Sanki, Avrupa’nın, tarihi futbol ülkeleri için bir angaryaydı bu Dünya Kupası. Mesela İspanya, İngiltere, İtalya, Portekiz, Rusya.
Hollanda, Fransa ve özellikle Belçika’dan bu performansı bekleyenlerin sayısı fazla değildi. Yıldızlarla değil, kolektif, takım ruhu ile sonuca gitme isteği öne çıktı, özellikle Amerikan ülkelerinde.
HOCALAR EKSİK GÖRÜNDÜ
Amerika Kıtası ülkelerinin heyecan ve başarısına tanık olduk. Turnuvaya katılan on takımdan sekizi gruplardan çıkmayı başarırken, başarıya aç oyuncuların fazlalığı en büyük avantajlarıydı. 13 Avrupa takımından 7’sinin grup maçları sonunda elenmesi Avrupa ekiplerinin bu turnuvaya ne ölçüde konsantre olduklarına sanıyorum cevap olur.
Bu turnuvada oyunun kaderine etki eden teknik direktör yok denecek kadar azdı. Hemen, hemen ilk yarıların pasif, ikinci 45 dakikaların daha agresif ve iş uzatmaya kalındığında full konsantrasyon oynayan takımların hocaları ilginç bir hesap peşindeydi.
Fransa’da Deschamps istekli, Almanya’da Löw bıkkın, Hollanda’da Van Gaal Manchester rüyasında, Arjantin’de Sabella kifayetsiz, Brezilya’da Scolari şampiyonluk baskısı altında, İspanya’da Del Bosque takımı ile beraber tükenmişlik içinde ve Belçika’da Wilmots yepyeni bir takım yaratma peşinde.
Yıldızların etkisi ne?
Kupayı kaldırmak için Neymar Brezilya’ya, Messi Arjantin’e, Robben Hollanda’ya, Mesut Özil Almanya’ya, Hazard Belçika’ya, Benzema Fransa’ya yeter mi? Yetmez… Takımlar içinde, yardımlaşan, aynı zincirin halkası olan, ekip ruhunu sahaya yansıtan, starlarına bel bağlamayıp, hep birlikte çalışan takım şampiyon olacak. 82 ve 86 kupaları unutulmaz turnuvalardı, şimdi ise son 8 takım Brezilya 2014’ü unutulmaz kılabilir.
Halit Kıvanç, Tansu Polatkan, Öztürk Pekin, Abidin Aydoğdu, Ümit Aktan, Doğan Yıldız ve İlker Yasin nefes kesen maçları yorumladılar. Biri hariç...
Grupta Almanya-Avusturya son maçı oynuyordu. Hurubeş’in 10. dakikada attığı gol sonrasında Tansu Polatkan meslek hayatının en sessiz, en zevksiz ve en çirkin maçını zor bitirdi. Gol atmak istemeyen, farkı bütükmek yerine 1-0 ile komşusu Avusturya’yı koluna alıp gruptan çıkma hesabı yapan Almanya’nın Dünya Kupası tarihine geçen bir hatır şikesiyle Cezayir’i kupanın dışına itmesi.
Dün Cezayir için hesap sorma gecesiydi. Daha önce iki defa oynayıp ikisinde de yendiği Almanya’yı bir kez daha yenip 32 yıl sonra İspanya’nın hesabını Brezilya’da almanın düşüncesindeydiler. Ama olmadı.
İki kalecinin gecesiydi. Altı pasta devleşen ve muhteşem kurtarışlar yapan Em’Bolhi ile kale sahasında top tutmayan ama bütün Cezayir ataklarını ceza alanı dışında durduran Neuer dün gecenin iki yıldızıydı.
4-6-0 düzeninde santforsuz bir takım...
Kenarda oynamaktan haz almayan, santfor arkasında kendisine yer bulamayan Mesut...
Sağ bek Lahm’dan orta alanın göbeğinde bir maestro yaratmanın düşüncesindeki Löw...
1998’de takım yönetimindeki sorunlar, 2002’de teknik direktör Bielsa’nın aşırı yüklenmesi, 2006 ve 2010’da futbolcular arasındaki uyumsuzluk ve gruplaşmanın 2014 Dünya Kupası’ndaki versiyonu da galiba İspanya gibi tükenmişlik sendromu...
