Paylaş
En merak ettiğim soruyla başlamak istiyorum. İynemli ne demek Allah aşkına?
- Aras: Cennetten düşen son yağmur damlası (gülüyor). Valla abi biz de buna yıllarca kafa patlattık ama internetteki “arkadaş canlısı” cevabı dışında pek de mantıklı bir şey bulamadık. Sonunda “nüfus memuru kesin yanlış yazmıştır” deyip konuyu kalbimize gömdük.
Soyadının anlamını bilmiyorsun ama soyunun sanatla büyük bir alakası olduğu kesin...
- A: Aa bak ondan ben de eminim. Abim oyuncu, ablam TV spikeri ve ses sanatçısı. Dayım devlet tiyatrosu oyuncusu. Annemin amcası ise eski Yeşilçam aktörlerinden İlhan Daner... Ee tabii ki bir genetik mirastan söz edebiliriz.
Sen oyuncu olmayacaksın da ben mi olacağım?
- Hazal: Merhaba benim annem de, babam da avukat. Yarışmaya Entep’ten katılıyorum (gülüyor).
Sakin ol şampiyon, sıra sana da gelecek...
- H: Sekiz aylık olduğum için hep bir aceleci yanım var, kusuruma bakmayacaksın artık. Aras da bu durumuma alıştı zaten, değil mi?
- A: Ee beş yılda alıştık tabii.
HAZAL: BENDEN TRAVMATİK SENARYO ÇIKMAZ
Hazal daha fazla vıdılamadan onun sorularına geçelim. Duyduğuma göre sorunlu bir evliliğin meyvesiymişsin...
- H: Parçalanmış aile tablosunda soluk bir rengim ben İzzet Abi (gülüyor). Şaka bir yana annemle babam, ben 7 yaşındayken ayrıldılar ama hayatımız o kadar dengeli devam etti ki ben hep mutlu bir çocuktum. Hatta boşanmış olmalarını harçlığımı çarpı iki yaparak avantaja bile çevirdim (gülüyor). Anlayacağın benim geçmişimden öyle düşündüğün gibi travmatik bir senaryo çıkaramazsın.
Peki ya senden Aras?
- A: Bir sürü ekonomik sıkıntılar yaşadık ama sevgi şımarığı bir ailede büyüdüm. Sevgisizliğin nasıl bir şey olduğunu ancak oyuncu olduktan sonra bu tarz insanlarla empati yaparak öğrenebiliyorum.
Sanırım bu sevgi yumağına abin dahil değilmiş...
- A: Başta değildi ama sonradan oldu (gülüyor).
- H: Nasıl yani? Şimdi ben de merak ettim bunu.
- A: Abim bebeklerin ani titremelerinden çok korkarmış. Bir de annem bana hamileyken o 11 yaşında olduğu için okuldaki arkadaşları fırlamalık yapıp “Oo annen hamile ha” gibi şakalar yapınca bayağı bozulup, anneme “Bir daha okula gelme” demiş.
Üzülmüştür kadıncağız tabii...
- A: Sorma doğum sonrası durum daha da vahimmiş... Abim bir türlü kabullenmemiş beni. “Oğlum, ileride arkadaş olacaksınız” dese de o, “Bununla mı arkadaş olacağım, baksana nasıl titriyor” diye ortalığı ayağa kaldırmış. Ama şimdi sorarsan en yakın arkadaşı benim.
Sen tek çocuk musun Hazal?
- H: Avukat Ayşegül Kaya ile Serhat Kaya’nın biricik kızlarıyım. Ama babamın ikinci eşinden harika kardeşlerim var. Bizimkiler ayrıldıktan sonra annemle birlikte Balat’a taşındık. Alışılanın aksine tamamen anaerkil bir şekilde yetiştim. Bizim aile şen dullar ailesiydi. Bu yüzden etrafımda hep bir sürü kadın vardı. Hani az önce travmatik durumlar var mı diye soruyordun ya, benden çıksa çıksa Amazon hikayeleri çıkar.
Evde büyük bir kadın dayanışması vardı yani...
- H: (Gülüyor) Annemle birbirimizi büyüttük. Evle ilgili her konuda organize olup ortak kararlar verirdik. Bazen annem benim annem olmasaydı da bir şekilde tanışır, birbirimizin en yakın arkadaşı olurduk diye düşünüyorum.
