Haluk Oral’ın ‘Şiir Hikayeleri’ (Everest Yayınları) kitabında destanın yazılış serüveni tüm ayrıntıları ve aşamalarıyla anlatılır.
İşte Haluk Oral’ın kitabından şiirin yazılma ve yayınlanma hikâyesi ile Nâzım Hikmet’in daktilosunda yazdığı şiirin Kocatepe bölümü ve yaptığı düzeltmeleri:
“Yıl 1937. Ankara’da Şevket Süreyya Aydemir’in evinde Nâzım Hikmet İspanya İçsavaşı’nı anlatan bir şiirini okumaktadır coşkuyla. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer çok duygulanır ve gözleri yaşararak Nâzım Hikmet’ten bir dilekte bulunur:
Bu şiirde ne komünizm ne kapitalizm var. Bu şiirde anlatılan halkın isyanıdır. Tıpkı bizim İstiklal Savaşı’mızda olduğu gibi. Ama ne yazık ki hiçbir Türk şairi bu destanı dile getirmedi. Yazık değil mi, Nâzım? Bizim halkımızın isyanı ve savaşı yanında İspanya İç Harbi çocuk oyuncağı kalır. Anadolu destanını yazsana Nâzım sen. Anadolu destanını yaz...
Bu destan konusunda
Dönemi ve yaşananları çok iyi anlatan sergiler hazırladı İş Bankası, İstanbul ve Ankara’daki müzelerinde.
İstanbul Eminönü’ndeki Türkiye İş Bankası Müzesi’nde devam eden ‘Bir Asrın Ardından / Cepheler, İnsanlar ve Büyük Zafer’ sergisi Milli Mücadele destanını hafızalarda canlandırıyor.
Sergi kapsamında, İstiklal Madalyası mirasçısı aileler, koleksiyonerler ve kurumlar tarafından ödünç verilen 300’e yakın madalyanın yanı sıra 600’e yakın obje, fotoğraf ve belge ile pek çok yadigâr, müzede özel bir alanda ziyaretçilerin izlenimine sunuluyor. Ödünç verilen madalyalar arasında ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile üçüncü Cumhurbaşkanı ve İş Bankası’nın ilk Genel Müdürü Celal Bayar’ın İstiklal Madalyaları da yer alıyor.
MİLLİ MÜCADELE’NİNTARİHİ
Ankara Ulus’taki Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi’nde yer alan ‘Milli Mücadele’nin 100. Yılında İstiklal’ sergisi ise Milli Mücadele’yi bine yakın belge, fotoğraf, film ve objeyle anlatırken ziyaretçilerini 100 yıllık bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, Milli Mücadele’nin isimsiz kahramanları olan Anadolu insanını bir kez daha saygı ve minnetle anmak üzere hazırlanan sergi; ‘On Yıllık Savaş’, ‘Mütareke ve İşgal’, ‘Direniş ve Kuvayı Milliye’, ‘Düzenli Ordu ve Sathı Müdafaa’, ‘Hukuk ve Taarruz’, ‘İstiklal ve Cumhuriyet’ olmak üzere altı bölümde bilgi ve belgeleri ziyaretçilere aktarıyor.
Normalde pazartesi günleri kapalı olan müzeler, zaferin yıldönümünden bir gün önce 29 Ağustos’ta da açık olacak. Her iki müze de 10.00 – 18.00 saatleri arasında ücretsiz ziyaret edilebiliyor.
Hürriyet’in Güneşli’deki eski binasında 25 yıl boyunca baktık o tablolara. Halen de gazetenin duvarlarında hayatımıza estetik bir anlam katmaya devam ediyorlar.
Önceki gün 95 yaşında çok sevdiği, doğup büyüdüğü, ürettiği İstanbul’da hayata veda etti hocaların hocası. Bugün saat 13.00’te pek çok öğrenci yetiştirdiği, yöneticilik yaptığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden (Akademi) sonsuzluğa uğurlanacak. Çoker’in naaşı yarın ikindi vakti Şakirin Camisi’ndeki cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Yaşarken efsane olanlardandı Adnan Çoker.
2017 yılında Hürriyet Kitap Sanat ekinde 90’ıncı yaşını Yahşi Baraz’ın kaleme aldığı bir yazısıyla kutlamıştık. Şöyle diyordu Baraz onun sanatı için:
“
İSTANBUL, siluetini tamamlayan simge yapılarından Kız Kulesi’ni bir süredir göremiyordu. Geçen kasım ayında etrafına bir iskele kurulmuş ve üzeri Kültür ve Turizm Bakanlığı logolu ‘Kız Kulesi gözlerini yeniden açıyor’ yazan bir perde ile kapatılmıştı. Bakanlık, İstanbul’un tarihi ile bütünleşmiş en önemli yapılarından Kız Kulesi’nde kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatmıştı.
