Paylaş
Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN
*Ayça Bingöl karakterinin hayattaki yerini çocukluğundan başlayalım anlatmaya... Olay Bingöl’de mi geçiyor?
- (Kahkahalar) Hayır, ama beklediğimden daha klasik bir soruyla başladın. Bingöl’de doğup doğmadığımı ne ilk soransın, ne de son olacaksın...
*İyi tamam, cevabını alayım o zaman...
- Modalı’yım, doğduğumdan beri aynı yerde yaşıyorum. Babaannemler ve dedemler de oralı...
*Doğduğundan beri aynı semtte yaşadığına göre güzel anıların var demek ki Moda sokaklarında...
- Vay bu da pek bir şairane oldu (gülüyor). Haklısın, harika bir çocukluk geçirdim. 17 yaşına kadar tek çocuktum. Sonra bir anda yarı anne, yarı abla oldum.
*Tekne kazıntısı durumu yani...
- Aynen öyle (gülüyor). Annem bankadan emekli olunca sürpriz paketten kardeşim Ilgın çıktı; şahane de oldu bence. İnsanın kardeşinin olması müthiş bir şey. Ben çok geç sahip oldum ama onunla sırt sırta yaşam mücadelesi vermenin mutluluğunu yaşıyorum. O da oyunculuk okuyor.
AYIPTIR SÖYLEMESİ MÜSPET İLİMLERE YATKINLIĞIM VAR
*Soruları klasik buldun ama senin de klasik düşüncelerin olmuş zamanında... Her çocuk gibi doktor olmak istiyormuşsun...
- (Gülüyor) Vay “intikamımı alırım” diyorsun... Ben aslında diş doktoru olmak istiyordum, nasıl bir sevdaysa o... Ama puanım tutmayınca İTÜ Kimya’ya girdim.
*Ve kader ağlarını örer...
- Müspet ilimi seviyorum, ayıptır söylemesi bir yatkınlığım da var. O yüzden İTÜ’ye gittim ama yaşadıklarım benim için büyük bir mutsuzluğa dönüştü. İçimdeki oyuncu olma isteği had safhadaydı ama bu isteğim sistemin çarkları karşısında örselenip duruyordu.
*Tıpkı Türkiye’de milyonlarca insanın yaşadığı gibi değil mi?
- Birinci senenin sonuna doğru okula hiç uğramamaya başlamıştım. “Konservatuvara gideceğim” diye tutturduğumda da evdekiler karşı çıktı. Sonuçta kızları pek çok kişinin hayali olan İTÜ’yü kazanmıştı, doğal olarak okulu bırakmamı istemiyorlardı.
*Oyunculuk isteğin hiç mi taraftar bulamadı evde?
- Çocukken annem her hafta sonu beni tiyatroya götürürdü. Bana acayip destek oldu. Babamdan gizli ne işler çevirirdik, ah bir bilsen (gülüyor)...
İTÜ’YÜ BIRAKINCA EVDE KIZILCA KIYAMET KOPTU
*Biraz da annenin gazına geldin yani...
- Evet evet! Bence onun da içinde oyuncu olma isteği varmış hep (gülüyor).
*Anneler evlenmeyi hayal ettiği koca tipini oğullarına, yaşayamadıkları hayatları da kızlarına yüklerlermiş... Onun yapamadığını sen nasıl başardın?
- İTÜ’yü bıraktıktan sonra konservatuvvar sınavına girdim ve kazandım. Annem her şeyi biliyordu ama babam durumdan bihaberdi. Bir gece “Yeter artık söylemek zorundayım” dedim, çünkü ertesi gün konservatuvara kayıt olacaktım.
*Eh bir zahmet söyle artık!
- Söyledim söylemesine de, tahmin edebileceğin gibi evde kızılca kıyamet koptu. Babam yukarıdan baka baka “Hobi olarak oyunculuk yapabilirsin ama kimyayı bitirmen şartıyla” dedi. Korkuyorsun tabii, daha 18 yaşındasın...
*Peki nasıl ikna ettin Peder Bey’i?
- Bunlar konuşulurken kurduğum en akıllıca cümle şuydu galiba: “Benim mutsuz bir insan olmamı mı istiyorsun baba?”
