Türkiye’nin büyük bölümünde kar yağışı var ancak İstanbul “bu kadarını” birkaç on yılda bir gördüğümüz türden karla karşılaşınca iş başka türlü oluyor.
Kentin anayolları büyük ölçüde açık ancak ara sokaklarda vaziyet “nanay”...
Sadece dün 350 kadar uçuş iptal edilmişti, toplamda 1000 civarına ulaştı.
Okullar tatil, mesai erken bitiriliyor. Meyve, özellikle sebze fiyatları roketlendi.
Hadise kardan adam yapıp “selfie” çektirmenin ötesine geçti geçiyor, hayat beyaz örtünün altına sıkışıyor, buz tutuyor...
Hava raporları vaziyetin en azından birkaç gün daha böyle süreceğini işaret ediyor.
Darda, zorda olan insanımıza kolaylık, sokak hayvanlarına yardım ve şefkat dolu ellerimizin uzanmasını dilerim...
Kendi adıma 1987 yılındaki büyük kar yağışından beri böylesini görmediğimi söyleyebilirim ki; o zamanlar okul tatilinin tadını çıkaran öğrencilerin safındaydım.
Canını hiçe sayarak hıyanet zehrine bandırılmış mermilere göğüs gerebilmek her babayiğidin harcı değildir; gözlerimiz dolarak, dudaklarımızı ısırarak, içimiz yanarak izledik kahramanlık destanını Fethi Sekin’in...
Bir siper bulup sığınmak yerine katillerin üstüne yürüyen şehidin bir başına, beylik tabancasıyla yazdığı destana duyduğumuz şükran hissi kuşaktan kuşağa aktarılacaktır.
Umutsuzluk günlerinde umut ışığı yakarak yürüdü şehadete.
Dayanma gücümüzü sorguladığımız günlerde gerçek kahramanların aramızda yaşadığını göstererek cesaret verdi hepimize.
Basmakalıp, mekanik, monotonlaşmış “Yenilmeyeceğiz” mesajlarının üstünden aşarak geldi ve “Benim gibi evlatlar yetiştikçe bu vatana hiçbir şey olmaz!” dedi, inancımızı tazeledi.
Sevgili eşini, can paresi üç evladını, ameliyat olduğu hastanede yatan babasını değil seni, beni, adını bile bilmediği onlarca canı düşünecek yüceliği gösterdi.
Adı sokaklarda, okullarda, parklarda yaşatılacak elbette ama dedim ya, asıl bu halkın şükran duygularını, gözyaşlarını mürekkebe dönüştürerek yazdığı ve sayfalarına ancak ve ancak “gerçek kahramanların” geçebildiği kutsal hafıza kitabımızda yaşayacak.
İzmir ona minnettar, vatan ona minnettar...
“(Yeni yıl) Ülkemiz için, milletimiz için, tüm dünya insanları için, en güzel olayları getirsin inşallah. Yeni yılda hepinize sıhhat, mutluluk ve başarılar diliyorum efendim. Her şey gönlünüzce olsun, her şey dilediğinizce olsun, her şey her zamankinden daha yüce olsun efendim.
Çok değerli sanat arkadaşlarım adına ve kendi adıma hepinize en engin sevgilerimi, en derin saygılarımı sunuyorum; lütfen kabul buyurunuz efendim.
Gülünüz, siz de gülünüz, sizler de gülünüz... Lütfen gülünüz, gülelim... Yeni yıla girdik; neşeyle girelim, kıvançla girelim, huzurla girelim. Gülelim...”
Etrafında toplanmış kalabalığın içinden “Bravo” diyor kıymetliler kıymetlisi Halit Kıvanç ağabeyimiz ve aralarında Ajda Pekkan ve Füsun Önal’ın da bulunduğu sevdiceklerimiz alkışlarla destek veriyor Zeki Müren’e.
Hem “hain ve sinsi ve alçak” rakibin/rakiplerin yumrukları iniyor üstümüze hem de aradaki boşluklarda kendi kendimizi yumrukluyoruz.
Rakibin/rakiplerin gölgesi kendinden uzun biliyoruz, tamam.
Rakibin/rakiplerin eldiveninin içine demir muşta yerleştirenler var biliyoruz, tamam.
Peki bir elimizle bu darbelere karşılık vermeye çalışırken diğer elimizle kendimizi yumruklamayı nasıl açıklayacağız ey erenler?
“Her alçak saldırı sonrasında manzara aynı” diyeceğim ama değil; daha da berbat bir hal alıyor vaziyet.
AYNADAKİ TROL SURETİ
Toplum ikiye, dörde, sekize, seksen milyon parçaya bölünüp birbirini “hain, ajan, işbirlikçi vb” diye suçlamak, tehdit etmek, “ispiyonlamak” derdine düşüyor.
Sosyal medyayı,
Ne diyeyim şimdi ben? “Mutlu yıllar, umutlu yarınlar” mı?
Diyeyim tabii, dedim bile, öyle farz edin, ama demekle, dilemekle olmuyor işte. Biliyoruz...
Yabancı değiliz, size yalan söyleyecek halim yok...
