Yaşım ve mesleğim uygun olsa kesin gitmek isterdim. Her ne kadar Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “Bir defa yaştan dolayı gidemezsin” dese de ben yine de başvurumu yaptım. Bakan Varank ile Türkiye’nin uzay programı kapsamında Uluslararası Uzay İstasyonu’nda 10 gün boyunca görev yapılması programını konuştuk. Mustafa Varank aranan özellikleri şöyle anlattı:
VARANK: BEN DE GİDEMEM KLOSTROFOBİM VAR
“Genç ve dinamik olmalı. 10 yıl mecburi hizmeti olacak. Türkiye’de konferanslar verecek.
Uzay İstasyonu’nda bilimsel çalışmalar, deneyler yapacak. Buna uygun bir üniversiteden mezun olmalı.
Sağlık şartları önemli. Tansiyonu olmayacak, örneğin ameliyat geçirmemiş olacak.
Psikolojik testten geçecek.
Uzaya gitmeden önce yaklaşık 8 aylık bir eğitim alacak.
NATO’nun güçlenmesi.
Daha etkin bir yapıya dönüştürülmesi.
Diğer taraftan da NATO’nun modern ve güçlü Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ihtiyacı olduğunu unutmamak lazım. Şimdi aşağıda yapılan yorumları ve tespitleri okuyunca da, ‘NATO, bir tek Türkiye için mi NATO olamıyor’ demeden duramıyor insan...
NATO’NUN TERÖRÜ DESTEKLEMEYE MERAKLI ÜYELERİ NE DİYOR
Başta yabancı basın, onların üst düzey yetkililere dayandırdıkları tespitler ve açıklamalardan Türkiye ile ilgili ortaya çıkan tespitler şöyle:
“Türkiye, İsveç ve Finlandiya’yı ‘terör yuvaları’ olarak nitelese de gerçekte kendi derdine düşmüş durumda.
Erdoğan
Küçük boy cep not defteridir. ‘Samsun’a çıktım’ diye başlar 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren yaşananlar. Atatürk’ün sade tek bir cümle ile yazdığı “Samsun’a çıktım” bir ulusun kaderini değiştirecek çok büyük, çok anlamlı bir cümledir. O sade ama dopdolu tarihi, başlangıcı, yeniden doğuşu bu ülkenin gençlerine armağan eder. Her daim o gençlerin ülkenin geleceği olduğuna atıf yaparak...
DİJİTAL YERLİLERE NE BIRAKACAĞIZ
Atatürk’ten bu yana dünya çok değişse de başta vatanımız olmak üzere, ilkelerinin, sözlerinin, onun ve silah arkadaşlarının bizlere bıraktıklarının anlamı ve önemi hiç değişmedi, sadece çok daha büyüdü, çok daha önemli hale geldi.
Sizin, bizim, senin, benim ayrımım olmadan, önce herkesin Atatürk’e saygı duyması sonra da mutlaka bıraktıklarının kıymetini bilmesi ve o yolda daha da ilerilere gidebilmek için gerçekten çabalamak, gerçekten o yola baş koyması gerekiyor. Dünya da Türkiye de çok değişse de ilkelerinin ve sözlerinin bugün daha da önemli hale gelmesi onun tarihi, büyük liderliğinin yanı sıra bu ülke için düşüncelerinin ölümsüz, sonsuz olduğunu gösteriyor. Peki biz ne yapıyoruz? Kimimiz orta yaşında, kimimiz yaşlı... Bugünün dijital göçmenleri, bugünün dijital yerlilerine ne bırakıyoruz ya da ne bırakacağız?
DÜNYA AVUÇLARININ İÇİNDE
Bazen onları anlamak zor... Bazen herkes onları anladığını düşünüyor. Üstüne bir de bazen
‘SORUN İÇİN TÜM LİDERLER BİR ARAYA GELMELİ’
Lütfü Savaş, öncelikle durumun ciddiyetine dikkati çekerek siyasete çağrıda bulundu: “Gelecek adına üç oy fazla almak için, kaos yaratacak sözlerden liderler başta olmak üzere herkes kaçınmalı. Bununla seçim propagandası yapılamaz” diyerek... Ardından da çözüm önerilerini madde madde açıkladı:
“Bu mesele ne iktidarın ne de muhalefetin tek başına çözebileceği bir mesele değildir. Bu mesele milli meseledir, devlet meselesidir. Bu nedenle de ortak platformda, konsensusla çözülmeli. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı bir masa etrafında toplanarak bu konuda mutlaka ortak çözüm bulmalı. Milli bir davada liderler toplanamıyorsa ne zaman toplanacaklar? Yarından tezi yok masa kurulmalı.
Öncelikle kendi bekamızı ve çocuklarımızın geleceğini düşüneceğiz.
Buraya oldu bittiyle geldiler. Ancak giderken insani şartlarda gönderilmeleri gerekir. Başta güvenlikleri olmak üzere; sosyolojik, ekonomik, şartlar oluşturulmalı.
Şu an Suriyelilere sınırlarımız içinde harcanan para artık Suriye’nin içinde dönüş koşullarının hızlandırılması için harcanmalı.
İktidar artık Şam rejimi ile köprü kurmalı. Hiç barışmayız dediğimiz her ülke ile barıştık. Suriye Müslüman bir ülke, Osmanlı döneminde topraklarımızdı, sebebini bile bilmediğimiz savaş nedeniyle iki devlet karşı karşıya kaldı. İktidar bu sorunu çözmeli. Kendi din kardeşlerimizle niye küsüz?
