Paylaş
Görkemli bir açılış töreni tertiplenmişti. Işık gösterileri, Mercan Dede konseri ve geçmişle günümüzü buluşturan ‘Daha Derine’ sergisinde yer alan eserlerin görüntüleri etkileyiciydi.
Yapılan işi beğenenler kadar eleştirenler de oldu.
Tarihi yapının restorasyonundan çok; bir kültür sanat mekânı olarak kullanılma şekline ve küratörlüğünü Mahir Polat’ın, danışmanlığını ise Zeynep Çulha ile Derya Yücel’in yaptığı sergiye yönelikti eleştiriler. Örneğin kültür sanat platformu ‘Sanatatak’ eleştirilerin toplamını soru haline getirmişti: “Yerebatan Sarnıcı zaten eşsiz bir tarihi belge, bir anıt yapı. Neden herhangi bir ucuz eğlence salonu gibi içine renkli ışıklar koyuluyor? Orasına burasına vasat eserler yerleştiriliyor? Bu ışıklar ve vasat işler, bu anıt yapıyı perdelemiyor mu? Yerebatan sarayının ziyaretçilerin ilgisini çekmek için renkli ve hareketli ışıklarla süslenmesine ihtiyacı var mı? Bu üç boyutlu süslemecilik popülist bir tercih değil mi?”
Açılış kalabalığının karmaşasında doğru dürüst bir şey göremem düşüncesiyle Yerebatan ziyaretimi bütün bu tartışmaların da eşliğinde pazartesi günü yaptım. İşte notlarım:
- Yerebatan Sarnıcı Müzesi haftanın her günü açık. Genelde müzelerin kapalı olduğu pazartesi gününü seçtim, daha rahat gezebilirim düşüncesiyle. Yanılmışım. Yaklaşık 100-150 metreye varan bir ziyaretçi kuyruğu ile karşılaştım kapıda. Eleştirilen o popülist yaklaşım etkili olmuş belli ki.
- Giriş ücreti yerli ziyaretçiler için 50 TL, yabancı ziyaretçiler için 190 TL, öğrenci, öğretmen ve askeri personel için 20 TL.
- Mekânın kendisi zaten bir sanat eseri, içeriye adımınızı atar atmaz kaçıncı ziyaretiniz olursa olsun o görkemden etkileniyorsunuz.
- Sütunlar temizlenmiş ve eski beton yollar kaldırılarak çelik malzemeden yürüyüş platformları ve etkinlik alanı yaratılmış. Sarnıcın tamamını gezebiliyorsunuz artık.
- Sergide yer alan eserlerin vasat olup olmadığını sanat eleştirmenlerine bırakırsak ortama artı bir görsellik kattıkları muhakkak. Selfie çekenlerden ve poz verenlerden fırsat bulup eserleri görebilirseniz tabii.
- Sürekli değişen ışıklandırmalar ortama bir haraketlilik katsa da gezmeyi zorlaştırıyor.
- ‘Daha Derine’ sergisinde yer alan eserler mekânla, İstanbul’un geçmişi ve bugünüyle, mitolojiyle ilişki kuruyor kuşkusuz ama orada iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa Başı var ki hepsini taşa çeviriyor.
- Karmaşık duygularla ayrıldım Yerebatan’dan. İyi bir restorasyon geçirmiş, sergi ve etkinlik programıyla yaşayan, daha fazla hayatın içinde bir mekân olmuş. Ama yüzlerce yıllık geçmişiyle bana kendi hikâyelerini anlatan, başlı başına bir sanat eseri olan mekânla baş başa kalmayı tercih ederdim.
ECE AYHAN’I ANLAMADAN ADINA ÖDÜL DÜZENLENİR Mİ
Çanakkale Eceabat Belediyesi şair Ece Ayhan adına bir öykü ve şiir yarışması düzenlemiş. Son başvuru tarihi 20 Ağustos olan yarışmanın katılım koşullarını sıralayan bir de bildiri hazırlanmış.
Maddelerden ikisi şöyle:
“Yapıtlar Türkçe dilbilgisi ve yazım kurallarına uygun hazırlanmalıdır.”
“Yapıtlar milli ve manevi değerlere, genel ve evrensel ahlak ile insanlık ilkelerine uygun olmalıdır.”
Modern Türk şiirinin ustalarından Ece Ayhan için açılan bu yarışma edebiyat dünyasında bir tartışmayı da başlattı.
Hayatı boyunca edebiyat yarışmalarına karşı çıkmış bir şair adına yarışma düzenlemek anısına saygı göstermek midir? Yarışma şartnamesine milli ve manevi değerlere, genel ve evrensel ahlak ilkelerine uygunluk gibi bir madde koymak için şiirlerinden tek bir dize bile okumamış olmak gerekir.
Türkçe dilbilgisi ve yazım kuralları maddesine ise hiç girmeyeyim. Şiirin ‘cehennet’tini yazan birine nasıl açıklarız bunu?
Kısaca Ece Ayhan şiiri ‘karadır abiler’.
Ödül vermeye kalkmadan önce oturup bir okusaydınız.
Ece Ayhan 12 Temmuz 2002’de, 71 yaşında vefat edince Eceabat’ın Yalova köyünde annesinin yanında toprağa verilmişti.
Memleketinde adına sahip çıkılması güzel bir davranış kuşkusuz. Bunun için pek çok şey yapılabilir. Mesela çocukluğunun geçtiği ve daha sonra bir süre annesiyle yaşadıkları ev tamamen yok olmadan korunabilirdi.
ÇEVİRMENİN KADERİ
Fransız edebiyatının büyük ismi Emile Zola’nın ilk kez 1876 yılında dergilerde yayımlanan ve ‘ölümü’ toplumsal bir olay olarak ele aldığı öyküleri ‘Nasıl Ölünür’ adıyla İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.
Aristokratından tüccarına, işçisinden köylüsüne, toplumun farklı kesimlerinden beş farklı kişinin ölümü ve çevresinin bu ölümü nasıl yaşadıkları anlatılıyor hikâyelerde.
Kitabı dilimize Volkan Yalçıntoklu çevirmiş.
Yalçıntoklu daha önce Victor Hugo’dan Alexandre Dumas’ya, Honoré de Balzac’dan Emile Zola’ya, Alan Snow’dan Charles Perrault’ya Fransız ve İngiliz edebiyatının pek çok önemli eserini dilimize kazandırdı.
Son zamanlarda Emile Zola’nın kapsamlı bir kitabının çevirisi üzerinde çalışırken kısa bir ara verip yayınevine önce ‘Nasıl Ölünür’ kitabının çevirisini yapmayı teklif etmiş.
Hızlıca çeviriyi bitirip teslim etmiş. Bu sırada bir süredir tedavi gördüğü hastalığı nüksetmiş ve kitabın basımını göremeden hayata veda etmiş. Üretken bir çevirmenin genç yaşta kaybı çok etkiledi beni.
Tesadüfün böylesine üzücü olanına kader mi demek gerekiyor?
1961 doğumlu Volkan Yalçıntoklu Saint Joseph Lisesi’nin ardından 9 Eylül Üniversitesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Bölümü’nü bitirmiş, sonrasında da uzun yıllar kitapçılık yapmış.
Çeviri dünyası için büyük bir kayıp.
Paylaş