kilogram plastik yutuyor.
Reuters bu veri setinden hareketle bir hesap yapmış ve haftada 1 kredi kartı, ayda 4’e 2 cm boyutlarında bir lego parçası, 8 ayda ise pandemi sırasında popüler olan siperli maskedeki kadar plastiği hüplettiği neticesine varmış.
Bu haberden hareketle balık yemeyi bırakmak da bir çözüm olarak belirebilir zihinlerde fakat asıl çözüm müsilajdan kurtulması şüpheli Marmara’yı korumak olmalı herhalde...
Bu sene sınava katılacak bir yakınım da olduğu için süreci yakından izlediğimi söyleyebilirim. “Yakından” derken, kendimce yakından yani; yoksa 30 yılı aştı test kitapçığı bile görmeyeli...
“Bizimkinin” sınavı iyi geçmiş, öyle söylüyorsa doğrudur. Fakat bu süreçte izlediğim YouTuber gençler ve sınav çıkışı öğrencilerin görüşlerini yansıtan haber derlemelerinde soruların zor olduğunu vurguluyordu öğrenciler.
“Öğrenciye göre her sınav zor” diyerek konuyu kapatmak doğru olmaz diye uzmanlar ne diyor diye baktım.
Soruları
Yolu Yunanistan’a, vesaireye düşenler dönüşte plajların “bedava, herkese açık” olmasını hayretle anlatır fakat yasal olarak plajların bizde de halka ait olmasına rağmen “beach” tabelası çakanlar tarafından yutulmasına hayret etmez.
Mevzuat boşluğu, tanıdık hoşluğu derken ham yapılan bu tarz cennet köşeleri sadece parayı bastırabilen kerameti kendinden imtiyazlı kitlelerin kullanımına açılır.
Yıllarca, belli kuşaklarca o noktadan “kendi denizine girmiş” bölge sakinleri isyan eder, organize olabilirse konuyu yargıya taşır fakat bilen bildiğini okur... Dava ne zaman bitecek de, nasıl bitecek de çöktükleri yerden kalkacaklar, öyle değil mi?
İşte tam da böyle bir vakadan bir futbol şöhretinin olaya karışması sonucu haberdar oldum.
16 YILLIK MÜCADELE
Olay özetle şöyle...
Bodrum, Gündoğan, Kızılburun Mevkii’nde denize sıfır vaziyette 4 dönümlük bir arazi, 2005 yılında butik otel kostümü giydirilerek işgal edilmiş.
Fanatik.com.tr muhabiri arkadaşımız “Yaşadığımız şeyi ben hezimet olarak tanımlamak istiyorum müsaade ederseniz ve bu tür büyük turnuvalarda bu tür büyük hezimetlerin bir faturası olur. Bu faturayı kim ödemeli? Türkiye Futbol Federasyonu mu, teknik ekip olarak sizler mi, oyuncu grubu mu ya da başka bir adres mi göstereceksiniz?”
‘NE ANLAMDA SÖYLEDİNİZ ONU...’
Şenol Güneş cevapladı:
“Hayır, yok, bir hezimeti ne anlamda, futbol adına söylüyorsunuz herhalde; bir rezillik olarak söylemediniz? Ne anlamda söylediniz onu...”
Arkadaşımız aşikâr olanı açıklamak durumunda kalarak devam etti: “Futbol ve aldığımız sonuçlar olarak hocam, rakamlarda da çok gerideyiz. UEFA’nın resmi istatistiklerine bakıyoruz, üç maçta da hem koşu mesafelerimiz hem topla oynama, pas oralarımızda büyük problemler var...”
Şenol Güneş nihayet “Tabii doğru, bunlar doğru” dedikten sonra yine bildik bahaneler, temenniler ile konuyu istediği yere taşıdı.
Sayın hocam, tabii “hezimet” diyeceğiz buna ya ne diyelim, Mahmut mu diyelim?..
Turnuva öncesi grup aşamasında sadece 3 gol yiyen takım, şimdi 8 yemiş, 1 atabilmiş,
Aile hekimimiz dün sabah duruma gayet uygun şekilde dans eden bir emoji eşliğinde müjdeli haberi verdi:
“Aylar sonra COVID-19 hasta takip listem sıfır!”
