İlhan Söyler

Tükeniş

2 Mayıs 2009
HACETTEPE ligde havluyu atmış prestij mücadelesinde, peki ama Galatasaray’a ne oluyor... Ankaralı futbolcular düşmesine rağmen, futbolun yapılması gereken hareketlerini yapıyor, Galatasaray ise sanki milat öncesi oynanan futbolu sergiliyor. Hacettepe, peş peşe Galatasaray kalesini topa tutuyor, Cimbom oyununun üçte biri geçtikten sonra hazırlığı olmayan pozisyonlar yaratıp rakibin kalesine gidiyor. Bu nasıl futbol, bu nasıl futbol anlayışı.

Galatasaray’da bir futbol anlayışı, futbolcusunda da bazı yetenekler olmalı. Yaratıcılık çok önemli. Peki bu kimde var; baş mimar Lincoln’de. Ama o taraftarı ayağa kaldıran hareketten "Bakkala bakarken, kasaba bakar gibi top atmaktan" başka bir şey yapmıyor. Herkes de bunu alkış yağmuruna tutuyor. Aslında bundan önce yaptığı şeyi tekrarlıyor. İş şimdi "Ben burada yapamadım gitmek istiyorum" demeye ve "Sepeti koluna herkes yoluna" demeye gelecek. Aslında artık Lincoln de Galatasaray da biliyor, onun sarı kırmızılı takımda yapacak bir şeyi kalmadığını.

Korkmaz’la olmuyor

Teknik direktör Bülent Korkmaz ile de olmuyor. Her iyi futbolcu, iyi teknik adam olacak diye bir kural yok. Michael Skibbe’nin yaptığı oyun içi değişikliklerini aynen o da yapıyor. O zaman aranızda ne fark var Bülent? Bir kısım futbolcunun artık işi bitmiş, ama o hala bu oyuncuları kadroya alıp acabalarla yola devam etmeye çalışıyor. Bir umut arıyor, ama olmuyor. Galatasaray’a bakıyorum, tüm futbolcular artık heyecanlarını yitirmiş. Heyecanını yitiren futbolcunun bundan böyle forma giymesine izin vermeyin.

Hayret vericiydi dünkü maç. Hacettepe sanki ligde şampiyonluk iddiasına sahip ilk 5 içindeki takım gibi oynuyordu. Galatasaray ise "Biz artık lige havlu attık, sıradan bir maç misali" havasındaydı. Bu yenilgi bir tükenişin belgesi. Şimdi Galatasaray yönetimi, teknik adamı ve futbolcusu papatya falına bakacak ve "Gidecek miyim, kalacak mıyım" diyecek.
Yazının Devamını Oku

Hayallerin sonu

27 Nisan 2009
ANKARA kalesinden toplar ateşlendi, Galatasaray kalesine... Oh be dedik, sessiz maç herhalde golleriyle renkli geçecek diye heveslenip sevindik. Ama nerede... Orta oyunu gibi bir futbol. İki takımda durmadan top çeviriyor. Çeviriyorlar, ama yalnızca kendilerini tatmin ediyorlar. Finale gidecek, işte güzel hareket denilecek tek bir organizasyon yoktu sahada.

Lincoln korner kullanıyor, karambolden Galatasaray golü buluyor. Sonrası mı... Ruhsuz ve sıkıcı bir futbol. Yalnız saha içindeki sesleri duyuyoruz. Ayaklar konuşacağına, çeneler gırla gidiyor. Ayhan sürekli hakeme itiraz ediyor, Deniz Çoban dinlemeden yönetimine devam ediyor.

Korkmaz’ın hatası

Arıyorum, tarıyorum şu maçta acaba bir tane övecek bir futbolcu bulabilecek miyim diye. Ama yok, imkansız.

Bunun üzerine bir de sahada gözden kaçan çirkin bir ayrıntı yaşanıyordu. Sözde Galatasaray’ın kaptanı Ayhan Akman, kendisine faul yapan Adem Kocak’a hakem Deniz Çoban, arkasını dönünce yapıştırıyordu tekmeyi.

Lincoln desen, ayrı bir konu. Tam bir süs bebeği. Bir kenarda duruyor. Top gelirse oynuyor, gelmezse izliyor. Hiçbir yaratıcı özelliği yok.