Messi 90+1’de İran’ı bitirdi. Yazık oldu İran’a... Arjantin, bu kadar kaliteli bireylerin bir araya gelip böylesine sıradanlaştığı bir takım... İki gün önce İspanya maçında gördüm dün geceki tükenmişlik sendromu içindeki Arjantin’i... İran takımının piyasa değeri bir Messi etmezken ne diyeceğiz? ‘Pahalı olan skoru belirler’ dersek dün geceyi anlatırız.
BiR MARADONA DEĞiL
AMA yol uzun... Arjantin 1978 Dünya Kupası’nda Kempes ve Passarella ile, 86’da Maradona, Valdano ve arkadaşlarıyla kazanırken, sanki dünkü takımda içimizdeki Arjantinliler vardı. Messi’nin üstünde büyük baskı var. Messi baskıyı 1986’daki Maradona gibi absorbe edebilecek kişilikte değil. Maradona liderdi, Messi değil. Dün 90+1’de kaleye yolladığı 2. şutunda golü bulup klasını gösterdi.
Arjantin’i 4-3-3 sistemine göre yapılandıran teknik direktör Sabella, 1998 Dünya Kupası’nda Passarella’nın yardımcısıydı. Tevez, Cambiasso, Burdisso, Heinze gibi oyuncuları çağırmayan Sabella’nın düşük profilli savunma oyuncularının sıkıntı yaratacağını herkes tahmin ediyordu. Ama orta alan ve hücum bölgesindeki klas isimlerin, ederleri ve değerlerinin altında kalacağını kimse düşünmedi.
FiNALE GiDEMEZLER
DÜN gece ilk yarıda Arjantin’in gol pozisyonu yoktu. 55’te Reza’nın kaçırdığı gol, aynı dakikada Dejagah’ın beklediği penaltıyı es geçen hakem Maziç, oyunun kaderini etkiledi. 64’te Hajsafi ve 67’de yine Dejagah gole yaklaştı.
Gouzenko genel olarak başarılı hikayelere imza atardı ama ‘Bir Devin Düşüşü (The Fall Of Titan) isimli romanını gençlik yıllarında okumuş ve inanılmaz etkilenmiştim.
2008 ve 2012 Avrupa 2010 Dünya Şampiyonu İspanya, 2006, 2009, 2011 Avrupa Şampiyonu Barcelona ve bu yıl yine Avrupa şampiyonluğunu kazanmış Real Madrid. Ve bütün bunların sonrasında ‘Bir Devin Düşüşü’ne tanık olduk dün gece. 51 yıl sonra bir maçta 5 gol yiyen (Hollanda’dan), oynadığı son 9 maçta 4 gol yerken, Brezilya’da 2 maçta 7 gol ağlarında görmek İspanya için artık düşüş değil, dibe vuruş anlamını taşıyor.
İş, Pique’nin yerine Martinez’i, Xavi’nin yerine Pedro’yu oynatma işi değil. Kim oynarsa değişen bir şey olmazdı. Bütün gizemi çözülmüş İspanya değişmedi, değişemedi ve ‘Tükenmişlik Sendromu’ içerisinde Dünya Kupası’na veda etti. Del Bosque ‘Bilginiz futbolla sınırlıysa kaybettiniz’ derken, haklıydı. Değişim, psikoloji, iletişim, motivasyon, yenilenme şarttı, İspanyol hoca söylediklerini yapamadı. İspanya yorgun, bitik, heyecansız ve tükenmişti. Yazıya bir casus, bir hikayeci, romancıyla başladık.Gouzenko’nun Bir Devin Düşüşü ile. Bitirirken sevilen TV dizisi ‘Muhteşem Yüzyıl’ın Meryem Uzerli’si ile bitirelim ‘Tükenmişlik Sendromu.’
2010 Dünya Kupası finalinde kaybeden Hollanda, dün akşamki rövanşı Louis van Gaal’in değişime açık, takım birlikteliğine özen gösteren ve gençlerle tecrübelileri harmanlayan bir oyun felsefesiyle kazandı. Kim derdi ki dün gece böyle olacak? Son Dünya Kupası’nın sahibi, ilk maçında kalesinde 5 gol görecek; dünya futbolunun vitrinine isimlerini koymuş 5 Barcelonalı 3 Real Madridli oyuncuyla İspanya, bu hallere düşecek...