BİZİM ZAMANIMIZDA FUTBOLCU OLMAK MAKBULDÜ
*Offf über sert girmişsin... O yaşta duygularla bu kadar iyi oynamayı nereden öğrendin acaba?
- (Gülüyor) Çok sert girdim ama gerçekten öyle hissediyordum. Hesapsız, kitapsız ve içten bir soruydu o. Çünkü mutsuz olduğumu fark etmiştim ve ömür boyu öyle yaşamak istemiyordum. Babam da her anne ve babanın evladına söyleceği gibi “Mutlu olmanı isterim tabii ki” dedi. “Çok zor bir sınavı geçtim baba, 600-700 kişinin arasında kabul edilen 5 kızdan biriyim” diye biraz da allayıp pullayınca babam daha da rahatladı. Ama benden tek bir isteği oldu...
*“Türkan Şoray kanunlarına uy kızım” mı dedi?
- Yok canım (kahkahalar). 90’lı yıllardan bahsediyorum. Kimsenin tiyatro ve sinemaya şevkle bakmadığı bir dönemdi. Şimdi oyuncu olsunlar diye anne-babalar götürüyor konservatuvar sınavlarına çocuklarını. Bizim zamanımızda futbolcu olmak makbuldü. Ben de futbolcu olamayacağıma göre (gülüyor)...
*Babanın emrinde, pardon isteğinde kalmıştık...
- “Üniversite mezunu olacaksın değil mi?” diye sordu. “Evet baba, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı mezunu olacağım” dediğimde artık tamamen inanmıştı bana. Bilmiyorum belki de ben çok abartmıştım, daha önce de söyleyebilirdim diye düşünüyorum şimdi.
BABAM DA 12 EYLÜL DÖNEMİ MAĞDURLARINDAN
*Bildiğim kadarıyla baban 12 Eylül döneminde ciddi sıkıntılar yaşamış. Belki de darbe yıllarının o karanlık ortamı yüzünden istemedi senin oyuncu olmanı...
- 12 Eylül döneminde babamın tutuklamasından bahsediyorsan, bunun travmasını yaşadığımı söyleyemem. Annem ve babam bu trajediyle yüzleştiğinde ben çok küçüktüm. Neler olup bittiğini ancak yıllar sonra bana anlatılanlardan öğrenebildim.
*Hangi suçtan tutuklanmıştı baban?
- O dönemdeki bir sürü mağdur insan gibi suçsuz yere tutuklandı. Matbaacı olduğu için, bastığı kitapların yazarları bulunamayınca onu tutukladılar. Anlayacağın, 12 Eylül döneminin mağdurlarındandı.
*Sen hatırlamasan da aile içinde bir travma yaşandığı kesin!
- Dedem de, amcam da avukat. Bir süre sonra babamın suçsuzluğu ortaya çıkmış ve tüm davalardan beraat etmiş. Dediğim gibi bunlar bana çok sonraları anlatıldı. Etrafımda olan bitenden haberim olmadığı için de küçüklüğümden bahsettiğim zaman “acıların çocuğu” tarzında anlatacak bir hikayem yok.
HALDUN DORMEN: KARIMI SEN OYNAYACAKSIN ŞEKERİM
*Konservatuvarın tozlu koridorlarına dönelim...
- Koridorların tozlu olduğunu nereden çıkardın?
*Ne bileyim, öyle demezler mi?
- (Gülüyor) Öyle olsun bakalım. Sonunda olmak istediğim yerdeydim ve çok mutluydum. Daha okul bitmeden büyük bir piyangonun da bana vurmasıyla her şey daha da güzel oldu.
*Hadi ya? Altılıyı mı tutturdun yoksa?
- Hem de nasıl! Bir gün Haldun (Dormen) Hoca beni arayıp “Anadolu turnesine çıkıyoruz. Alev Gürzap ve İlkay Saran Elazığ’a gelemiyor, sahnelediğimiz oyunda karımı sen oynayacaksın şekerim” dedi.
*Yanlış duymadım değil mi? Karısını oynamanı mı istedi Haldun Bey?
