İstanbul’u en güzel anlatan şairlerden birinin yaşadığı şehirde bir kültür ve yaşam merkezine adının verilmesinden daha doğal ne olabilir?
Çerçeveletilip asılanlardan biri de zaten ‘İstanbul’u Dinliyorum’ şiiri.
Fakat gelgelelim duvardaki ikinci şiire. İşte onda bir gariplik var.
Şiirin adı, ‘Öyle Bir Zamanda Gel Ki / Vazgeçmek Mümkün Olmasın.’
Uzun bir şiir.
İyi, güzel de Orhan Veli’nin böyle bir şiiri yok ki...
‘Davet’
Konserde Fazıl Say’a viyolonseliyle günümüzün en parlak genç yeteneklerinden Jamal Aliyev eşlik etti. Cesar Franck’ın ‘Viyolonsel ve Piyano için Sonat’ıyla başlayan konserde Fazıl Say’ın ‘Dört Şehir Sonatı’ da (Sivas, Hopa, Ankara, Bodrum) seslendirildi.
Say her bölümden önce eserleri hangi duygularla ve nasıl bestelediğini, neyi anlatmak istediğini açıkladı seyircilere.
REFİK ANADOL’UN VERİ HEYKELİ EŞLİK ETTİ
İkinci bölümün sürprizi ise yeni medya sanatının dünya çapında tanınan ismi Refik Anadol’un Fazıl Say’ın ‘Hayat Ağacı’ bestesinden ilhamla yarattığı yapay zekâ veri heykeliydi.
Dünya üzerindeki 65 milyon ağaç ve doğa verisini yapay zekâ ile görselleştirmişti Anadol bu beste için. Beş bölümden oluşan eser için beş veri heykeli oluşturmuştu. Verileri notalarla konser sırasında eşleştirdi sanatçı ve o beş veri heykeli o geceye ait yaratıldı sadece. Başka yerde tekrarlanmayacaktı bir daha. Anadol’un deyimiyle hayat gibi.
Refik Anadol
Şarkıcı Mirkelam ‘koşarak’ şarkı söylemeye devam ediyordu. Kafamı kaldırdığımda Candan Erçetin’in İstiklal Caddesi’nde peşine takılmış bir yığın erkekle yürüdüğünü gördüm. Bir diğer yanda ise Umur Turagay’ın Orhan Atasoy’un ‘Gemiler’ parçasına çektiği, Fikret Kuşkan’ın oynadığı klip dönüyordu tüplü bir televizyonda.
Popüler kültür koridoru oldukça hızlı bir zaman yolculuğuna çıkarmıştı beni.
Üç kata yayılan sergide yer alan arşiv malzemelerine ve işlere baktıkça iyice inanıyorsunuz 90’lara döndüğünüze.
‘Serotonin’ sergileri, Genç Etkinlik, Assos Gösteri Sanatları Festivali gibi kolektif oluşumlardan geriye kalan fotoğraf, afiş, yazışma gibi çeşitli malzemeler bütün bunların gerçekliğinin kanıtı gibi. Hiçbiri hayal mahsulü değil, bir zamanlar bunlar yaşandı diye kanıt sunuyor izleyiciye.
Deve üzerinde Serotonin sergisinin mekânına giren ressam
Geç gelen krallıkla ilgili pek çok espri yapılsa da Prens Charles bu 73 yıl boyunca boş durmadı. Pek çok meşgalesinin yanında suluboya resim yapmak da vardı.
İngiliz resim geleneğinde önemli bir yeri olan doğa manzaraları onun da tutkunu olduğu bir tarzdı.
İngiltere ve İskoçya kırsalının yanı sıra İtalya, Fransa, Türkiye kıyıları, Hong Kong körfezi gibi seyahat ettiği ülkelerin sevdiği manzaralarını resmetmişti.
Fethiye
1991 yılında suluboya resim çalışmalarından oluşan bir albüm de çıkarmıştı Prens Charles. 73 tablonun yer aldığı ‘HRH The Prince of Wales: Watercolours’ albümü annesi Kraliçe Elizabeth’in önsözüyle yayımlanmıştı. Geliri prensin en sevdiği hayır kurumlarına bağışlanan albümde Türkiye manzaraları da yer alıyordu.
Efes-Selçuk
Hele sergilenecek eserlerin 18 Eylül tarihinde müzayede ile satılacağını öğrenmem merakımı daha da arttırdı.
Türk resminin en bohemi, ‘yaralı ve yalnız’ yeteneği Mualla’nın daha önce hiç görülmemiş eserleriydi bunlar üstelik. Sanatsal biyografisini etkileyecek kadar farklı dönemlerine ait çalışmalar.