HAZAL: ANNEM SOSYALİST VE FEMİNİSTTİR
19 yaşında iş hayatına atılmana şaşmamalı o zaman...
- H: Bunların hepsi anaerkilliğin getirisi... Ailede ilk kural herkesin kendi ayaklarının üzerinde durmasıydı. Bu arada annem, sosyalist ve feministtir. Mor Çatı’nın da kurucularındandır.
Aileden dolayı apolitik olabilme şansın da yok zaten...
- H: Aynen öyle (gülüyor).
- A: Zeyna!
- H: (Gülüyor) Zeyna’lıkla hiç alakam yok. Beni mahallede “avukatın kızı” diye çağırırlardı. Hâlâ da değişen bir şey yok... Annem, hiçbir zaman Hazal’ın annesi olmadı, ben hep avukatın kızıydım.
Hazal küçükken Barbie’leriyle oynayan mutlu bir prenses miydi yoksa “Amazon olunmaz doğulur” diyenlerden mi?
- H: Öyle bebeklerle oynamayı falan hiç sevmedim, hâlâ da pek hazzettiğim söylenemez. Yani ben, boncuklu, simli, pırıltılı şeyleri seven hayallerdeki klasik kız çocuklarından değildim. Legolarına aşık, haşarılıkta gerçek bir dünya markası, yerimde duramayan bir tiptim. Aa bir de sepetler vardı.
Sepet sepet yumurta sakın beni unutmalar mı?
- H: (Kahkahalar) Nerede bir sepet görsem içine girermişim. Çocukluk fotoğraflarımı görsen, hepsinde ya bir sepetin içindeyim ya da elimde bir sepet var.
- A: Sen bu boşanmanın seni gerçekten etkilemediğine emin misin?
- H: (gülüyor)...
Sen Allah bilir ağaçlara tırmanıp sapanla cam da kırıyorsundur...
- H: Sapanla hiç işim olmadı ama ağaçlara çıkardım. Çok iyi de futbol oynardım. Ama bir gün suratıma top gelince jübilemi yapmaya karar verdim (gülüyor).
Bizim küçük Hazal meğerse bir “Erkek Fatma”ymış!
- H: Ataerkil toplumda yalnız bir annenin kızı olduğumdan kendimi korumak ve güvenceye almak için bir maske gibi kullanıyordum bunları sanırım.
Peki tuttuğunu koparan okulun birincisi, kalplerin incisi bir tip miydin?
- H: Yok yahu nerdeee! Hatta kötü bir öğrenciydim. O durumları bana değil Aras’a sorman lazım (gülüyor).
Niye, sen inek miydin Aras?
- A: Beşiktaş Anadolu Lisesi’ni üçüncülükle bitirdim. Üniversite sınavında yüzde birlik dilime girdim ama yine de inek değil, çalışkan desek daha doğru (gülüyor). Öyle sadece ders çalışan ot gibi bir tip değildim. Okulun hem tiyatro kulübünde hem de basketbol ve futbol takımlarında çok faaldim.
“Sosyal inek” diyelim o zaman...
- H: (Kahkahalar) Ben de tiyatro kulübünün çok iyi olduğunu duyunca Beşiktaş Anadolu’da okumak istedim ama puanım yetmedi, İtalyan Lisesi’ne gitmek zorunda kaldım.
- A: Tabii kızım herkesi almıyorlar bizim okula (gülüyor).
İtalyanca aşkı nereden çıktı peki?
- H: İtalyanca değil de biz buna Ricky Martin aşkı diyelim. Sekiz yaşındayken Türkiye’ye geldiğinde annemle konserine gitmiştik. Her saniyesi hâlâ aklımda ya anlatamam.
Şimdi de Ricky Martin hayranı mısın?
- H: Tabii canım. İstanbul’a konser için geldiğinde annemin bir arkadaşı bizi tanıştıracaktı ama olmadı. İzzet, sen onunla röportaj yapmıştın değil mi? Nasıl gerçekten o kadar tatlı mı? Ben onu canlı görsem donar kalırım herhalde (kahkahalar).
Millet sana, sen Ricky’ye hayran...
- H: Ricky’ciğim yüzünden İspanyolca öğrenmek istiyordum ama İstanbul’da İspanyol Lisesi yoktu. Fransızca’yı da pek sevmediğim için başka bir Latin dili olan İtalyanca’yı tercih ettim.