Tamam Galatasaray kötü oynuyor. Ama en azından maçı önde götürüyor diyoruz. Ne var ki, Galatasaray Teknik Direktörü Bülent Korkmaz, Baros’u oyundan çıkarınca, işler tersine dönüyor. Galatasaray’ın rakibi en çok rahatsız eden adamı, suratı asık soyunma odasına gidiyor. İşte bu, Bülent Korkmaz’ın açıkca hatasını ortaya koyuyor. Galatasaray’ın teknik direktörü 1-0’ın üzerine yatmaya çalışıyor. Eeee, futbol da hatayı affetmiyor. Son dakika da gelen beraberlik golüyle Galatasaray’ın şampiyonluk hayalleri Ali Sami Yen’in çimlerine gömülüyor.
Yazının Devamını Oku

Sıkıntıdan patladık

20 Nisan 2009
GÜZEL bir pazar günüydü... Atatürk Olimpiyat Stadı’na gelen seyirciler, G.Saray ile İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u görünce herhalde, "Böyle olacağını bilseydik, pikniğe giderdik. Bu güzel güne yazık oldu" diyorlardı. Hadi bizim görevimiz var, mecburduk gelmeye. Ya tribündekilere ne demeli? Sıkılmakta haklıydılar. Eski futbolcular pazar günleri evlerinden çıkarlar kurtlarını atmak için kendi aralarında yavaş yavaş oynarlar ya, dünkü karşılaşmanın da bundan farkı yoktu. Sahadaki herkes yürüyordu. Sahadaki her oyuncuya birer oksijen tüpü takılsa yeriydi.

Her yere koşan, pres yapan Ayhan bile onlara uymuş, geziniyordu. Ya diğerlerine ne demeli? Hepsi aynıydı.

Belediyespor oyun başında Galatasaray’ın iki kanadını çökertmek istedi. Ama ileride bir İbrahim Akın var ki, adam yürüyerek rakibini geçiyor ama o da final sahnesinde kayıpları oynuyordu.

Halbuki iki takımdan biri küme düşmemek için çırpınıyor, diğeri de şampiyonluk hesapları yapmak için umut arıyordu. Bu futbolla nasıl umut bekleniyorsa?

Vites yükseltmeli

Tabii burada birkaç kişiyi ayırmakta fayda var. O da Galatasaray’ın diğer mevkilerine inat mücadele eden savunması. Semih Kaya ilk kez forma giymesine rağmen sahada hiç de sırıtmadı. Hakan Balta ve Mehmet Topal ikilisi ise G.Saray defansı için bir cankurtaran gibiydi. İkisi de her topa atladı, adeta can siperhane oynadı. İnanın, topu kazanan hangi futbolcu olursa olsun slow motion (ağır çekim) hareket ediyordu. Sanki vursam mı, vurmasam mı düşüncesi içindeydiler.

Allah’tan sahaya Shabani Nonda girdi de Baros’a al da at dercesine bir pas verdi. Baros’a ise sadece dokunmak kaldı. Bu da zaten zor değildi. Asıl zor olanı Nonda çoktan yapmıştı bile.

Abdullah Avcı bundan sonra futbolcuları için İstanbul Belediyesi’nden oksijen tüpü alması lazım. Çünkü bu takımın kümede kalmak için ekstra mücadele etmesi ve enerji göstermesi gerekir.

Dün sahadan istediği 3 puanı alan Galatasaray’ın skora aldanmayıp, vites yükseltmesi lazım. Yoksa ilerleyen haftalarda Galatasaray için hüsran olur.
Yazının Devamını Oku

Sabri ve Messi

17 Nisan 2009
GALATASARAY artık bu sezona dair her şeyini yitirdi. Başkan Adnan Polat‘ın bundan sonra yapacağı en doğru iş gelecek sezonun hesaplarını yapmak olur. Polat, ekibiyle birlikte eldeki pirinci tabağa döküp, taşları ayıklamaya başlamalı. Zararlı olanlara, hiç düşünmeden “Hadi kardeşim, size güle güle” denmeli.
Ayıklamaya önce yabancılardan başlanmalı... Milan Baros ve Harry Kewell dışındakiler, sepetleri ellerine verilip gönderilmeli. Özellikle de Cassio Lincoln.
Öyle bir futbolcu ki, varlığı da yokluğu da ayrı bir hadise. Bu yaradan ne kadar çabuk kurtulursanız o kadar karlı çıkarsınız.
Üzülerek söylüyorum takımda, “Ben bu formaya aşığım. Bu forma için sonuna kadar mücadele ederim” diye düşünen bir tane futbolcu yok. Hepsinin önceliği para. Esasında pek haksız da değiller. Sektörde dönen para o kadar çoğaldı ki, profesyonel sözleşme imzalayana dek antrenmanlara dolmuşla, belediye otobüsüyle gidip gelenler bir anda altlarına son model spor otomobilleri çekiyorlar. Böyle olunca da balansları bozuluyor tabii ki. “Ne oldum” delisi oluyorlar. Geçmişlerini unutup, günlük hesap peşinde koşuyorlar. Hep böyle gideceğini sanıyorlar. Ama yanılıyorlar.