- Yanlış duymadın, 21 yaşındaydım o zaman (gülüyor). Alev Gürzap ve İlkay Saran devlet sanatçıları olduğundan, o tarihlerde başka oyunlarda oynamaları gerekiyormuş. Haldun Hoca “Sen gelmezsen Elazığ’daki oyunu iptal etmek zorunda kalacağız. Orası bizim için çok önemli. Seyirciye çıkıp, benim öğrencim geldi, sırf oynayabilmek için üç günde rolüne hazırlandı diye açıklama yapacağım” dedi ve benim sahne maceram başladı.
*Karşında koskoca Haldun Dormen, ee heyecan da dorukta tabii...
- Olmaz olur mu? Havalara uçtum inan! Bu vesileyle de Dormen Tiyatrosu 2001 yılında kapanana kadar Haldun Hoca ve ekibiyle çalışma fırsatım oldu. Dormen Tiyatrosu, konservatuarın dışında beni en iyi şekilde eğiten bir diğer “kurum” oldu diyebilirim.
*Bari soyadını da Elazığ yapsaydın!
- (Gülüyor) Hayat ne kadar tuhaf değil mi? Hiçbir şeyin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Çok şükür, yaşamım boyunca böyle bir sürü “kilit anlar” deneyimledim.
BU MESLEĞİ ÇOK DA KUTSAL BULMUYORUM
*Kendini şanslı buluyor musun?
- Evet kesinlikle şanslıyım. Aman tahtaya vuralım (gülüyor). Düşünsene daha konservatuvarda öğrenciyken Dormen Tiyatrosu’nda profesyonel hayata atıldım. Orada Yıldız Kenter gibi bir hocam oldu. Oyuncu olarak ekolünü takip etmesem de, metin deşifresinin ne demek olduğunu ondan öğrendim. Benim hayatımda yeri çok önemlidir Yıldız Hoca’nın...
*“Tiyatro karın olur, karın ise metresin” kavramını da ondan mı öğrendin?
- Bu lafı kendisinden duydum ancak öğrendiklerim arasına koyduğumu söyleyemem. Açıkçası ben yaptığım mesleği çok da kutsal bir iş olarak görmüyorum. Tiyatro olsun, sinema olsun, televizyon olsun; bunların hepsi en iyi şekilde yapmaya çalıştığım işler. Özel hayatımla işim asla doğru orantıda değil. Gerçeklerden uzaklaşmıyorum, sadece işimi yapıyorum. Bundan dolayı da o söylediğin lafa hiçbir zaman inanmadım. Ayrıca kutsal bir meslekten bahsedeceksek eğer, doktorluktan daha kutsalını düşünemem bile.
SEYİRCİ NEDENSE AĞLAMAMI ÇOK SEVDİ
*Karşımda öylesine şen şakrak bir kadın var ki, kusura bakma ama sürekli o “ağlak” rolleri nasıl oynayabiliyorsun anlamıyorum?
- İşte buna oyunculuk deniyor İzzet (kahkahalar)...
*Sözlükçülerin seninle ilgili ortak kanısı “Güzel kadın, tatlı kadın ama çok ağlıyor”...
- Seyirci benim ağlamamı çok sevdi nedense (gülüyor). Melankolik biri değilim kesinlikle, hüznü dozunda yaşarım. Olabildiğince anın tadını çıkarırım. Bazı tecrübeler edindikçe üzülmenin gereksiz olduğunu fark ettim.
*Üzüntüden dolayı yemeden içmeden kesilip vermedin yani bunca kiloyu...
- (Gülüyor) Alakası bile yok. Geçen sezon sadece tiyatro yaptım. Haluk Bilginer ve Canan Ergüder’le birlikte Oyun Ayölyesi’nde “Nehir” adlı oyunu tam 151 kez oynadık. Turnelerden de bana ekstra kilolar yadigar kaldı.
*Ne alakası var turneyle kilo almanın?
- Olmaz olur mu? Anadolu turnesine çıktığımızda, oralardaki halkın misafirperverliği sonucu kilo almaman imkansız. Her gittiğimiz yerde “Bizim yörenin yemekleri çok güzeldir”, “Bu en özel tatlımız” gibi ikramları geri çeviremediğim için bayağı bir kilo almıştım. İstanbul’a dönüp de tartıya çıktığımda gördüğüme inanamadım. O sırada televizyon için görüşmelere başlamıştım. Malum, ekran da insanın kilosuna kilo eklediği için hemen sağlıklı yaşam yoluna dönüp “ekstra bagajımı” attım.
