Belirli bir süre için getirilen son indirimlerin ardından sosyal medyada, gazete sütunlarında (Bakınız Hasan Bülent Kahraman’ın dünkü makalesi) “Kültür sanat hadiselerinde de uygulanamaz mı bu?” sorusu atıldı ortaya.
Malum, krizler ilk olarak eğlence sektörünü, kültür sanat faaliyetlerini vurur.
Kriz anında “lüks tüketim” olarak görülen konserler ağır darbe alır, sinemaya, tiyatroya gitmekten hemen vazgeçilir, kitaba, dergiye veda edilir.
Ve asıl yoksullaşmayı tetikleyen bu tavra karşı otoritenin “korumacı tavır” göstermesini umanlar, bekleyenler avuçlarını yalar.
Yasin Bakır henüz 19 yaşındaydı.
Şükrü Yaşar henüz 21 yaşındaydı.
Bu üç genç göz göre göre cinayete kurban gitti.
Dün Hürriyet’te “O asansörü durdurun!” başlığıyla yayınlanan İsmail Saymaz imzalı haber cinayetin nasıl bağırarak geldiğini gösteriyordu.
Bu noktada 1 Şubat 2016’ya dönmekte fayda var.
İstanbul Esenyurt’ta daha önce yapımı durdurulan, hiçbir değişiklik yapılmamasına rağmen daha sonra devamına karar verilen bir “inşaat projesinde” çalışıyordu bu üç genç.
İnşaatın aslında faaliyet göstermesi yasaklanmış A9 Bloku’nda, yan blokta çalışıyormuş gibi gösterilerek işe koşulmuşlardı.
Öğlen yemeği saatlerinde içinde bulundukları asansör düştü, üçü de olay yerinde can verdi.
Arkadaşlarımla bir ara “Makûs Talih Haber Ajansı yine bildiriyor, yine bildiriyor” diye uydurduğumuz bir isim de vardı bu haberler için.
Örnek vereyim...
“Sıcakların artmasıyla birlikte damdan düşme vakaları arttı...”
“Mantar toplayıp yiyen vatandaşlar hastaneleri doldurdu...”
Aynı hatayı kuşaklar boyu tekrarlayıp çözüm yolunda bir arpa boyu yol alamayışımızı gösteren bu haber başlıklarının örneklerini epeyce uzatabilirim.
Bunlardan biri de “Her yıl 5 milyon ekmeği çöpe atıyoruz” haberidir.
Bu “5 milyon ekmeğin” sayısı bazen artar, 6 milyona, hatta 10 milyona kadar çıkar ama 5 milyonun altına pek düşmez.
Açlık sınırının altında yaşayan milyonlar varken milyarlarca liralık ekmeğin çöpe atılması gibi vicdani veya ekonomik bir çerçevede konu hafiften tartışılır sonra gündemi hızlıca terk eder, gider...
Osmanlı hanedanının Cumhuriyet döneminde memleket toprağında doğan “ilk sultanı” olan Nilhan Osmanoğlu ziyadesiyle faal biri.
KKTC’deki Lefke Avrupa Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nden mezun olduktan sonra üst düzey yöneticilik yapmış, ardından da web üzerinde kurduğu bir satış mağazasıyla ticarete atılmış.
Yaratıcı ve girişimci ruhunu, kurduğu bu sanal mağazadaki ürünlere göz gezdirerek anlamak mümkün...
“Hanımefendiler”, “Beyefendiler” ve “Veledler” başlıkları altında kadın, erkek ve çocuk giyim ürünlerini pazarlıyor; bunun yanında kokular, Osmanlı sancakları vesaire de satıyor.
George Orwell’ın ömrünün son demlerinde yazıp tamamladığı kitabı “1984” yıllardır düzenli olarak belli miktarda satmayı sürdüren kitaplardandı.
Ancak son dönemde satışı birdenbire hızlandı, kitap satış listelerinde belirdi ve nihayetinde 1 numaraya ulaştı.
Kitabın yayıncısı olan Penguin, şaşkın ve herhalde sevinçli bir şekilde planları dışında yeniden baskıya gireceklerini duyurdu.
Orwell’ın yaşarken kaygıyla ve üzüntüyle izlediği totaliter rejimlerin yükselişinden hareketle yazdığı romanının 68 yıl sonra yaşadığı bu “ikinci bahar” pek kimseye sürpriz gelmedi açıkçası...