Kimse “Dur” demiyor

Hiç düşünmüyorlar, o giydikleri formayı bugüne kadar kimler giymiş. Hele bir Sabri var; adamın vukuatsız maçı yok. Saha içinde kimseyi bulamazsa bayrak direkleriyle kapışıyor. Kimse de ona “Dur” deme zahmetinde bulunmuyor olacak ki, bu hep böyle sürüp gidiyor.
17 yaşında iken Barcelona forması giyen Messi de futbolcu! Ona bakıyorsunuz, ne saha içinde ne de saha dışında en ufak bir skandalı yok. Siz de onun gibi yetenekli olsaydınız, kim bilir neler yapardınız!
Başta ifade ettim, yine söylüyorum. Pirinçteki taşlarla hiç vakit kaybetmeyin. Şimdi içinizden bazıları, “İyi güzel de, gönderilenlerin yerini kimlerle dolduracaksın?” diye soruyor olabilir. Cevabı hemen söyleyelim; altyapıdan yetişen gençlerle. Galatasaray’da öyle bir altyapı var ki, resmen futbolcu kaynıyor. Onlara gerekli şansı verirseniz, kulübün geleceğini kurtarırsınız.
Bülent Korkmaz da bu düşüncede olsa gerek ki, PAF takımdaki gençleri denemeye başladı. Örneğin Emre Çolak, Eyüpspor ile oynanan maçta A takım formasını giydi. Umarım yönetim de “kulübün geleceğini ancak altyapı kurtarabilir”gerçeğini görür ve en doğru hamleyi yapar.


Yazının Devamını Oku

Yazıklar olsun

13 Nisan 2009
HEY gidi günler hey. Şuraya bak Galatasaray Fenerbahçe top oynuyor. Sahadakiler futbol oynamak yerine birbirini yiyorlar. Bu kadar adrenalini yüksek futbolcu topluluğu olur mu? Bu nasıl profesyonelliktir. Bir de Türkiye’nin en büyük takımlarında oynuyorlar. Ne sakatlık var, ne de ağır bir faul. Ama sahada ahlayan vahlayan çok. Hakem Fırat Aydınus’ta işin kolayına gidip ufacık bir şeyde düdük çalıp, futbol oynanmasını engelledi. Yani bir yerde oyunculara koz verdi. Sahada futbolcuya dayalı bir yönetim gösterdi.

Şöyle bir derbide hem Galatasaraylı hem de Fenerbahçeli futbolcuların hepsi kral olacağım derdindeydi. Arda’sı, Baros’u, Semih’i, Emre’si.. Kısaca hepsi. Oyunun daha başlarında Arda, istediği yerde istediği topları Fenerbahçe alanında buldu. Eğer bu fırsatları değerlendirse, final hareketlerini başarıyla tamamlasa, oyuna damgasını vururdu. Ama Arda bunu başaramadı. Yani, maçtan önce her uzatılan mikrofona konuştuğu gibi, sahada ayakları yeteri kadar konuşamadı.

Kewell, ilk bölümde Roberto Carlos’u allak bullak etti. Kafasını karıştırdı, aslında Roberto Carlos’un saha içindeki tansiyonunu Avustralyalı yükseltti.

Gizli kahraman

Galatasaray’da gizli kahramanlarda vardı. Kim mi? 1.5 ay sonra sahalara dönmüş olmasına rağmen savunmada adeta aslan kesilen Mehmet Topal’dı. Ne Semih’e, ne de Guiza’ya yol verdi. Tebrik etmek lazım bu adamı.

Maçtan önce futbolcular ısınıyordu, yedeklerde bir köşede kendilerine bir kare kurmuşlar topla oynuyorlardı. Lincoln’e baktım, eli belinde onları seyrediyor. Sanki bir teknik adam gibi?

1 hafta herkes konuştu oynar mı, oynamaz mı diye papatya falı bile açtı. 60’da oyuna girdi, kurtarıcı olması beklendi. Ama nerede? Sahada yine varlığı ile yokluğu belli değildi.

Galatasaray’da Fenerbahçe’de artık öyle bir durumdaydı ki, "Kardeşim bizden bir cacık olmaz. Zaten şampiyonda olmaz. İşi idare edelim. Bu maçı böyle bitirelim"

Hem oynadıkları futbolla, hem de saha içindeki davranışlarıyla ikisi de hiçbir şeyi hak etmedi?

