Muhtemelen Cem’in de hem lezzetine, hem de adına aşina olduğu bu Gora, başka Gora...
Kosova’nın Gora bölgesinden çıkıp, Ankara’ya taşınan Goralı ailesinin, bizlere hediye ettiği meşhur sandviçlerden bahsediyorum...
Yani has be has, ‘Törkiş sosisli’den...
Amerika’nın hardalı bol meşhur sosislisine, özel püresi ve köftesiyle kafa tutan o muhteşem lezzet...
Kosova’dan Ankara’ya göç eden Goralı ailesi, 1945’te ufak bir yer açar ve porsiyon sosis satarak Ankaralılar’ın kalbini kazanır.
Sosisi porsiyonla verme fikri, elitist bir girişim değil, ekmeğin karneyle verildiği günlere denk gelmesinden ötürü bir mecburiyettir aslında...
Bir süre sonra her şeyde olduğu gibi, porsiyonla sosis satma fikri bayatlar ve bu lezzete ‘yeni bir dokunuş’ aranır.
Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN*Ayça Bingöl karakterinin hayattaki yerini çocukluğundan başlayalım anlatmaya... Olay Bingöl’de mi geçiyor?
- (Kahkahalar) Hayır, ama beklediğimden daha klasik bir soruyla başladın. Bingöl’de doğup doğmadığımı ne ilk soransın, ne de son olacaksın...
*İyi tamam, cevabını alayım o zaman...
- Modalı’yım, doğduğumdan beri aynı yerde yaşıyorum. Babaannemler ve dedemler de oralı...
*Doğduğundan beri aynı semtte yaşadığına göre güzel anıların var demek ki Moda sokaklarında...
Tarsus, Çamalan Yaylası’ndaki Aspava Lokantası’nın ışıkları hâlâ kapanmamış, o sıcak 14 Ağustos gecesinde son müşterilerini bekliyordu. Siyah Mercedes kapıya yanaştı; şoför mevkiinde oturan alımlı kadın tedirgin bakışlarla dışarıya çıktı. Birkaç saniye çevreyi süzdükten sonra; “Gel anne çıkalım, tehlike yok” dedi.
Samsun’dan yola çıkan genç kadın takip edildiğini polise bildirmiş, tedbir alınacağı söylenince de yoluna devam etmişti. Ama kaçtığı Azrail’i, iki adım ötesinde belirmişti işte. Gerçi kadın böyle badirelere alışmıştı ama bu sefer iş gerçekten ciddiydi. Aralarındaki tartışma kısa sürede kavgaya dönüştü. Genç adam silahını çekip tam altı kurşun sıktı.“Acıların Kadını” Bergen’in ölümü böyle olmuştu. Annesi Sabahat Çakar ise vücuduna isabet eden üç kurşuna rağmen hayatta kalmayı başarabilmişti.
Belgin Sarılmışer’in öyküsü, ateşinden kavrulup öleceğini bile bile mumun etrafında dönmekten vazgeçemeyen pervanenin hikayesini andırıyordu.
Altı kardeşin en büyüğü olan genç kız, ailesinin kısıtlı imkanlarına rağmen konservatuvarda okuduktan sonra, Ankara Feyman Kulüp’te Bergen ismiyle sahneye çıkmaya başlamıştı.
Ardından Adana’ya geçen genç kadın bir gazinocu tarafından dolandırılınca, hayatının “kahramanı” yardımına yetişti. Uzun boylu, bıyıklı, yakışıklı, genç bir adamdı Halis Serbes... Bergen ile gazino arasındaki sorunu çözdüğü sırada genç kadın, kurtarıcısına aşık oldu.
Nişanlanıp Adana Kozan’a yerleşen çiftin arasındaki ilk bomba 1979 yılında patladı. Halis evliydi ve üç çocuğu vardı. Cicim ayları geçtikten sonra ilişkilerinde kavgalar artmış, dayaklar başlamıştı.
Bergen, bu ilişkiden kurtulup hayatını yeniden düzene sokmak için Ankara’ya kaçtı. Gazinolarda sahne aldı... Bir ara Osman Hattat ile sevgili olduğu bile söylendi. Tam kendine bir yol çizmişken her şey Halis’in yeniden ortaya çıkmasıyla tepe taklak olacaktı.