ZEHİRLİ BİR DİL
Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından hem kendi vatandaşlarının hem de dünyanın geri kalan kısmının önemli bir bölümünü isyana sevk eden performansı malum.
Yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, “kendi gibi olmayana” zulmü reva görmek... Ne ararsanız var.
Diliyle, imzasıyla, gelecek tasavvuruyla zehir saçan bir zihniyet eline geçen büyük gücü iyilik yerine kötülük devşirmek için kullanıyor işte.
Deniz üzerine kurulan şahmerdan, Fındıklı sahilinin açıklarında İstanbul Boğazı’nın böğrüne böğrüne dev kazıklar çakıyor böyle sesler çıkartarak...
2013’te “Bir otobüs durağının bile yeri değişse halka (İstanbul halkına) sorulacak” diyen Kadir Topbaş’ın “tipini” bile henüz görmek nasip olmayan “Martı Projesi” için İstanbul Boğazı’nı doldurma çalışmaları tam gaz devam ediyor.
İstanbul’u (her şeye rağmen) dünyanın en güzel şehirlerinden biri (birincisi) kılan İstanbul Boğazı’na yapılan ilk hakaret değil bu elbette.
Üsküdar’dan Kadıköy’e, Emirgan’dan İstinye’ye, Kuruçeşme’den Telli Baba’ya doldurduk, dolduruyoruz, dolduracağız inşallah İstanbul Boğazı’nı!
İskele düzenlemesi diyerek, 10 yılda belki 10 kere dolacak miting meydanı diyerek, yer tırtıklamak gerekiyor denizden çünkü!
“İskele Park” adı altında akla, vicdana, bilime sığmayacak bir rant kararlılığıyla, “Yanına bir de otopark konduralım, para basılır buradan yahu” hoyratlığıyla doldurmak gerekiyor Boğaz’ı çünkü!
Dev kazıklar çakarak, beton bloklar atarak, kalan balığın ve kuşun rızkına göz dikmek şarttır çünkü!
Hayatı besleyen, büyüten, yaşatan, güzelleştiren akıntılarına Boğaz’ı bir durgun suya çevirmek pahasına ket vurmak çok ama çok kârlı bir işe dönüşmektedir çünkü!
Öyle bir hırsla, hışımla, kararlılıkla yürüdü sarı kırmızılar rakip Akhisar Belediyespor’un üzerine ve bir an olsun vites küçültmedi ilk yarıda.
9’uncu dakikada Semih’in arka direğe doğru kesilen topu uzak direğe doğru kafayla yollaması perdeyi açtı.
İştahı gittikçe artan, hızını sürekli artıran, rakip defansın aklını karıştıracak bir pas trafiği oluşturan Galatasaray yarım saat dolmadan Bruma ile ikinci golü de çıkartmıştı. Sonra Podolski’nin kaleciden dönen topunu iyi bir takiple “tipleyen” Yasin ve yine Bruma çıktı sahneye 8’er dakika arayla.
İlk yarıda perde kapanırken Galatasaray’ın mutlak üstünlüğü skor tabelasında da kendisini net bir şekilde gösteriyordu: 4-0…
AMANSIZ BASKI
- Hücum hattında kart cezaları vb yüzünden bir süredir birlikte sahada yer alamayan Sneijder-Podolski-Yasin-Bruma dörtlüsü çalışkanlıklarının, yaratıcılıklarının ve kurdukları amansız baskının karşılığını böylece almış oldu.
Buraya kadar her şey iyi hoş; üstüne leke düşmeyecek kadar temiz bir oyunla galip geldi Galatasaray. Ancak biraz da rakibe bakmak gerekiyor. Akhisar Belediyespor, Galatasaray’ı son iki maçta epeyce zorlayan rakiplerin kalibresinde bir takım görüntüsü çizmedi. Bunda elbette Galatasaray’ın kararlılığı ve amanvermez tavrı etkili oldu ama... Açıkçası karşılık verecek bir hali de yoktu dün rakibin.
İkinci yarıda da baskısını sürdüren, mutlak hâkimiyetinden ödün vermeyen bir takım izledik.
Eyy kostüm delikanlısı Demir Adam...
Eyy yeşil dev görünümlü çakma kahraman Hulk...
Eyy böcekten bozma kaskıl cüce Karınca Adam...
Eyy “Yenilmez/Avengers”ın diğer uydurmasyon yiğitleri.
Geriye doğru bir adım atın, zırhınızı kalkanınızı düzeltin, kravatınızı takın da gerçek kahramanlar karşısında esas duruşunuzu görelim...