Yazıklar olsun?

Futbol yerine sahada birbirlerini dvdüler.
Yazının Devamını Oku

Baros fırtınası

7 Nisan 2009
OYUN başladı, Gaziantepspor soldan poyraz, sağdan da lodos estirip Galatasaray’ın aklını başından aldı. Ama rüzgarın sürüklediği pozisyonlar, Galatasaray kalesine yağamadı. Galatasaray rüzgarı tersten estirmeye başlayıp üzerindeki bulutları dağıttı. Hücumda Milan Baros tek başına Gaziantep kalesine karayel estirmeye başladı. İki tane siyahi futbolcu arasında Baros yılmadı, daldı çıktı, fırtınaya dönüştü. Çek yıldız Galatasaray’ı sürükledi, güzel ve jeneriklik bir golle Galatasaray "oh" çektirdi.

Baros ile birlikte oynayan Ümit Karan’ı sahada aradım, taradım bulamadım. Nerede o eski Ümit Karan? Rakibe korku salan, ceza sahası içinde tam bir baş belası olan Ümit nerede? Sanki o Ümit gitti, başkası geldi. Eski Karan’dan eser bile yoktu.

Arda Turan yine hem sağ kanatta, hem de solda oynadı. Ama yorgun olduğu da her halinden belliydi. Arda Turan, biraz daha diri olsa Gaziantep savunmasının işi daha da zorlaşırdı.

Galatasaray’da gelecek sezon iki yabancı Florya’da kalacak. O da kendileri yuvadan uçup gitmezse. Biri Milan Baros diğeri ise Harry Kewell. Zaten Galatasaray’a bu yıl katkı sağlayan lejyonerler de onlar.

Panik yaptılar

Galatasaray oyunda 1-0 öne geçti, ama yine ıstırap çekti. Koskoca Galatasaray takımı daha maçın başında bulduğu golün bile keyfini yaşayamadan sahada korku yaşadı. "Ya gol yersem" düşüncesiyle panik yaptı. Gaziantep’te öyle bir futbolcu var ki, Galatasaray da korkmakta haklı diyorsunuz. O Gaziantep’in öyle Lincoln gibi sahte değil, gerçek 10 Numarası. Yani Tabata o formayı layıkıyla taşıyor.

Tabata hem 40 metreden isabetli paslar atıyor, hem de verkaça girip sürekli şut çekiyor.

Sonuç olarak Galatasaray, maçın ikinci yarısında alan daralttı, savunmasına ağırlık verdi ve skoru koruma adına mücadele etti. Bu mücadele içinde iki isim vardı ki canlarını dişlerine taktı. Biri Hakan Balta, diğeri ise Emre Aşık’tı. Şimdi Galatasaray, Fenerbahçe derbisine şampiyonluk inancını ve ihtimalini güçlendirmek için çıkacak.
Yazının Devamını Oku

Havlu attılar

23 Mart 2009
GALATASARAY son havluyu da attı. Önce Fortis Türkiye Kupası’na veda edildi. Ardından, UEFA Kupası’na mendil sallandı. Dün gece de lig macerasında şampiyonluk artık mucizelere kaldı. Galatasaray forması giyenlere soruyorum. Bu nasıl bir futbol mantığıdır? Bu nasıl futbolculuktur? Bu nasıl büyük takım oyunculuğudur? Sahaya çıkmışsınız, gelişi güzel bir şekilde sahada yürüyor ve 90 dakikayı tamamlıyorsunuz. Ne savunma, ne hücum var. Ne rakibe pres, ne de mücadele var. Eskişehirspor’un sol kanadında oynayan Engin Baytar, soyadı gibi Sabri ve Serkan Kurtuluş’u bir veteriner edasıyla muayene edip durdu. Önce Sabri şaşkına döndü, ardından da Serkan Kurtuluş.

Galatasaray maç boyunca Eskişehirspor kalesine hiç uğramadı. Rahatsız bile edemediler. Taraftar ikinci yarıda baktı ki bunlarda iş yok, "Haydi Cimbom haydi, tam zamanı şimdi" diye bağırarak biraz olsun ateşlemek istedi takımını. O da işe yaramadı.

Sadece Arda Turan

Bir tek Arda vardı. Sağda, solda, ortada. Topla buluşmak, topu aldığında atacak arkadaşını bulmak için çırpındı durdu. Günümüz futbolunun en ideal futbolcusu ama böyle bir takımda ona da yazık oluyor.