Londra BBC Türkçe yayınlar bölümünde o saatlerde nöbetçi olan genç adam, küçük bir masa lambasının ışığı altında önüne gelen haberleri inceliyor, gerekenleri Türkçe’ye çeviriyordu.
Sabah bültenine az bir süre kalmıştı.
Haberlerden birini eline alınca dondu kaldı: Nazım Hikmet ölmüştü. Önce kapıyı kilitledi, sonra masasının gözünden içki şişesini çıkardı. Bir yandan içiyor, bir yandan kendi kendine Nazım’dan şiirler okuyordu.
Alt katta, televizyon stüdyosunda ise kıyamet kopuyordu. Neredeydi bu adam?
Haberlerin başlamasına dakikalar kalmıştı. Yukarıya adam gönderdiler, kapı kilitliydi, telefonlara cevap veren yoktu.
* İş de yapsan, evinde de otursan, her dönemin kadınısın...
- Sorma ya, bazen yaşını başını almış tipler yanıma gelip “Ben sizinle büyüdüm” falan diyor. Yaşlandığımın resmidir bu herhalde (gülüyor). Aslına bakarsan çocukluğumdan beri ekranlardayım.
* Şaka yapıyorsun! Senin çocukluğunda televizyon var mıydı?
- Hah tamam, daha başından muhabbetin gidişatı belli oldu. Fazla kaşınma, bu düellodan sağ çıkmazsın (kahkahalar).
* Tamam tamam sustum. Çocukken ne yapıyordun ekranlarda?
Belki uzun boylu olduğu içindir, bilemiyorum. Biraz da soğuk nevale gibime geliyor ama emin de değilim.
Kim bilir, zihnimde Kemal Sunal’ın gerçek hayatta hiç de komik olmadığı hatta gayet sert bir adam olduğu efsanesini zavallı kadıncağıza yüklemiş de olabilirim. Neden böyle hissettiğimi cidden anlamıyorum ama vallahi korkuyorum bu kadından.
Bütün bu hislerime rağmen Yalan Dünya’daki Selahattin Çakaler’in ruhuna bürünerek Gülse’ye bir mesaj attım, ondan da cevap geldi. Altta kalır mıyım, verdim tabi hemen ağzının payını…
Buyrun Gülse’nin sürekli sitcom gülüşü efektiyle dolu, benim açımdansa bayağı bayağı ‘Kurtlar Vadisi’nin soundtrack’i ‘Cendere Cendere’ye dönen mesajlaşmamızı okuyun, siz karar verin abiler, ablalar!
“Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” Cemal Süreya...
“Bu ikisi tartışırken ben de gittim Tomris’le evlendim” Turgut Uyar.
Ender rastlanan bir öykünün sıra dışı kahramanları olan üç yakın arkadaştı onlar... Üçü de gençti, üçü de şairdi ve üçü de aynı kadını sevdiler.
Edip Cansever, Cemal Süreya ve Turgut Uyar “İkinci Yeni” şiir akımının öncülerindendi. Birbirleriyle zaman zaman didişip kavga ederlerdi ama İstanbul’un tüm meyhaneleri tanıktı onların dostluklarına...
Bu üç büyük şairin sevdasını bir taç gibi taşıyan genç kadın da, gazeteci, deneme ve öykü yazarı Tomris Tamer’di... Tomris, ilk eşi Ülkü Tamer’den ayrıldıktan sonra edebiyat çevrelerinin gözbebeği olmuştu. Süreya, Cansever, Uyar’ın da sıkı bir dostu...
“İzzet hiç yorulmuyor musun?”
“İzzet nasıl böyle dinç kalıyorsun?”
Sağ olsunlar dostlarım genelde bu tip sorularla çıkıyor hep karşıma. Ama arada birkaç tanesi de tahtaya vurup “maşallah” dese, hiç fena olmayacak.
Siz bakmayın onun çocuk ruhuna ne de olsa İzzet artık 50’sine merdiven dayadı!
Peki girişte sorduğum soruların cevapları ne? Hemen söyleyeyim üç kelime, o da şöyle; Doktor Hüseyin Nazlıkul...
Efendim sevgili doktorumla, uzmanı olduğu nöralterapi, biyolojik saatimizin farklı ‘dilimleri’ ve ilaçlara hemen başvurmadan bedenimizi yeniden ‘programlayarak’ nasıl tedavi olacağımızı konuştuk.
Gelin nedir, ne değildir, bizzat Nazlıkul’un ağzından dinleyelim...