En merak ettiğim soruyla başlamak istiyorum. İynemli ne demek Allah aşkına?- Aras: Cennetten düşen son yağmur damlası (gülüyor). Valla abi biz de buna yıllarca kafa patlattık ama internetteki “arkadaş canlısı” cevabı dışında pek de mantıklı bir şey bulamadık. Sonunda “nüfus memuru kesin yanlış yazmıştır” deyip konuyu kalbimize gömdük.
Soyadının anlamını bilmiyorsun ama soyunun sanatla büyük bir alakası olduğu kesin...- A: Aa bak ondan ben de eminim. Abim oyuncu, ablam TV spikeri ve ses sanatçısı. Dayım devlet tiyatrosu oyuncusu. Annemin amcası ise eski Yeşilçam aktörlerinden İlhan Daner... Ee tabii ki bir genetik mirastan söz edebiliriz.
Sen oyuncu olmayacaksın da ben mi olacağım?- Hazal: Merhaba benim annem de, babam da avukat. Yarışmaya Entep’ten katılıyorum (gülüyor).
Sakin ol şampiyon, sıra sana da gelecek...- H: Sekiz aylık olduğum için hep bir aceleci yanım var, kusuruma bakmayacaksın artık. Aras da bu durumuma alıştı zaten, değil mi?
- A: Ee beş yılda alıştık tabii.
HAZAL: BENDEN TRAVMATİK SENARYO ÇIKMAZHazal daha fazla vıdılamadan onun sorularına geçelim. Duyduğuma göre sorunlu bir evliliğin meyvesiymişsin...- H: Parçalanmış aile tablosunda soluk bir rengim ben İzzet Abi (gülüyor). Şaka bir yana annemle babam, ben 7 yaşındayken ayrıldılar ama hayatımız o kadar dengeli devam etti ki ben hep mutlu bir çocuktum. Hatta boşanmış olmalarını harçlığımı çarpı iki yaparak avantaja bile çevirdim (gülüyor). Anlayacağın benim geçmişimden öyle düşündüğün gibi travmatik bir senaryo çıkaramazsın.
Peki ya senden Aras?- A: Bir sürü ekonomik sıkıntılar yaşadık ama sevgi şımarığı bir ailede büyüdüm. Sevgisizliğin nasıl bir şey olduğunu ancak oyuncu olduktan sonra bu tarz insanlarla empati yaparak öğrenebiliyorum.
İç güvenlik yasa tasarısıyla “Sık ulan sık Ekrem’lere”, halka “gavat” diyen valilere özgürlüklerimizi teslim mi ediyoruz? Bu yasa bizi hızla polis devletine doğru mu götürüyor, yoksa güvenliğimiz adına olumlu bir proje mi? Kafamdaki soruları İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Adem Sözüer’e yönelttim. Ben sordum, hoca cevapladı, yorum her zamanki gibi sizlerin efendim...
* Hocam bu İç Güvenlik Yasa Tasarısı’yla, karakollar evlere taşınıyor olabilir mi?
- Bazıları kabul edilen güvenlik paketinin 10 maddesiyle, bu iktidarın çıkardığı reform kanunları karakollara teslim ediliyor. Oysa o reformlar AB ile müzakere sürecini başlatıp, Türkiye’yi işkence yapılan ülkeler listesinden çıkarmıştı. Ama korkarım ki, meşhur “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” sözü geri dönüyor. Bunun anlamı şu, eskiden savcıya haber vermeden sorgusuz, sualsiz insanlar içeriye alınır, karakollarda malum metotlarla konuşturulur, ancak mahkemeye çıkınca “İfademi işkence altında verdim” diyerek, kabullenmezlerdi. Oysa bugün herkes karakolda ne diyorsa, korkmadan mahkemede de aynısını söylüyor. Ama güvenlik paketindeki 10 madde ile zaptiye zihniyeti hukukuna dönüyoruz.
* Nedir bu gulyabani gibi görülen 10 madde?
- Yakalama, arama, gözaltına ilişkin güvencelerin kaldırılması, vali ve kaymakamlara savcı yetkisi verilmesi, kolluğa meşru savunma dışında öldürme yetkisi tanınması, valilik talimatlarına aykırılık veya yasadışı topluluk kıyafeti giyme gibi tanımı belirsiz suçların oluşturulması, uzaklaştırma gibi süresi ve koşulları belli olmayan garip tedbirlerin getirilmesi...
* Desenize 80’li yıllara dönüyoruz.
Kezzapla Mayonez şarkısıyla geçtiğimiz senenin en iyi çıkışını yaptın. Peki ne yedin, ne içtin, nerede büyüdün kızım da “dünya dert gördü” sayende...
- Sorma İzzet, “kan bile kanıyor benim içimde” (kahkahalar)... Şaka bir yana en az Kezzapla Mayonez kadar enteresan iki şeyin meyvesiyim ben. Baba tarafım Ispartalı, annemler ise Siirtli Arap... Rahmetli anneannem sadece Arapça konuştuğu için çocukluğum hiç bilmediğim bir dili anlamaya çalışarak geçti.
Anneanne de sizinle birlikte mi yaşıyordu?
- Hayır ama yaz tatillerinde anneannemin Siirt’teki nar bahçeli konağına giderdik. Orada teyzelerim ve kuzenlerimle birlikte bir sürü deli kadının arasında büyüdüm ben.
