Paylaş
“(Yeni yıl) Ülkemiz için, milletimiz için, tüm dünya insanları için, en güzel olayları getirsin inşallah. Yeni yılda hepinize sıhhat, mutluluk ve başarılar diliyorum efendim. Her şey gönlünüzce olsun, her şey dilediğinizce olsun, her şey her zamankinden daha yüce olsun efendim.
Çok değerli sanat arkadaşlarım adına ve kendi adıma hepinize en engin sevgilerimi, en derin saygılarımı sunuyorum; lütfen kabul buyurunuz efendim.
Gülünüz, siz de gülünüz, sizler de gülünüz... Lütfen gülünüz, gülelim... Yeni yıla girdik; neşeyle girelim, kıvançla girelim, huzurla girelim. Gülelim...”
Etrafında toplanmış kalabalığın içinden “Bravo” diyor kıymetliler kıymetlisi Halit Kıvanç ağabeyimiz ve aralarında Ajda Pekkan ve Füsun Önal’ın da bulunduğu sevdiceklerimiz alkışlarla destek veriyor Zeki Müren’e.
Yaklaşık 1 dakikalık bu görüntüyü içeren bir “tweet” 2017’ye yaklaşırken “Burada hangi yıla girmişler acaba? Biz de o yıla girsek keşke...” notu eşliğinde sosyal medyada belirdi ve binlerce kez paylaşıldı, on binlerce “layk” aldı.
Görüntü hangi yıldan tam olarak bilmiyorum; fakat Ajda’nın saç modeline vesaireye bakınca 1980’lerin ortaları olmalı...
Bu mesaj ve ardından “Keşke şu yıla girseydik... Keşke şu yılda kalsaydık” şeklinde sökün eden türevlerinden derin bir geçmişe özlem yangınının kokusu geliyordu.
Nostalji duygusunun büyük hayranı sayılmasam da beni de gülümseten, içimden “Keşke...” diye geçirdiğim dilekler...
Instagram kullanıcılarının perşembe günleri yoğunlaşan “Hey gidi günler hey...” mesajlarının zamana ve ruhumuza homojen şekilde yayıldığı bir iklimdeyiz.
Ekranda Adile Naşit’in “Haydi uykuya kuzucuklarım” dediği zamanı özlüyoruz “Satranç günahtır haaaağ!” diyen tipleri gördükçe.
Barış Manço’nun doğum günü geldiğinde “Adam Olacak Çocuk” videoları sökün ediyor “Ah Barış Abi ah!” notları eşliğinde.
Nazmiye Demirel’in direksiyonda olduğu, yanında Süleyman Demirel’in oturduğu bir fotoğraf paylaştığımda (tahmin edersiniz Demirel’i sevmediğimi herhalde, fotoğrafı sevmiştim) altına “Arayacağım aklıma gelmezdi” mesajları yığılıyor.
Bugünün buhranlı havasıyla, üst üste yığılan travmalarıyla, ruhumuzun boyunu fersah fersah aşan dertleriyle, sevgisizlikle, çıyanlıklarla uğraşmaktan yılınca geçmişe sığınmaya koşuyor kitleler işte...
O yılların, o devirlerin de “dertsiz, tasasız” olmadığını bilecek yaştayım artık, memleket tarihini de İkinci Meşrutiyet’ten bugüne kendimce epeyce okumuşluğum var.
1980 öncesindeki toplumsal yarılmayı ve şiddeti, 1990’ları kâbusa çeviren hadiseleri de gayet iyi biliyorum, biliyoruz...
Ama bu kadarını, “bugün yaşadığımız kadarını” bilmiyorduk; her nefeste içimize kaos çekip dert üfürdüğümüz günleri yaşamamıştık herhalde.
Birkaç ay önce kendi tabiriyle “İstanbul’dan palamarı çözmüş” çok kıymetli bir büyüğümü aradım hal hatır sormak için.
Kendisini hepiniz tanırsınız, en sıkısından bir müzik insanıdır ama adını anıp huzurunu kaçırmayayım.
Konuşmanın “N’olacak bu hallarımız, hallar içinde?” noktasına savrulmasını engelleyemedik.
Bilge bir insan olan büyüğüm “Evlatçığım, Kanatçığım...” dedi ve devam etti: “Eskiden de kötüydü de vaziyet, memleketin bir nuru vardı. Korkarım nuru kaçırdık...”
Bir dostumuzun acısını paylaşmak için en yakın arkadaşımla çıktığımız Bursa yolunda yazdım bu yazıyı.
“Ne yazıyorsun?” diye sordu az önce.
“Ah, nerede o günler?” yazısı yazdığımı söyleyince net konuştu arkadaşım: “Nerede bıraktıysan oradadır...”
Paylaş