- A: Ergenlik böyle bir şey (kahkahalar).
- H: Aynen ama tek neden o değildi. Çocukluğumdan beri sanatla ilgili de bir şey yapmak istiyordum. İtalyan Lisesi olunca çok fazla kapı açılır diye düşündüm.
İtalya’da en sevdiğin şehir?
- H: Floransa! İlk kez 15 yaşındayken tek başıma gitmiştim.
Annen çıldırmıştır...
- H: Yoo, tam aksine o yolladı. Yanıma cüzi de bir para verip, “Orada bununla idare edeceksin” dedi. Geri dönerken uçağı kaçırınca ağlayarak onu aradım. “Demek ki macera dudağına piercing taktırmakla olmuyormuş, havaalanında bekle bir sonraki uçakla gelirsin” diye cevap verdi.
ARAS: BENDE ÇARŞI RUHU VAR
Hazal Ricky aşkına İtalyan’lı olmuş; sen ne düşündün peki Beşiktaş Anadolu’ya girerken Aras?
- A: Beşiktaş’ta oturduğumuzdan, oradaki her çocuk gibi benim de en büyük hayalimdi. Yetiştirilme tarzımdan kaynaklanıyor sanırım, semt kavramını seviyorum. 35 senelik manavın aynı yerde olması, yoldan geçerken aynı balıkçılara “Merhaba” demek, kuruyemişçinin kim olduğunu bilmek çok farklı bir duygu.
Bitirim mahallelisin...
- A: Öyle diyebiliriz. Beşiktaş’ta olmak bana güven veriyor. Bu duygunun okula girmemde de etkisi büyük. Bir yerde okumuştum, Kadıköylü biri anlatıyordu; “Beşiktaş’tan Kadıköy’e giden vapurda kendimi huzurlu hissediyorum.” Bende de tam tersi, Beşiktaş’a dönerken aynı hisler oluyor.
Başka bir deyişle Çarşı çocuğusun...
- A: Çarşı ruhu, adalet ve vicdana dayanır. Hayat felsefesi olarak hakkaniyetli olmaya çalışırım. Evet Çarşı ruhu bende var. Çarşı bir ruhtur, bedene indirgeyemezsin diye bir şey var. Onu herkes anlayamaz, anlatamam.
Sende de Çarşı ruhu var mı?
- H: Beşiktaşlıyım ama sonradan olma... Ortaköy’deyken bütün okul Beşiktaşlıydı. Ben para karşılığı Galatasaray’a transfer oldum.
Bonservisini kim ödedi peki?
- H: Yengem ama sonra “Beşiktaş harika ya, burada tek yürek. Ben de Beşiktaşlı olmalıyım” dedim... O günden beri Beşiktaşlıyım. Tabii anlattığım çocukluk yılları...
- A: Geç olsun güç olmasın (gülüyor).
Ergenlik bunalımları takım kararsızlıklarıyla sınırlı mıydı?
- H: Nerde... Bale yapıp keman çalıyordum. Trafik kazası geçirince baleyi bırakmak bana çok ağır geldi. Sonra da metal müzik dinlemeye başladım.
- A: Al işte (kahkahalar).
Kısaca metalciydim desene...
- H: Metal müzik dinlediğim dönemlerde bir ara saçlarımı yeşile boyatmışlığım bile vardı.
- A: Ben bunu da öğrendim ya, daha bir şey demiyorum sana (gülüyor).
Siyah takıntın da var mıydı?
- H: Olmaz olur mu? Ama metalciliğimle oyunculuk aşkımı birleştirip tırnak yemeyi bıraktım (gülüyor).
Konunun tırnak yemekle ne alakası var şimdi?
- H: Lise yıllarındaki metalci dönemlerimde tırnaklarımı yediğim için siyah oje süremiyordum, çünkü çok çirkin duruyordu. Oyunculuk duygusu içimde kıpırdanmaya başladığında konuyu rock’çı bir abime açtım. O da “Bu ellerle ne oyuncusu olacaksın?” dedi.
- A: Ağır olmuş be!
- H: Öyle oldu ama hemen o yarıya inmiş parmaklara siyah oje sürüp tırnaklarımı yemeyi bıraktım. Şimdi sadece stresli olduğum zamanlarda yiyorum. Mesela bu aralar (gülüyor).
ARAS: HAZAL’IN İKİ KATI PARA ALMIYORUM
Hadi yeni projeye geçelim, havamız değişsin, “Maral” sizin “En güzel hikaye”niz mi?