Derdini anlatacak kadar Arapça öğrenemedin mi onlardan?
- Az biraz anlıyorum ama o kadar kötü konuşuyorum ki inanamazsın. Zaten küçükken de sürekli her kelimeyi anneme sorardım bu ne demek diye.
Peki ya baban?
Sen konuşmaya başlamadan önce arabesk bir şarkı çaldıracaktım ama çalacak çocuk gitti!
- Aaaa niye gitti?
Eh 1,5 saattir seni bekliyoruz, adamın işi varmış, gitti!- Sen çal o zaman bir şeyler...
Yok, bu kadar beklettiğin için cezalısın...
- Yıllardır starları giydiren kadın star oldu! Benim de popom kalktı ne yapayım şekerim? (Kahkahalar)
Benim tanıdığım Nur öyle kolay kolay değişmez...- Latife yapıyorum zaten. Çekim uzadığı için geç kaldım.
Kolay değişmezsin ama zorsundur vesselam...
Kusura bakmayın ama konuya bodoslama gireceğim... Emek Sineması’nı yıkarken vicdanınız hiç mi cız etmedi?
- Bu projeye imza attığımız için çok mutluyum.
* Bunu nasıl böyle rahat söyleyebiliyorsunuz anlayamadım. Siz hiç Emek Sineması’nda film seyretmediniz mi?
- Galatasaray Lisesi’nde okudum ve ömrümün önemli bir kısmı Beyoğlu’nda geçti. Ama izin verirseniz önce ben size bir soru sorayım. Peki ya siz Emek Sineması’nın binasını biliyor musunuz?
* Tabii ki biliyorum, defalarca film izledim orada...- Emek Sineması’nın binasının dış görünüşünü kimse tarif edemez. Sinema Cercle D’orient, İpek, Melek ve İsketinj binalarının arasındaki avluya yapılıp üzeri kapatılmış. Hemen yandaki Melek Apartmanı’ndan da girişi verilmiş. Sinemanın balkonlarının olduğu yerde apartmanın birinci katı var. İkinci kat ise makine dairesi... Başka bir binanın altından ise yangın çıkışı verilmiş.
Oldum olası önyargılıyım bu devam filmlerine karşı. Çoğu ilkinin tadını vermez, kendini tekrar eder, ‘uzayacağım’ diye kasılır durur.
Fakat bazıları da vardır ki “Ah keşke her iki senede bir yenisi çekilse” dedirtir insana. İçlerinde barındırdıkları hikâyelere doyamazsınız. Hep daha derine inmek için can atarsınız...
Mesela “Godfather”... İlk film, çoğu sinema eleştirmeni tarafından gelmiş geçmiş en iyi yapımlardan biri olarak kabul edilir.
“Godfather II” ise şimdiye kadar yapılmış en muazzam devam filmi birçoğuna göre. Yıllar sonra çekilen son bölümüyle Oscar’ları silip süpürmüştü bu üçleme...
Neyse lafı daha fazla uzatmayayım...
Yaptığım pazar röportajlarını ertesi güne taşımaktan aynen filmlerin devamının çekilmesi gibi pek hazzetmem. Fakat söz konusu Sacit Aslan olunca bir durmak lazım. Öyle çok hikâyesi var ki Sacit Abi’nin, dinlerken kendinizi adeta Magazin Tarihinin Arka Odası’nda hissediyorsunuz. Hepsini değil bu gazetenin iki sayfasına, iki gününe, iki tuğla gibi kitaba sığdırmak bile mümkün değil.
Hâl böyle olunca, “Godfather II”nin başarısından da güç alarak, röportajın devamını bugün Sacit Abi’nin ağzından sizlerle paylaşmaya karar verdim. Ee ne de olsa Sacit Aslan ve muhabbetimiz sırasında sıkça adı geçen rahmetli babası Fahri Bey de ışıltılı gazino ve şöhretler dünyasının ‘godfather’ları değil miydi bir zamanlar?
* “Kara kutu” gibi adamsın vallahi Sacit Abi!
- İzzet bırak edebiyat yapmayı da başlayacaksan başla röportaja.
* Dur abi sen de daha şimdiden sinirleniyorsun ama!
Hani şu ömrünü ‘gençlik çeşmesini’ arayarak tüketen İspanyol kaşif var ya, işte o...
Adam bir efsanenin sırrını bulmak uğruna Kristof Kolomb’un gemisinde gönüllü olarak çalışıyor. Porto Riko’ya vali oluyor, Florida’ya ilk defa ayak basıyor ama ona sorarsanız tüm bunların hepsi fasa fiso.
Neden mi?
Çünkü Ponce’un aklı fikri, çok küçük yaşta bir hahamdan duyduğu mucizevi çeşmeyi bulmakta... Gençlik çeşmesini...
Ne zaman aklına bu çeşmenin konumu hakkında bir fikir gelse, ya da kulağına bir dedikodu ilişse hemen işini gücünü bırakıp hayalinin peşinden koşturmuş durmuş.
Son nefesini verene kadar da bu mucizenin peşinden hiç ayrılmamış...
Efendim bendeniz de Ponce de Leon gibi dertlerimden kolay kurtulmanın bir yolu olabileceğini duyar duymaz koşturuveriyorum bir mucize ‘dermanın’ peşinden. Tek farkımız Ponce’un bir, benim ise binbir hayalimin olması.