KİLİT SNEIJDER’DI
Maçı konuşmadan önce Mourinho, Casillas’ı neden kadro dışı bırakmıştı Real Madrid takımında, diye sormak istiyorum. Xavi, Inieste ve Alonso ile üç turnuvadır sürdürdüğü orta saha geleneğini devam ettiren Del Bosque’nin (bazıları memnun kalır Yeniköy kasabının) değişime bu kadar uzak kalmasını anlamak mümkün değil. Ve saha kenarında not defterini elinden asla bırakmayan, teknolojiye ve iletişime açık Louis van Gaal’in Hollanda Milli Takımı’ndan neden Manchester United takımına istendiğini anlamak da artık kolay.
Sneijder dün gecenin asist yapan ve de asiste asiste yapan bir oyuncusuydu. Dünkü Hollanda Milli Takımı’nın değişime uğrayan, gençlerle yaşlıları veyahut yenilerle ustaları harmanlayan Louis van Gaal yönetiminin kilit oyuncularından biriydi. Hollanda, dün akşam bir takımdı. İspanya miadı doldurmuş, geçmişte kalan bir yıldızlar topluluğuydu. Bir yıldızın söndüğünde bir diğerinin parladığı gerçeğini herkes biliyor. Bizim için de görülmesi gereken net bir resim var: Sönmeye başlamış yıldızlarla devam etmektense, parlamaya hazır genç, yarının yıldızlarını oluşturacak takımları yaratmak şart.
Biz TRT spikerleri, TV’de Lineker, Papen, Scifo, Maradona, Rummenigge, Socrates derken, bir buruk kompleks içinde Türk takımları ve Türk isimlerinin parlayacağı finalleri düşlerdik. Dün ülkeden gelen belki binlerce Türk, Şampiyonlar Ligi finalinde Arda’yı görme, içimizdeki ezikliği başarılı performansıyla hafifletme niyetindeydi. Olmadı. Arda’nın sakatlığı sadece onun değil, ülke insanının da beklentilerine set çekecekken, kenarda Cüneyt Çakır’ı gördük. Final listesinde Türk olarak 4. hakem olsa da adı vardı.
Ama Arda, sahada olmasa da, onun arkadaşları Arda kadar ve onun için çarpıştı adeta... Atletico bir takımdı. Yıldızı yoktu. Grup halinde iyi oynayan, psikolojik motivasyonu tavan yapmış Atletico karşısında Real Madrid’in yıldızları ne yapacaktı? Ronaldo, Di Maria, Bale, Benzema ne kadar alan bulacaktı?
Risk aldılar ve kazandılar
30 yıldır bu tür maçları oynayan ve oynatan tecrübeli Ancelotti yanında ilk kez Şampiyonlar Ligi finali oynayan Simeone ne yapacaktı? 40 yıl sonra finale çıkan Atletico Madrid, 13 final oynayan hemşehrisine hangi duygularla cevap verecekti? İlk yarı gördük ki, Bale’in kaçırdığı pozisyon dışında, Casillas’ın hatasından Godin’in attığı kafa golü vardı.
İkinci devrede de Atletico Madrid rakibin 1 olduğu yerde, 2 kişiydi. Real Madrid, tüm riskleri alıp baskıyı artırdı. Ve son 30 dakikada Coentrao, Khedira, Benzema gibi oyuncuları çıkartıp taze kuvvetlerle oyuna ağırlığını koydu. Atletico ‘Şampiyon oldum’ derken yıkıldı. Arda yıkıldı, Arda’yı sevenler yıkıldı.
Ama futbol böyle bir oyundu işte... Uzatma dakikalarında bitime 10 dakika kala Bale, uçarak kafa vurup skoru 2-1’e getirirken ve de bitime 3 dakika kala moralman yıkılmış Atletico önünde Marcelo üçüncü golü atarken, aslında futbolun tarihi de tekrar yazılıyordu. Futbolda son düdük çalmadan hiçbir şey bitmez. Aslında Atletico 90+3’teki beraberlik golüyle kaybetti. Ancelotti’nin tecrübesi, ilk defa Devler Ligi finaline gelmiş Simeone ve Atletico için dersti.