CV’Mİ 11 YIL ÖNCE GÖNDERDİM AMA GERİ DÖNMEDİNİZ HALUK BEY
*Haluk Bilginer’le sahne paylaşmak uğruna kilo bile almaya razı olur herhalde insan...
- (Gülüyor) Zaten Moda’da oturduğum için Oyun Atölyesi’nin önünden geçerken hep oradaki bir projeye dahil olmak istemiştim. Haluk’a “CV’mi 11 yıl önceden size vermiştim ama bana geri dönmediniz” diye hayıflandığımda “Haydi ya, nasıl yaptık o hatayı” dedi. O çatının altına girmek “Nehir” oyunuyla kısmet oldu sonunda bana.
*Peki Haluk Bilginer gibi bir ustayla çalışmak nasıl bir his?
- Of of of! Sahnede Haluk’la olmak gibisi yok, muazzam!
*Sahne dışında “Benden uzak dursun” mu diyorsun?
- (Gülüyor) Fesatlık yapma! Arkadaşlığı da mükemmeldir Haluk’un. Aramızdaki diyalog çok iyi. Yaptığım işte benim için kilit nokta; sevdiğim insanlarla çalışmak. Şu an çalıştığım ekiple birlikte olmak da benim için muhteşem bir duygu.
ALİ’YLE BEŞİK KERTMESİYİZ
*Diziyle ilgili konuşmadan önce biraz da özel hayatına girelim. Eşin de senin gibi oyunculuk “virüsü” taşıyanlardan...
- Ali (Gökmen Altuğ) konservatuvardan sınıf arkadaşım. Tanıştığımızda ikimiz de “bebek” sayılırdık. Anlayacağın “beşik kertmesiyiz” (gülüyor)... 18 yaşındayken ilk “merhaba”mızı dedik, 21’e geldiğimizde de birbirimizin sağ kolu olduk.
*Onun “okul sevdası” bitecek gibi gözükmüyor...
- Kendisi akademisyen, aynı zamanda Şehir Tiyatroları’nda hem oyuncu hem de yönetmen.
*Aynı çatı altında iki oyuncu fazla değil mi?
- Bizim evde meslekler hiçbir zaman ön plana çıkmaz.
*Bir anda şöhretinin parlaması, evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmadı mı?
- Tam aksine bu durum onun çok hoşuna gidiyor (gülüyor). “Yaşasın herkes seni tanıdı” diyor. Çıkan haberlerimi benden daha yakından takip ediyor. İyi bir oyuncu olduğuma inandığı için, benim başarılı olmam onu çok mutlu ediyor.
*Neden kocanın soyadını kullanmıyorsun?
- Bu bizim mesleğimizde fazlasıyla yaşanan bir durum aslında. Evlenmeden önce yaptığım işlerde kendi soyadımla tanındığımdan, evlilik sonrası projelerde de ismimi öyle yazdılar. Açıkçası ben de bir değişiklik yapmayı hiç düşünmedim.
*Doğru söyle “Özgür kadınım, kocamın soyadının ‘boyunduruğu’ altına girmem” mi dedin yoksa?
- Kesinlikle öyle bir düşüncem olmadı. Beni Ayça Bingöl olarak tanıdılar, sadece öyle devam etsin istedim.
UZAK DİYARLARDAN NE AŞK MEKTUPLARI ALIYORUM BİR BİLSEN
*“Alamar Al Zaman”ın yıldızı olduğunu biliyor muydun?
- (Gülüyor) Bilmez olur muyum? “Öyle Bir Geçer Zaman ki”nin Ortadoğu ülkelerindeki isminden bahsediyorsun.
*Oralardaki hayranlarını memleketlerinde ziyaret ettin mi?
- Ben gitmedim ama oradan buraya gelenler çok oldu. Mardin’e gittiğimde Suriyeli bir turist grubu beni tanıyıp, birlikte fotoğraf çektirmek isteyince nasıl şaşırdım anlatamam. Ortadoğu dışında Azerbaycan’da da çok tuttu dizi. Uzak diyarlardan ne aşk mektupları alıyorum bir bilsen (gülüyor)...