Perdenin arkasında neler olup bittiğini pek çok İstanbullu gibi ben de merak ettim ve geçen hafta Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Gökhan Yazgı ile projenin danışmanlarından mimar Han Tümertekin eşliğinde Kız Kulesi’ni gezdim. İşte bugüne kadar yapılan çalışmalar ve perde açıldığında göreceğimiz yeni Kız Kulesi’nin detayları.
- Koruma kurulu onaylı projeler doğrultusunda Bakanlığın denetiminde devam eden çalışmanın genel amacı yapıya sonradan eklenen ve yapının orijinal karakterine uygun olmayan eklerinden arındırılması ve özgün detaylarına yeniden kavuşturulması. Restorasyon projesinde mimar Han Tümertekin dışında Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Prof. Dr. Feridun Çılı da danışman olarak görev yapıyor.
- Çalışmaların başladığı tarihten bugüne kadar, yapının kale avlusu bölümüne 1990’lı yıllarda eklenmiş olan, çelik çatı ve asma kat söküldü. Bununla birlikte yine aynı tarihlerde eklenmiş olan betonarme kısımların sökümleri tamamlandı.
- Georadar çalışmaları sırasında içinde boşluk gözlemlenen özgün duvarların enjeksiyon yöntemiyle güçlendirilmesi büyük ölçüde tamamlandı.
Şu anda taşıyıcılarından bir bölümü hasar görmüş durumda ve ne yazık ki etrafına park edilen araçlar yüzünden eserin farkına varmak pek mümkün değil. İşin garibi meydanı park olarak kullananların belediyeye ait kurumların ve personelinin araçları olması. Son dönemde çok iyi işler yapan İBB Miras ekibi sosyal medyada sık sık gündeme getirilmesine rağmen bu konuda neden bir adım atmaz anlamak mümkün değil.
1993 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı bir yarışmayla kentin farklı alanlarına dikilen 10 açık hava heykelinden biri olan ‘Açık Sütun’ hâlâ ayakta kalabildiği için diğerlerine göre belki daha şanslı ama çilesi de bitmek bilmiyor.
Erkmen tarafından meydanla ilişkisi düşünülerek tasarlanan heykel ortada olmasına rağmen ‘görünme’ ile ilgili hep sorun yaşadı.
Eserin etrafı 2005 yılında düzenlenen ‘İstanbul Yaya Sergileri ll’ kapsamında sanatçı Kemal Önsoy’un ‘Karşılıklı Yardımlaşma’ adını verdiği müdahalesi ile straforla kaplanmıştı. Ancak serginin sonlarına doğru bir gece kimliği belirsiz kişilerce yakılarak büyük hasar gördü. Sanatçı Ayşe Erkmen’in de çabalarıyla iki yıl süren bir onarım sürecinden sonra 2007’de tekrar Tünel Meydanı’ndaki yerini aldı.
İstiklal Caddesi’nin bitmek bilmez altyapı çalışmaları ve çevredeki inşaatlardan moloz taşıyan hafriyat kamyonlarının açık hedefi haline geldi uzun yıllar. Sağına soluna çarptılar, zarar verdiler. Altındaki çim alan taşa döndü, yeri değiştirildi.
Görkemli bir açılış töreni tertiplenmişti. Işık gösterileri, Mercan Dede konseri ve geçmişle günümüzü buluşturan ‘Daha Derine’ sergisinde yer alan eserlerin görüntüleri etkileyiciydi.
Yapılan işi beğenenler kadar eleştirenler de oldu.
Tarihi yapının restorasyonundan çok; bir kültür sanat mekânı olarak kullanılma şekline ve küratörlüğünü Mahir Polat’ın, danışmanlığını ise Zeynep Çulha ile Derya Yücel’in yaptığı sergiye yönelikti eleştiriler. Örneğin kültür sanat platformu ‘Sanatatak’ eleştirilerin toplamını soru haline getirmişti: “Yerebatan Sarnıcı zaten eşsiz bir tarihi belge, bir anıt yapı. Neden herhangi bir ucuz eğlence salonu gibi içine renkli ışıklar koyuluyor? Orasına burasına vasat eserler yerleştiriliyor? Bu ışıklar ve vasat işler, bu anıt yapıyı perdelemiyor mu? Yerebatan sarayının ziyaretçilerin ilgisini çekmek için renkli ve hareketli ışıklarla süslenmesine ihtiyacı var mı? Bu üç boyutlu süslemecilik popülist bir tercih değil mi?”
