Paylaş
Oldum olası önyargılıyım bu devam filmlerine karşı. Çoğu ilkinin tadını vermez, kendini tekrar eder, ‘uzayacağım’ diye kasılır durur.
Fakat bazıları da vardır ki “Ah keşke her iki senede bir yenisi çekilse” dedirtir insana. İçlerinde barındırdıkları hikâyelere doyamazsınız. Hep daha derine inmek için can atarsınız...
Mesela “Godfather”... İlk film, çoğu sinema eleştirmeni tarafından gelmiş geçmiş en iyi yapımlardan biri olarak kabul edilir.
“Godfather II” ise şimdiye kadar yapılmış en muazzam devam filmi birçoğuna göre. Yıllar sonra çekilen son bölümüyle Oscar’ları silip süpürmüştü bu üçleme...
Neyse lafı daha fazla uzatmayayım...
Yaptığım pazar röportajlarını ertesi güne taşımaktan aynen filmlerin devamının çekilmesi gibi pek hazzetmem. Fakat söz konusu Sacit Aslan olunca bir durmak lazım. Öyle çok hikâyesi var ki Sacit Abi’nin, dinlerken kendinizi adeta Magazin Tarihinin Arka Odası’nda hissediyorsunuz. Hepsini değil bu gazetenin iki sayfasına, iki gününe, iki tuğla gibi kitaba sığdırmak bile mümkün değil.
Hâl böyle olunca, “Godfather II”nin başarısından da güç alarak, röportajın devamını bugün Sacit Abi’nin ağzından sizlerle paylaşmaya karar verdim. Ee ne de olsa Sacit Aslan ve muhabbetimiz sırasında sıkça adı geçen rahmetli babası Fahri Bey de ışıltılı gazino ve şöhretler dünyasının ‘godfather’ları değil miydi bir zamanlar?
FAHRİ BEY’İN SİLAHINDAN ÇIKAN KURŞUN SELÇUK’UN AYAĞINI SIYIRIP KOLTUĞA SAPLANDI
Emel Sayın ile Selçuk Aslan arasındaki ilişki, hızla evliliğe doğru gidiyordu. 18 yaşındaki genç oğluyla, her şeyini çok yakından bildiği 34 yaşındaki sanatçısının evlilik fikri, Fahri Bey’i zıvanadan çıkarmıştı.
O gün annem acil olarak Talimhane’deki Güsemay Apartmanı’nda bulunan daireye gelmem için beni aradığında içeriden yükselen çığlıklar telefonun öteki ucundan bile duyuluyordu. Olayın büyümesinden korkan annem haklı çıkmıştı. Eve girdiğimde babam silahını Selçuk’a doğrultmuş, bu evliliğin kesinlikle olmayacağını söylüyordu. O da oturduğu koltukta Emel’le evlenme fikrinden vazgeçmesinin mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyordu kan ter içinde...
Her şey bir anda oldu. “Seni öldürürüm ulan it” diye bağıran Fahri Bey, silahını ateşledi. Rahmetli annem Necla Hanım korkudan bayılmıştı. Çok şükür ki kurşun Selçuk’un sağ ayağını sıyırıp koltuğa saplandı.
Fahri Bey’in önüne geçmemi fırsat bilen kardeşim, kapıdan hızla fırlayıp Taksim Meydanı’na doğru kaçtı. Ama babamın öfkesi dinmemiş, Selçuk’un arkasından o da koşmaya başlamıştı.
Talimhane sokaklarında Hollywood polisiyesi kıvamında bir kovalamaca yaşanıyordu. Maksim’in önüne geldiklerinde babam silahını bir kez daha ateşledi. Kurşun bu kez de Selçuk’u sıyırıp Maksim’in merdivenlerine isabet etti. Araya girenler sayesinde Fahri Bey’in elinden silahı alıp, Selçuk’u oradan uzaklaştırdık.