GÜLTEPE’NİN AŞK KADINI
*Yeni dizin “Benim Adım Gültepe”de Gülümser karakterini canlandırıyorsun. Kimdir, kimlerdendir bu Gülümser? Ne yer, ne içer, hayatla alıp veremediği nedir?
- Dizi aslında İzmir’in yalnız kalmış Gültepe semtinin hikayesi. Dört oğlan çocuğunun hayatına tanık olurken bizim öykülerimizle de karşılaşacaksınız. Karakterler üzerinden Gültepe’nin hikayesini izleyeceksiniz.
*Gülümser nasıl biri dedim, sen diziyi anlattın...
- Semtteki kadınlarından farklı yaşayan, hayata başka bir yerden bakan, Gültepeli olmayan ama Gültepeli, yaşam dolu, enerjik, etrafını ve yaşadığı her şeyi güzelleştirmek için çaba harcayan bir aşk kadınını oynuyorum. Kocası hapiste, 15 yaşındaki oğluyla birlikte bu mahallede var olmaya çalışıyor.
*Havada “yasak aşk” kokusu var yine sanki...
- Ee gönül bu... Gülümser kalbini mahalledeki Halil’e kaptırıyor, aralarında imkansız ama büyük bir aşk doğuyor.
*Bir önceki dizi de hemen hemen aynı formattaydı. “Dönem dizileri tutuyor” diye kendini garantiye almış olabilir misin?
- Benim bu projeyi kabul etme nedenim çok belli... Hikayeye tek kelimeyle bayıldım. Ayrıca daha önce çok başarılı bir işe imza attığım, Zeynep Günay Tan kaptanlığındaki bu ekiple yeniden çalışma fırsatım oldu. Bu anlamda emin sularda yüzmek cazip geldi açıkçası.
*Bu dizide de askeri darbenin “postal seslerini” duyacak mıyız?
- Hayır, biz o konuyu diğer dizide işledik (gülüyor). Burada olaylar darbeden sonra geçiyor.
BU ROLE HAZIRLANMAK İÇİN EVDE 6 AY ARABESK DİNLEDİM
*“Öyle Bir Geçer Zaman ki”de Cemile, “Benim Adım Gültepe”de Gülümser... Yüzünün güldüğünü bir türlü göremedik. “Acı çekmek için mi oyuncu oldum ben” diye düşünüyor musun arada?
- (Gülüyor) Yine böyle bir rol denk geldi aslında. Cemile o kadar çok sevilen ve benimsenen bir karakter oldu ki onun etkilerinin süreceğini düşünmek çok doğal. Ancak Ayça Bingöl bu sefer Gülümser’i oynayacak. İlk 1-2 bölümden sonra seyircinin artık Gülümser’i konuşacağını umut ediyorum.
*Dizilerde hep “anneyi” oynuyorsun. Kendi hayatında da kardeşine annelik yapmışsın. Karmanda var bu galiba senin...
- (Gülüyor) Doğduğum andan itibaren dünyaya anne olarak gelmişim sanırım.
*Gülümser rolüne hazırlanırken özel bir şey yaptın mı?
- Yönetmenimle, oyuncu koçuyla ve zaman zaman kamerayla uzun bir hazırlık süreci geçirdim. Bunların dışında döneme ve Gültepe’ye dair araştırmalarım oldu. Semtin sosyokültürel ve politik geçmişini özümseyerek rolü beslemeye çalıştım. Bir de bu sefer farklı bir şey denedim. Genelde caz dinleyen biriyimdir, arabeskle aram yoktur. Ama buradaki o acıyı, o dokuyu, o havayı sindirip özümsemek için yaklaşık bir ay boyunca evde sadece Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve Adnan Şenses dinledim. Özellikle Orhan Baba’nın şarkıları karakteri çok besledi; seyredince göreceksiniz...
ARTIK BİR NUMARALI OYUNCU KOÇUM EŞİM
*Başın sıkıştığında Yıldız Hoca’dan ya da Haldun Hoca’dan hâlâ yardım alıyor musun?