Açılış kalabalığının karmaşasında doğru dürüst bir şey göremem düşüncesiyle Yerebatan ziyaretimi bütün bu tartışmaların da eşliğinde pazartesi günü yaptım. İşte notlarım:
- Yerebatan Sarnıcı Müzesi haftanın her günü açık. Genelde müzelerin kapalı olduğu pazartesi gününü seçtim, daha rahat gezebilirim düşüncesiyle. Yanılmışım. Yaklaşık 100-150 metreye varan bir ziyaretçi kuyruğu ile karşılaştım kapıda. Eleştirilen o popülist yaklaşım etkili olmuş belli ki.
- Giriş ücreti yerli ziyaretçiler için 50 TL, yabancı ziyaretçiler için 190 TL, öğrenci, öğretmen ve askeri personel için 20 TL.
- Mekânın kendisi zaten bir sanat eseri, içeriye adımınızı atar atmaz kaçıncı ziyaretiniz olursa olsun o görkemden etkileniyorsunuz.
Tarhan Onur’dan geliyordu mail. Yeni bir sergi açıyor galiba düşüncesiyle maili açtığımda aldım üzücü haberi.
“Ünlü ressam Ergin Atlıhan üç gün önce vefat etti ve bugün Zincirlikuyu’da toprağa verildi. Bilginize. Siz kendisini tanıyorsunuz sanırım” diye yazıyordu.
Başsağlığı dileyip ayrıntısını sorunca üç hafta önce beyin kanaması geçirdiği, Amerika’da yaşayan kızı Lilly’nin gelip kendisini ancak bir kez görebildiği ve akciğer enfeksiyonu nedeniyle de vefat ettiği bilgisini aldım.
‘KEFAL’İMİZİ KAYBETTİK
Daha sonra Hilmi Yavuz’un Twitter’daki paylaşımını gördüm. Hilmi Hoca, “Tam 72 yıllık arkadaşım, Kabataş Lisesi 1950-51 ders yılı 4-B sınıfından bu yana, can kardeşimiz, ‘kefal’imiz, ressam Ergin Atlıhan’ı kaybettik. ‘Gittikçe artıyor yalnızlığımız’ diye yazmıştı.
AKADEMİYE KABUL EDİLMEDİ
1935’te Edirne’de doğan
Belgin’in, “Arşivimden; 1949 yılında çekilen ‘Vurun Kahpeye’ filminin gala görüntülerinde yazar Halide Edip de var! 73 yıl öncesinden bu tanıtımı yapımcı Hürrem Erman, yönetmen Lütfi Ö. Akad’a iletmem için vermişti, iyi ki kopyalayıp saklamışım” diyerek paylaştığı görüntülerde Halide Edip, Lütfi Akad ve oyunun başrolünü üstlenen Sezer Sezin görünüyor.
SEZER SEZİN, HALİDE EDİP’İN ELİNİ ÖPÜYOR
Gala görüntüleri dışarıdan bir sesin şu anlatımıyla veriliyor: “...acıklı bir safhasını Halide Edip’in kaleminden beyazperdeye muvaffakiyetle aksettiren bu film, genç müteşebbislerimizden Erman Kardeşler tarafından çevrilmiş ve ilk defa Beyoğlu’nda hususi bir davetli kitlesine gösterilmiştir. İşte filmin mevzusunu teşkil eden romanın değerli yazarı Halide Edip. Filmin baş kadın sanatkârı Sezer Sezin, Halide Edip’in elini öpüyor. Filmdeki rolünü büyük bir sanat kabiliyeti ve sadelikle canlandırmış olan Bayan Sezer, filmin rejisörü Lütfi Akad ve diğer tanınmış rejisörlerimiz arasında. Kendisi ne kadar sevinse ve iftihar etse yeridir.
Halide Edip
Sinemacı, filmci, gazeteci vesaire davetliler tarafından çok beğenilen ve alkışlanan ‘Vurun Kahpeye’ filmi birkaç günden beri Taksim Sineması’nda gösterilmekte ve her gün büyük bir halk kitlesinin rağbetine mazhar olmaktadır.”
1995 yılında bir