Eskişehirspor 10 kişi oynuyor. Savunup, kalesini korumasını bekliyoruz. Ancak, gol arayan, hücum eden Eskişehirspor. Bülent Korkmaz da Eskişehirspor’u seyrediyor. Aydın Yılmaz ve Mehmet Güven’i kurtarıcı olarak oyuna sokuyor. Üstelik Mehmet oyuna girerken kenara da Kewell geliyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Bülent Korkmaz ne mantıkla bu oyuncu değişikliğini yaptı anlamak zor. Bunları yaparken, kulübedeki diğer isimler onun kulağına hiç üflemiyorlar mı yanlışını?

Galatasaray için büyük bir fırsat haftasıydı. Fenerbahçe ve Trabzonspor yenilmiş, Sivas ve Beşiktaş da puan kaybetmişti. Hamburg yenilgisini unutup, yeni bir ufuğa yelken açılabilirdi. Ama hepsi boş çıktı. Galatasaray’ın eski halinden eser yok. O, kazanma hırsı olan, rakibi boğan takım da yok. Kısacası, Galatasaray’ın ruhu yok.

Eskişehirspor’a helal olsun. Savaşarak, haddini bilerek oynadı. Kazanmayı istedi, istediğini de aldı. Böylesine pozitif ve enerjik bir futbol oynatan Rıza Çalımbay’ı da kutlamak lazım.
Yazının Devamını Oku

Bulunmaz Hint kumaşı

20 Mart 2009
BÖLÜM 1: Galatasaray, ilk 20 dakikada zincire vurulmuş mahkum gibiydi. Baktılar olmuyor, "Sıkışıyoruz, bir şeyler yapmamız lazım" dediler. Çözümü hemen buldular; topun kendilerinde daha çok kalması için yoğun bir pas alışverişine girdiler. Böylelikle Hamburg’un hızı bıçak gibi kesiliverdi.

Takımda Arda varsa, futbol da var, gol de... Arda, gencecik yaşına rağmen oyunu tek başına yönetiyor. Bir bakıyorsunuz hücumda, bir bakıyorsunuz defansta... Üstelik sağ kanat ya da sol kanat da farketmiyor. İhtiyaç duyulan her yerde Arda var.

Ayhan ile Barış orta alandaki top kapma savaşında canla başla çalışırken, Lincoln de bu koca 45 dakikada sanki özellikle kendisini gizlemeye çalışıyor gibiydi. Hiçbir şey yapmadı.

Maçtan önce kadrolar açıklandığında benim en çok merak ettiğim olay, defansın göbeğindeki Kewell ile Hakan Balta arasındaki görev paylaşımıydı. Zira ikisi de sol ayaklıydı. Herhalde aralarında anlaşmış olacaklar ki, Kewell sola, Hakan sağa geçti. Yine merak ettiğim bir başka isim, Serkan Kurtuluş da sağbekte gayet güzel oynadı, hiç sırıtmadı.

Lincoln süs bebeği

BÖLÜM 2:
İlk dakikalarda Arda ve Baros harikalar yaratıyorlar. Skor 2-0’a gelince, herkes gibi biz de "Evet, bitti bu iş" diyoruz. Ama olmuyor. Guerrero’nun birbiri ardına gelen şok golleri, o dakikaya kadar bayram yerinden farksız olan Ali Sami Yen’i mateme bürüdü. Skorun böylesine ters yüz olmasının birinci sebebi ise Cassio Lincoln adındaki süs bebeğiydi. Brezilyalı, tıpkı ilk bölümde olduğu gibi sahada boş boş gezinip durunca, Korkmaz haklı olarak onu oyundan aldı. Ama geç kalmıştı. Zamanında Lincoln’ün oynamak istemediğini yazdığımız zaman, bizi yuhalıyorlardı. Şimdi ise oyundan çıkarken, "Bizim şımarık futbolcularla işimiz olmaz" diye bağırdılar. Ve şimdi de diyorum ki; "Ben olsam, kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanan bu Lincoln’ü bir dakika tutmam. Hemen gönderirim." Canı istediği zaman oynayan, maç seçen bir futbolcunun Galatasaray’da yeri yok.

2-2’den sonrası tam bir karmaşadan ibaretti. Garibim Arda yine sahada basmadık yer bırakmıyordu. Bülent Korkmaz, sahadaki forvetlerin yanına Ümit Karan ve Nonda’yı da ekleyerek, bütün şansını zorladı ama olmadı...
Yazının Devamını Oku