Başlı başına bir Fikret Mualla sergisi açacak kadar tablonun bulunduğu bu büyük koleksiyonun sahibi kim olabilirdi?
Simavi ailesi cevabını alınca taşlar yerine oturdu.
Türkiye’nin en önemli çağdaş sanat koleksiyonlarından birine sahip olduğu biliniyordu
Elinde çamuruyla çalar Biret’in kapısını. Biret pozunu verir, Duyar başlar çalışmaya. Ancak istediği sonucu elde edemez bir türlü, çamur çatlar. Ben bunu alçıdan dökeyim en iyisi diyerek çamur büstü alıp ayrılır evden.
Gürdal Duyar 2004 yılında akciğer kanseri nedeniyle vefat edince çalışmadan bir daha haber alamaz İdil Biret ve eşi Şefik Büyükyüksel. Duyar’ın hastalığı sürecinde büstü tamamlayamadığını ya da kırıldığını düşünürler.
Aradan yıllar geçer.
Kısa bir süre önce Dr. Baha Toygar’ı arayan bir arkadaşı, Şefik Büyükyüksel’in kendisine ulaşmak istediği söyler. İyi bir koleksiyoner ve klasik müzik meraklısıdır Toygar ama İdil Biret’le tanışıklığı yoktur.
Çalışmanın güvenli bir şekilde yapılabilmesi için de etrafına çelik bir iskele kurularak üzeri bakanlığın logosunun bulunduğu, ‘Kız Kulesi gözlerini yeniden açıyor’ yazan bir perde ile kapatıldı.
Sosyal medyada iki gündür Kız Kulesi’ni kapatan o örtünün altında ne yapıldığı tartışılıyor. Kulenin arkasından geçen vapurun siluetinin görünmesini ya da karşıdan gelen ters ışıkta kule görüntüsünün olmadığı kanıt olarak gösterilerek Kız Kulesi’nin tamamen yıkıldığı yazılıyor.
İstanbul’un siluetini tamamlayan kulenin bir sihirbazın mendilini kaldırdığı anda yok olması gibi bir şey yaşanan. Doğal olarak bir şok etkisi yaratıyor insanlarda.
Kız Kulesi’nde devam eden restorasyon çalışmasını geçen ay Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Gökhan Yazgı ile projenin danışmanlarından mimar Han Tümertekin eşliğinde gezmiş ve verdikleri bilgileri burada paylaşmıştım.
Evet, Kız Kulesi’nin avlu bölümüne 1990’lı yıllarda eklenen çelik çatı ve asma kat ile kule kısmı sökülmüştü.
Kent büyüyüp genişledikçe, köyleri içine alıp yok ettikçe doğal olarak sulak alanlar ve mandalar da yok oluyor.
İşte tam da bu konuya parmak basan bir proje öne çıkıyor bu yıl 17 Eylül-20 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 17. İstanbul Bienali’nde.
İngiltere’nin en etkili sanat ödüllerinden Turner Ödülü adaylığı bulunan, sanatçı ve aktivist ikili Cooking Sections’ın uzun süredir devam eden büyük ölçekli ‘Çamuralem / Wallowland’ başlıklı projesi.
Eko sanat aktivistleri Daniel Fernández Pascual ve Alon Schwabe’den oluşan sanatçı ikilisi Cooking Sections, yaşadığımız dönemin önemli çevresel sorunlarını irdelemek için yiyecekleri bir yöntem olarak kullanıyor. İkilinin bienale özel hazırladığı ‘Çamuralem / Wallowland’, şehrin etrafında yok olma tehlikesi altındaki sulak alanların İstanbul’un mandaları üzerindeki etkilerinin izini sürüyor.
Yılın farklı zamanlarında mandaları ve onların etrafındaki farklı türlerin beslenme ve büyüme biçimlerine dair kapsamlı bir araştırma yürüten ikili süreç boyunca sığırtmaçlar, biyologlar, çevreciler, korumacılar, etnomüzikologlar ve birçok başka kişiyle işbirliği yaptı. Hatta mandalar üzerine yeni bir şarkı bile bestelendi. Proje, İstanbul’un dış mahallelerinde manda yetiştiriciliğinin korunmasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Şehrin ekoloji ve mutfak mirasının temel bir parçası olmasına rağmen, genişleyen kentsel alan sonucu sulak arazilerin ve otlakların bozulması nedeniyle mandaların yaşamlarının da tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor.
MANDA FESTİVALİ DÜZENLENECEK
‘Çamuralem’