- H: Birlikte oynayacağımızı öğrendiğimden beri öyle oldu.
- A: Uzun süredir arkadaşız ama ilk kez bir projede karşılıklı oynuyoruz. Güzel bir hikaye...
“Maral”, TV8’in ilk büyük dizi projesi, bu durum sizi korkutmuyor mu?
- A: Dediğin gibi avantaj da olabilir, dezavantaj da... Bunu zaman içinde göreceğiz.
- H: Bir de dizinin şöyle bir mistik tarafı var. Hazal’ın canlandırdığı karakter Maral da ceylan demek, Hazal da... İşin ilginç tarafı senaryo yazılırken Aras’ın oynadığı Sarp karakterinin adı da ilk başta Aras olarak konmuş.
Yolunuz açık olsun ama dizi enflasyonu da alıp başını gitmiş durumda...
- A: Neyin tutup tutmayacağını kimse bilemiyor. Biz birlikte olmayı seviyoruz, inanarak oynuyoruz. İzlenir mi, izlenmez mi göreceğiz...
- H: Her şey sıcacık olsun diye çok uğraştık. İlk bölümü neredeyse bir ayda çektik.
Bunun yanında Kocaeli’nde dev bir plato da kurdunuz...
- H: İnanılmaz bir ekiple çalışıyoruz. Sanat yönetmenimiz, yönetmenimiz, kameramanlarımız hepsi çok iyi iş çıkardı. Prodüksiyon anlamında hiçbir şeyden kaçınılmadı. Bu büyük bir cesaret... Çok büyük prodüksiyonlu işlerin tutmadığı bir dönemde girdik biz bu işe.
Aras sen bu role de şarkı dinleyerek mi hazırlandın?
- A: (Gülüyor) Çikolata şefini oynadığım için öncesinde çikolata kursuna gidip dersler aldım ama bayağı zorlandım. Hazal’ın tersine ataerkil bir ailede büyüdüm ben (gülüyor). Yıllarca annemle ablama nazlanırdım. Mutfağa girmişliğim yoktu ama çok sevdim. Hatta şimdilerde ayrı eve çıktığım için devamlı mutfaktayım.
Ee şimdi pası sen verdin, gol atmazsak olmaz! O kadar para kazanıyorsun evladım daha yeni mi ayrı eve çıktın?
- A: İzzet sen beni dinlemiyor musun, dedim ya anneme aşığım diye, o yüzden evden ayrılmak hiç de kolay olmadı.
Hazal’dan iki kat fazla para aldığın doğru mu?
- A: Ben o yazılanların sadece haber yapmak için ortaya atıldığını düşünüyorum. Gerçeklik payı olmadığı için cevap bile vermedim.
- H: İnsanın cüzdanı mahremdir. Bunları bu kadar açık konuşacak kadar ne ara kendimizi kaybettik, anlamıyorum. Bir de Aras’la hiç öyle bir hayatımız yok. Sıradan insanlarız.
Magazin dışında, meşhur olmanın en berbat yanı ne?
- H: Arkadaşlarımla yaşayacağım özel anları kaçırmak, istediğim zaman onlarla beraber olamamak... O da meşhurluktan çok iş temposuyla alakalı... Bunun en uç örneğini mezuniyetimde yaşadım. Düşünsene Türkiye’nin konuştuğu “Aşk-ı Memnu” dizisinin tüm ekibi gidip Altın Kelebek’te ödül alacağız ama aynı gün benim mezuniyet balom var. Bütün gece kalbimde resmen bir ağrı vardı. Sonra yapımcıdan izin istedim de rahatladım (gülüyor)!
HAZAL: “MADONNA İLE AYNI BOYDAYIM”
Aras’ın çapkınlığından, senin takozlarından illallah geldi (kahkahalar)...
- H: Bana da geldi vallahi. Neden bu kadar abartılıyor anlamıyorum. Madonna ile aynı boydayım. Ona kimse bir şey demiyor. Nasıl olsa yazacaklar, onlar yazmadan ben Instagram’a koyayım dedim. Görüldüğü üzere Aras benden uzun, ikili sahnelerimizde takoz kullanıyoruz. O sahnelerden birini çekip koydum. Seviyorum ben eğlenmeyi. Hem bu güzel bir avantaj, takoz koyuyorlar oluyorum 1.75, hop çekiyorlar tekrar 1.58’im.