Mahallemiz için büyük, dünya için küçük sayılabilecek bu haber umutlarımızı yeşertecek türdendi.
Aşı tedarikindeki sıkıntıyı kritik bir sıçrama ile aşan, hızla aşılama programını genişleten Türkiye, aşılamanın olumlu sonuçlarını da görmeye başladı.
2020 sona ererken günlük vaka sayısında 30 binleri aşan, önlemlerle şubat ayında önce günlük vakalarda 7 binlere inen sonra nisan ortalarında 63 binleri gören Türkiye kendine özgü kapanma şartları ve aşılamayla 5 binlere indi nihayet...
Programın bu hızla alt yaşlara doğru inmesi, ikinci dozların da tamamlanmasıyla sonbahar aylarında büyük bir rahatlama yaşanabileceğini söylüyor uzmanlar...
Tam gaz devam o zaman...
Tanesi 450 Euro (yaklaşık 5 bin TL) olan ‘VIP’ biletlerin tükenmesi için yalnızca birkaç saat gerekti...
2022’nin haziran ayında Primavera Festival’de bulunacak yüz küsur bin kişi arasına girmek için gösterilen yoğun ilgi sadece bu festivale özel bir durum değil. Pandemi sürecinde müzikten, danstan, birlikte olmaktan uzak düşmüş yorgun ruhlarımızın, yaşamayı yüceltmek ve kutlamak için hemen sanata sığınması sürpriz değil...
İspanya’da Barcelona, Katalonya bölgesi en ağır darbeyi yiyen yerler arasındaydı... Bu festival bir yerde “Yıkılmadık, ayaktayız” mesajını başarıyla verdiklerini ve işlerin yoluna gireceğini gördüklerinin kanıtı...
Kendi adıma “Merhaba turist, ben aşılıyım” maskesi yerine, bir festival düzenleme iradesine güvenmeyi tercih ederim...
COVID-19’un gösteri sanatlarında yarattığı tahribat üzerine geçtiğimiz süreçte defalarca yazı yazdım, sektörün yaşadığı sıkıntıları, umut ışıklarını, gelecek projeksiyonlarını yansıtmaya çalıştım.
İşler aşılamada hız kazananlar için yoluna giriyor, pandemide başarıyla sübvanse sağlayan ülkeler hasarı “olabildiğince” hafif atlatmanın meyvesini toplamak için hazırlanıyor...
Hal böyleyken Türkiye’de yüz binlerce kişinin evine ekmek götürdüğü sektörde kaos, haklı bir isyan ve yine haklı sorulara cevap arayışı var...
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul...”
Barcelona’da düzenlenen ve “majör” festivaller arasında güzide bir yere sahip olan Primavera, 2022’nin görkemli programını, iki hafta sonuna yayılan bir formülle duyurdu.
Tahmin edileceği üzere yok yok türünden, dev bir kadro açıkladılar.
Geçen sene yakın dostlarla bilet alıp otel ayarlama hazırlıkları yaparken pandemiye yenik düşen Primavera hayalimiz yeniden canlandı...
Kimi denizden çıkmayarak, kimi yayladan inmeyerek, kimi inzivada, kimi popüler tatil beldelerinde tatil sever. Benim durumum ise biraz farklı...
Normalde kendi kuytusunda yaşamayı seven biri olarak tatillerimi kalabalık, gürültülü, uzun kuyruklar, sıcak hava gibi normalde tahammül edemeyeceğim şartları da işaret eden festivallerde geçirmek istemem çelişki gibi gelebilir.
Fakat biriktirilen hatıralar, müzikle bağlanmış bir kitleyle kafa dağıtmak, iyi müzik dinlemek, fiziksel yorgunluğu umursayacak yer bırakmıyor...
1990’ların ikinci yarısından itibaren Glastonbury, Roskilde, Primavera, Montreux Jazz gibi büyük festivallere, Beaches Brew gibi daha butik festivallere, H2000 ve Rock N’ Coke gibi bizim festivallere adadım tatillerimi. Aklım gidemediklerimdedir...