- Onların varlığı benim için her zaman çok değerli ama bu aralar bir numaralı oyuncu koçum eşim Ali. Gerektiğinde ondan yardım alıyorum. Sonuçta beni en iyi tanıyan insan o. Mesela biz bugün önemli bir sahne çekeceğiz. Dün gece yatmadan önce Ali’ye “Şu sahneyi bir okur musun?” dedim. Sadece üç cümle söyledi bana ama olaylara kadar farklı bir noktadan bakıyor ki anlatamam.
*Dizinin çekimleri İzmir’de başladı ancak İstanbul’da devam edecek. İzmir’in Gültepe’sini İstanbul’a nasıl taşıyacaksınız?
- Murat Güney adında 10 numara bir sanat yönetmenimiz var. Ekibiyle beraber Sarıyer’in 4-5 sokağına Gültepe’yi inşa ettiler. İnanılmaz da güzel oldu. Şartlar yüzünden diziyi İzmir’de çekmemiz çok zordu, o yüzden burada bir Gültepe yarattılar.
*Diziye adını veren semtin sesi Nejat İşler...
- Evet, baş karakterimiz Gültepe’yi Nejat seslendiriyor.
*Rahatsızlığı sırasında Nejat’ı hastanede ziyarete gittiğinde “İnşallah bir gün beraber bir projede oynarız” demişsin. Kısmen de olsa isteğin gerçekleşti!
- Hastaneden çıkarken gazeteciler “Hiç birlikte oynadınız mı?” diye sordular, ben de “İnşallah iyileşir ve oynarız” dedim. Düşünüyorum da hakikaten ağzımdan çıkan laflar gerçek oldu. Belki de o gün bana bir şeyler bunu söyletti.
*Gültepe deyince sanki doğduğun semtten bahsediyormuşum gibi gözlerin parlıyor...
- İnan bana gerçekten etten kemikten bir karakter haline dönüştü o semt bizim için. Senaristimiz Vural Yaşaroğlu, 19 yıl İzmir-Gültepe’de yaşamış. Dokusu, kurgusu, duygusu o kadar gerçek ki, okur okumaz senaryonun içinde buluverdim kendimi. Bir Gültepeli’nin, Gültepe’yi yazmasından daha gerçekçi ne olabilir ki?
*Bir ara “Kurt Seyit ve Şura”da oynamak istediğini söylemişsin. Yoksa diziyi izleyince mi oynamaktan vazgeçtin?
- Orada benim canım Farah’ım var. “Kurt Seyit ve Şura’yı merakla bekliyordum, oynamak isterdim, çok güzel bir dönem işi” demiştim...
*Bunca dizi varken neden “Benim Adım Gültepe”yi izleyelim?
- Benim Adım Gültepe, duygusu çok yüksek ve gerçek hikayeler anlatacak. Seyredenlerin yüreğine dokunacak. Üvey evladın, öteki çocuğun hikayesini anlatacağız biz.
POLİTİK TAVRIMI DEKLARE ETMEME GEREK YOK
*Bir röportajında “Yarından umutlu olmak istiyorum” demişsin. Umutlu olmanın umudu hâlâ devam ediyor mu?
- Tabii ki hâlâ umutlu olmak istiyorum. Zaten bunu kişisel anlamda değil, daha çok ülkemiz için söyledim. Umut ve hayaller olmadan yaşayamayız çünkü...
*Neden “hâlâ”? Kalbini yaralayan bir şeyler mi var yoksa?
- Gerek kendi hayatımda, gerek ülkemde yaşanan adaletsizlik ve vicdansızlık beni çok yaralıyor. “İnsan insana bunu nasıl yapabilir?” diye sorgulama noktasına geldiğimde inan insanlığımdan utanıyorum.
*Siyasi “rengini” belli eden bir sanatçı değilsin...
- Bir oyuncunun politik tavrı varsa da, bunu deklare etmesi gerektiğini düşünmüyorum.
*Bunda 12 Eylül’ün etkilerini birinci elden yaşamış olmanın etkisi var mı?
- Tabii ki var. Bir de kimseyi ilgilendiren bir durum değil bu. Ama politik tavrını ortaya koyana da saygım sonsuz.
Paylaş