Masallar, periler diyarından uzatılan hileli torbadan iyi dilek çekmeye, çıkan niyete inanmaya, paylaşmaya, umut tacirliği yapmaya gücüm yok.
Cemal Süreya’nın “Söz Yitimi” şiirinden ruhuma kazınan ve sıkça tekrarladığım kelimelerin işaret ettiği adresteyim:
“Bir yere geldik ki
Hiçbir sokağın adı yok...”
Ne getirecek 2017 bize?
Halk aynı zamanda babasının mevsimleri belirleyen, havayı kontrol eden kişi olduğunu düşünüyor.
Büyükbabası ülkesini tek başına kurtarmış, neredeyse iki elini kullanmaya bile gerek duymadan, tek yumrukla devirmişti Japon ordusunu.
Babası doğduğunda da gökkuşakları kaplamıştı dünya atmosferini müjdeyi duyurmak için...
Büyükbabası “Güneş”ti, “Büyük Başkan”dı, “Cennetlik Lider”di...
Fikir beyan etmek, bu mühim meseleyi memleketten aldığı yetkiye layık şekilde tartışmak, demokrasimizi yüceltmek üzere toplanan vekillerin su şişeleri kaldırıldı son olarak.
Şişelerin kaldırılma nedeni vekillerin “Çok su içiyoruz, çok tuvalete gidiyoruz, mesai veriminden yiyoruz” şikâyeti değildi.
Birbirlerine fırlattıkları için kaldırılmıştı su şişeleri, pet bardaklar...
Hakaretlerin havada uçuştuğu, tehditlerin savrulduğu, fiziksel müdahalelerin yaşandığı bir ortamda hazırlanıyor yeni toplumsal uzlaşı metnimiz...
CHP’liler “Butik anayasa bu, rejim elden gidiyor” isyanında; içtüzükten kaynaklanan haklarını kullanarak katı defans uygulamaya çalışıyor.
AKP’liler ise hızlanmak, belirleyici iradenin uygun gördüğü takvime yetişmek telaşında.
Üç gün önce AKP’lilerin “Bu kadar müzakere yeter, sıkıldık, haydi maddelere geçelim” şeklindeki yeterlilik önergesi yine AKP’li başkan tarafından anında oylamaya sunulunca çarşı karışmıştı.
CHP’liler bu noktada isyan etti.
“Sneijder ‘Çekilin dostlar, bu akşam hem coşarak oynayacağım hem sizi oynatacağım; hem atacağım hem attıracağım’ dedi.”
Hollandanın futbol âlemine bir armağan olarak geldiğini düşündüren performanslardan birini sundu. Maçın senaryosunu ‘O’ yazdı. Maçın yönetmenliğini ‘O’ yaptı. Maçın baş rolünde ‘O’ oynadı. Maçın ‘yardımcı oyuncu’ rolünde de ‘O’ sahada yıldızlaştı. 30’uncu dakikada bir duran topu kuş yapıp De Jong’un kafasına konduran ‘O’ oldu. 1-1’in ardından nasıl refleks göstereceği merak ederken hücumda takımına itici güç veren, 2-1’i getiren golde çarşıyı karıştıran yine ‘O’ oldu. İkinci yarıda perde açılırken dillere destan goller müzesinde kendine anında yer açan golü atan elbette ‘O’ idi. 4-1’de, 5-1’de golü pişiren ‘O’
3 gol bir asistin dışında da çok çalıştı, harika organizasyonlar başlatmaya çabaladı. Skor daha da farklı olmadıysa eğer bunu yalnızca diğer oyuncuların Sneijder’in işlemci hızına yetişememeleriyle açıklayabiliriz. Kariyerinin her manada yüksek gecelerinden birini yaşarken ve bize de izleme şansını lütfederken, ‘başka’ sorunlar da çözdü.
HARİKA HEDİYE
Eren’i, uyuyan golcüyü uyandırdı, motive etti mesela.
İlk gol gelene kadar sahada saç baş yoldurtan ‘tanımlanamayan pas hataları’, ’konsantrasyon problemi’, ‘tesadüfen veya kaza sonucu yakaladığı pozisyonları eline ayağına dolaştıran hücum’, ‘yan toplarda helva gibi dağılan defans’ gibi klasik dramların faturası tribün tarafından Sabri’ye kesiliyordu ki; maçı çevirdi, Sabri’yi ve takımın tamamını kurtardı. Buraya gelmişken... Sabri’nin günah keçisi ilan edilip durmasından artık gına geldi. Zorla, hileyle, desiseyle oynatmıyor herhalde kendini Sabri.
Onu suçlamak manasız; illa birini suçlamak istiyorsanız ‘asırlardır’ yerine adam koyamayan yönetimleri suçlayın. Rakip Alanyaspor açısından baktığımızda manzara pek iç açıcı değildi. Vagner Love gibi önemli isimlerden yoksundu, ikinci yarının başında gelen Sneijder golünden sonra dağıldı. Eksikliklerinden çok etkilendiği belliydi, direnç gösteremedi...
Özetle...