- A: Abi konu çapkınlığa gelmeden biz kaçalım. Haydi görüşürüz (kahkahalar).
KENDİNİ STAR ZANNETME BACAKLARINI KIRARIM HAZAL!
Lisedeki metalci kız ile sosyal inek delikanlı kamerayla nasıl tanıştı?
- A: Şöyle oldu...
(Hazal lafını keser)
- H: Ben sekiz aylığım ya önce ben anlatayım n’olur...
- A: Sen benim halimi bir de sette düşün abi.
Allah kolaylık versin...
- H: Bale ve keman bitince tangoya başladım ama o da beni kesmedi. Öyle bir şey yapmam lazımdı ki, hem dans edeyim hem şarkı söyleyeyim hem de keman çalayım. Bunların birleştiği nokta oyunculuktu. Annemle konuşup bir ajansa yazıldım. Önce “Genco” dizisi geldi, ardından da “Aşk-ı Memnu”. “Genco” seçmelerimin de ilginç bir öyküsü var ama...
Azıcık nefes al da, biraz çocuk konuşsun...
- H: Tamam tamam sustum (kahkahalar).
Ailende çok sanatçı var. Bu durum oyunculuğuna pozitif olarak mı yansıdı yoksa “Bari sen doğru dürüst bir iş yap” mı dediler?
- A: Ailenin sanatçı bir tarafı var ama annem ev hanımı, babam da çatılarda falan çanak anten takan bir elektrik teknikeri... Ben iyi bir öğrenci olduğumdan “Aman okulunu bırakma çocuğum, altın bileziğin kolunda olsun” denildi.
Sen de “altın bilezik” peşine takıldın...
- A: Annem bir şey deyince akan sular durur bende, çünkü aşığım ona. Neyse, üniversite sınavlarına girip ilk tercihim olan İTÜ Uçak Mühendisliği’ni kazandım. Bu arada da harçlığımı çıkarmak için reklamlarda oynamaya başlamıştım. Bir telekomünikasyon firmasının reklamında oynadım.
Ve hayatın değişti...
- A: Aynen! Zeynep (Günay Tan) Hoca beni reklamlarda görüp beğenince yeni dizisi için seçmelere çağrıldım. “Çok değişik bir proje olacak, hayatın değişebilir. Bu durumu kaldırabilecek misin?” diye sorunca, ben de “Hazırım” diye cevap verdim. “Bir hafta içinde seni ararız” deyip yolladılar. “Kesin bana geri dönmeyecekler” diye düşünürken üç gün sonra aradılar ve “Öyle Bir Geçer Zaman ki”ye başladım.
Zaman gerçekten de öyle bir geçti ki okulu yarım bırakmak zorunda kaldın...
- A: İTÜ’de iki sene kaydımı dondurdum ama o hakkım bitince bildiğin sınıfta kalmaya başladım.
Ne oldu o çok sevdiğin anneciğine verdiğin sözlere?
- A: Hiç sorun yok abi, oğluyla gurur duyuyor.
- H: Benimkisi “Ayaklarını kırarım” demişti (kahkahalar).
Ee hani arkadaş gibiydiniz?
- H: Şaka bir yana annem her zaman yanımda oldu. Ama “Genco”ya başlamadan önce uzun uzun konuştuk. “Bundan bir ay sonra, sokakta insanlar seni tanıyor olacak. Sen hazırsan, ben de sana her türlü yardıma hazırım. Ama bir dizide oynuyorum diye kendini sakın star falan zannetme. Yoksa kırarım bacaklarını” dedi (kahkahalar). Arkadaşım olmasına rağmen gerektiği zaman ayar verebildiği için anneme bayılıyorum.
Kırdı mı peki?
- H: Ben hiçbir zaman kendimi bir şey zannetmedim ki...
- A: Kadın delikanlısı derler ya, işte Hazal öyle harbi bir kız...
Sektörün içine balıklama daldınız ama sizi tutabilene de aşk olsun. Mesela nasıl bir performanstı Aras o “Tamam mıyız”daki?
- H: Yetenekli pislik n’olcak!
Peki gerçekten bu kadar kısa sürede nasıl başardınız bunları?
- H: Şöyle oldu.