YOĞUN BAKIMDAKİ SELÇUK ASLAN İLE SEVİŞEN ÜNLÜ KİM?
O ‘karanlık günün’ bu olayla son bulduğunu düşünüp büyük bir oh çekmiştik ki kara haber tez duyuldu. Akşam saatlerinde gelen telefon, Selçuk’un yüklü dozda ilaç alıp intihara teşebbüs ettiğini söylüyordu.
Dört gün bilinci kapalı şekilde makineye bağlı olarak yaşadı. Kendine geldiğinde Alman Hastanesi’ne sevk edilmişti ve yine müşahede altındaydı.
Alman Hastanesi’ne geçtikten sonraki ikinci gün, Selçuk’un tansiyonunu ölçmeye gelen hemşire, bütün Türkiye’nin çok yakından tanıdığı ünlü bir kadın sanatçının makinelere bağlı, yarı baygın haldeki kardeşimin üstüne çıkıp, cinsel münasebette bulunduğunu görünce çığlık çığlığa önce doktorun, ardından da başhekimin yanında almıştı soluğu...
Bu hikâyeyi okuyan pek çoğunuz gibi, ben de duyar duymaz “Anlamadım abi...” diye tepki verdim. Bakın Sacit Aslan’ın olaya yorumu ne oldu;
Yahu kardeşim sana Türkiye’nin bugün bile hâlâ ayakta alkışladığı ama aslında en büyük merakı arkadaşlarının kocalarıyla beraber olup onların mutluluğunu baltalamak olan bir şarkıcının, en yakın arkadaşlarından Emel Sayın’ın yoğun bakımdaki sevgilisiyle hastane odasında seks yaptığını söylüyorum, sen anlamadım diyorsun. Daha nesini anlatayım!
Ama istiyorsan şunu söyleyebilirim; bu ünlü sanatçı hatunumuz Emel Hanım’la hâlâ görüşmekte. Elbette o gün bu olayı Emel Sayın da duydu. Bu nasıl bir midedir, asıl ben onu anlamıyorum!
“SACİT SEN KARIŞMA O İSTER SEVER, İSTER DÖVER”
Kulis Müdürü İsmail odama geldiğinde yüzü pancar gibiydi. Nefes nefese bir halde “Sacit Bey acil olarak Bülent Ersoy’un kulisine gelmeniz lazım, her an silahlar patlayabilir. Fahri Bey çıldırdı” dedi.
Koşarak odaya girdiğimde babam, Smith&Wesson marka silahını çekmiş, Bülent Hanım’ın arkadaşları Hakkı Çağdaş ve Talha Özmen’i tıpkı birer futbol topuymuş gibi duvardan duvara savuruyordu.
İşin kötü yanı silahın emniyet kilidi de yoktu.
Durum daha fena bir hâl almasın diye Fahri Bey’in Bülent Ersoy’a attığı tokatların arasına girmeye çalıştım. Babam silahın kabzasıyla kafama vurdu, kaşım yarılmıştı.
O sırada Bülent Ersoy’un sesini duydum.
Koltuğun sağ köşesine büzüşmüş, yediği tokatların etkisiyle bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor, öte yandan da “Sacit sen karışma, seni ilgilendirmez. O bizim babamız ister sever, ister döver” diye çığlık çığlığa bağırıyordu.
Resmen küçük dilimi yutacaktım.
Ağzıma geleni söyleyip, odayı terk ettim.
Hemen hastaneye gittim, yüzüme dört dikiş attılar.
Peki sahne nasıl açıldı diye sorarsan...
O kadar dayağı sanki Bülent Ersoy değil de bir başkası yemiş gibi, makyajla moraran yerlerini kapatıp yarım saat sonra Maksim Sahnesi’nde programını yaptı.
Ruh hali ne olursa olsun, Bülent’in o gece sahneye çıkması büyük sanatçılığının ispatıdır...
Paylaş