Soma’da sıfır tedbir ile taktirin tecellisini beklemek 301 kardeşimizin hayatına mal oldu. Ruhları şad olsun.
BEŞİKTAŞ BAŞARILIDIRKimse inanmadı. Evi olmayan, Kasımpaşa ile İkitelli arasında mekik dokuyan bir takımın şampiyon olacağına yönetim de futbolcu da taraftar da medya da yani kimse inanmadı. Kadro yapısına bakınca, Fenerbahçe ve Galatasaray ile kıyaslanınca “Biz üçüncü oluruz” dedi herkes. Ve öyle oldu. Bence bu Beşiktaş başarılıdır.
ARTILAR
Bilic: Taraftarın gönlünde iletişim yetenekleriyle taht kuran, hukukçu, gitarist ve sosyalisti ve de inanılmaz mütevazı bir teknik direktör Beşiktaş’a bence çok şeyler kattı.
Tolga: Beşiktaş’ın Cordoba’dan sonraki istikrar abidesi. Bir lider, ağabey. Kalede Tolga varsa, Beşiktaş’ta sorun yok.
Endüstriyel futbolun, çıkarcı, paraya dayalı ve spor ahlakından yoksun bölümüne, “Ben burada yokum” diyerek futbola veda etti Cantona... Son 3 yıldır, 13 yıldır, 33 yıldır futbolun kalpten, samimi olanını oynayamayan ülkemde, bugün şampiyon olacak takımın başkanı 16 yıldır F.Bahçe ile özdeşleşen Aziz Yıldırım, mahkumiyetinden kalan 26 aylık cezasını tamamlamak üzere hapishanenin yolunu tutuyor.
Aziz Yıldırım’ın takımı şu an, Türkiye’nin en iyi takımı. Takımdaşlığı, oyun içindeki presi ve kondisyonu ile mükemmel bir Fenerbahçe yaratan Ersun Yanal’ın takımına kimse bir şey söyleyemez. Yıldırım da, Yanal da şampiyondur. Kalbine bendeki kadar (6) stent taksa da Yanal, hedefine, işine ve değerlerine odaklanmış bir teknik direktör olarak F.Bahçe tarihinin en başarılı isimlerinden biridir.
VAH FUTBOLUMA!
F.BAHÇE, hak ederek şampiyon olacaktır. Aziz başkan hapse giderken, Fenerbahçe şampiyonluk şarkıları söylerken, federasyon ‘passolig’ hesabıyla maçlarda büyük seyirci kaybederken ve G.Saray ile Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi’nde “En iyi ikinci hesabı” yaparken, vah benim futboluma...
Dün geceki maç, sıcak maçtı... Aziz Yıldırım kişisel esareti öncesinde, Fenerbahçeli futbolcularına, “Olimpiyat’ta kazanın ve rakibinizi alkışlayın” derken, bir cesaret vermiş ve şampiyonluğun ‘infaz’ öncesinde gerçekleşmesini istemişti. Ama olmadı.
DOSTLUK MAÇI GİBİ
BEŞİKTAŞ kaybetmese, F.Bahçe kazanmasa da dert olmazdı bu maç... Bir yerde dostluk maçı gibiydi. Her ikisi de G.Saray’ı düşünüyordu. F.Bahçe, ezeli rekabette G.Saray’ın arkasında olsa bile yakınında olmamasını, Beşiktaş da G.Saray’ın önünde olmanın hesabını yapıyordu. Bence maç, tarafların istediği gibi bitti. Artık şampiyonluk için son 4 haftada F.Bahçe’nin 1 puana ihtiyacı varken, Beşiktaş potada ve Şampiyonlar Ligi yolunda G.Saray’dan çok daha büyük avantaja sahip... Başkan Yıldırım, bugün-yarın cezasını tamamlamak üzere hapishaneye dönerken, futbolumuzun kendi değerleri içerisindeki sistem yürümeye devam ediyor. Yani devran dönüyor.