(Aras lafa girer)
- A: Dur bari bunu ben anlatayım... Öncelikle işe eğitimle başlamam gerek diye düşündüm. Bir oyuncu koçuyla çalışıp içimde olanı dışarı çıkarmalıydım.
Çok şiirsel oldu bu ya...
- H: Hatta bizim oyuncu koçumuz da aynı, Ümit Çırak.
- A: Evet, Ümit Abi’yle inanılmaz iyi bir uyum yakaladık. Mesela ondan öğrenip kullandığım bir “duygu hafızası yöntemi” var. Her role hazırlanırken beni gaza getirecek ayrı bir şarkı buluyorum. Böylece şarkıyı her dinlediğimde o rolün duygusu bana akıyor.
Gerçekten de “Tamam mıyız”daki rolüne kendini fazla kaptırmıştın..
- A: Biliyorsun ki İhsan, kolları ve bacakları olmayan bir karakterdi... Bu yüzden kollarım sürekli arkadan bağlı dolaşıyordum. Hatta çekim aralarında bile Çağan (Irmak) “Rahat bıraksana oğlum ellerini” diyordu ama benden tık yok. Yemeğimi bile bazen Çağan elleriyle yediriyordu. Film bitince belimde ödem oluştuğu için iki haftaya yakın fizik tedavi görmek zorunda kaldım.
Oğlum tamam disiplinli ol ama vur deyince de öldürme, uçak mühendisliği kafası mı bunlar?
- A: Uçak mühendisliğinde okumanın etkisiyle fizik zekamı ve disiplini çok yoğun kullanıyorum. Çağan’ın filmi için 61 kiloya kadar inmiştim hemen ardından “Muhteşem Yüzyıl” çekimleri için 14 kilo aldım.
- H: Ben de bir ara çok kilo aldım duymuşsundur. Zaten bunu duymayan kalmadı. Meğer hipoglisemi varmış.
Yemek yemeyi çok mu seviyorsun?
- H: Antep kızı olduğumdan tabağı sıyıra sıyıra tutkuyla yerim. Ah şimdi bir Beyran çorbası olsa da içsek! Gerçi Beyran içerken beni kimsenin görmesini istemem (kahkahalar). Kendimi kaybediyorum resmen, tabağa sarılasım geliyor. Sırf Beyran için Antep’e bir günlüğüne otobüsle bile gidebilirim.
Genlerimde var, diyorsun...
- H: Aynen tam bir “hele hele Entepliyim”dir (gülüyor).
HAZAL: BANA BİR KAL GELDİ NEYE AĞLADIĞIMI UNUTUP DELİ GİBİ GÜLMEYE BAŞLADIM
Dizi çekimleri gerçekten anlatıldığı kadar zor mu?
- A: Her iş gibi bunun da zor yanları var ama seviyoruz. Ondan koymuyor herhalde.
- H: Sevmezsen yapamazsın zaten. “Feriha”nın çekimlerinde başıma bir kere öyle komik bir olay geldi ki anlatamam. O sırada dizide kötü bir şey olmuş, ben evin salonundayım, rol gereği sürekli ağlıyorum. Komşular teselliye geliyor, kesiyoruz... Ben bir daha ağlıyorum. Böyle devam edip gidiyor. Bir an bana kal geldi. Neye ağladığımı unuttum! Unutunca da ortama yabancılaşıp deli gibi gülmeye başladım. Sonra bir de utanmadan sordum “Pardon ben neye ağlıyorum?” diye... Düşünsene rezilliği (gülüyor).
- A: Setin zorluğunun yanında işin bir de magazin yönü var.
- H: İlk zamanlar hakkımda yalan yanlış yazılanlara ne çok ağlıyordum anlatamam.
Magazincilere kıl mı oluyorsunuz?
- H: Pek de umursadığım söylenemez. Köpeklerimle, kedilerimle geçiyorum televizyonun karşısına, yaşamadığım şeyleri izleyip gülüyorum. Annem arayıp, iyi miyim diye kontrol ediyor. Zamanla gülüp geçmeyi öğrendim.
- A: Bizim isyanımız sisteme (gülüyor). Mesela son zamanlarda ciddi bir olay yaşadım ve haberi yazana dava açtım. Çünkü iş bir noktadan sonra gerçekten ahlaksızlığa giriyor.
- H: Bana ünlülerle ilgili farklı bir algı yaratılmaya çalışılıyor gibi geliyor.
- A: Özellikle kadınsan...
Paylaş