Devlet, planlarını güllük gülistanlık olasılıklara göre değil, karakışı düşünerek oluşturmalı.”
GAYET ŞIKSIN MELİS SEZEN
Modacı değilim ama bir kadınım... Dekolte ile teşhircilik arasındaki farkı sanırım bir erkekten daha çok bilirim. Eski bir milletvekilinin Türkiye’nin başka bir sorunu yokmuş gibi oyuncu Melis Sezen’i, üstelik televizyonda canlı yayında hedef alan, “Bir kıyafet giymiş, o kıyafet kanunen suç. Hem de şikâyete bağlı olmayan bir suçtur. Çünkü göğüs dekoltesi tamamıyla açık, toplum içinde kendini gösteriyor. Yani sütyen yok. Göğüs dekoltesi göbeğe kadar inmiş. Bu ahlaksızlığın daniskası değil midir?” sözleri beni şoke etti. Yanıtlarım şöyle:
Sayın eski Vekil resmi detaylıca incelemiş.
Yazmak istemezdim ama sütyen teknolojisi de gelişti. Askısı hiç olmayan kap şeklinde sütyenler var.
Genel olarak biz bu tarza dekolte diyoruz.
TCK 225’ten bahsediyorsanız kanun kısaca, “Bir kişinin cinsel organını yahut vücudunun benzer cinsel kısımlarını direkt olarak belirli bir kişiye karşı değil de aleni olarak sergilemesi, teşhir etmesi halinde TCK 225’te yer alan hayâsızca hareketler suçunun teşhircilik fiili oluşur” şeklinde. Bu konuda yaşanmış dava örnekleri var. Mesela alenen cinsel ilişkide bulunmak, bir erkeğin parkta mastürbasyon yapması, parkta pantolonun önü açık dolaşması gibi...
İstanbul Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Adem Sözüer, “Dekolte veya gece kıyafeti giymenin suç olup olmadığını tartışmak dahi bir garabettir. Kanunlarımızda böyle bir suç yok. Buna karşılık insanları yaşam tarzı veya açık ya da kapalı giyiniyor diye suçlamak, onlara onur kırıcı söylemlerde bulunmak, kişilik hakları ihlali ve suçtur. Kadınlara yönelik bu tür nefret söylemleri kadına yönelik şiddetin sebeplerinden biridir. Dekolte hukukçuların değil, modacıların konusudur” dedi.
Ben
Şimdi buradan yola çıkarak, Uysal’ın Suriyeliler konusundaki açıklamalarını madde madde sıralayayım:
“Türkçe öğreteceksiniz.
Bazen itiliyorlar, eleştiriliyorlar diye öfke duyuyorlar. Buna acil bir çözüm bulunmalı.
Yoğun göç altındayız. Bunların arasında gerçekte kimler var bilinmez.
Ama cadı avı gibi Suriyeli avı da yapmak olmaz. Küçük bir kıvılcım büyük bir sorun yaratabilir.
Türkiye, Suriyelileri burada tutarak bir defa Suriye’nin demografik yapısını bozuyor.
Kayıtdışı bir çalışma alanı oluştu.
Suriye’de geçtiğimiz yıllarda yaşanan on binlerce görüntüden sadece biri... Önce protestolar, sonra rejimin insan çukurları, terör örgütlerinin akını, hava saldırıları, küresel ve bölgesel güçlerin savaş oyunu haline getirdiği bir Suriye... Ve sadece yaşamak için kaçmak zorunda kalan Suriyeliler... Ölümden kaçarak, yaşam çığlığı ile en çok Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e sığındılar. Şimdi o 3 milyon 754 bin 591 sığınmacı hiç olmadıkları kadar görünür oldular, siyasette tartışmanın tam ortasına oturdular. Peki neden ve ne yapmak gerekiyor?
En başından itibaren küresel güçlerin ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgesel güçlerin bazı politikaları eleştirilebilir.
Türk hükümetine ‘Niye bu kadar Suriyeliyi aldınız?’ diye sorulabilir. Ancak almasaydı insan çukurları artabilir, sınırımızın dibinde katliam hâlâ sürüyor olabilirdi.
Hükümet sığınmacıların gelmeye başladığı günlerde de “İleride bir Suriyeliler sorunu olabilir mi, bunun için ne gibi önlemler alınmalı?” sorularının yanıtları üzerinde çalışıyordu.
Süreçte Suriyelilere kaçaklar eklendi... Afganistan’dan, Pakistan’dan, Somali’den çalışmak için gelenler...
Büyük kısmı zor sektörlerin ucuz işçileri oldular.
Ancak ekonomi kötüleşti. Kötüleştikçe sığınmacılarla kaçakların durumu daha çok tartışılır oldu.
Son olarak ise tüm bu koşulların ortaya çıkardığı
KUTLU OLSUN: Önce herkesin bayramını tebrik ederim. Bayram dileklerime gelince; birbirimizi sevmemiz hiç değilse saygı duymamız, ülkemizin ekonomik açıdan refaha çıkması, kutuplaşmanın, yalanın, dolanın son bulması, hukuk ve demokrasinin güçlenmesi, sağlık, huzur ve mutluluk... Bu yüzden de bayram yazımda biraz siyasetten, dış politikadan uzak durmak istiyorum.
***
Hürriyet’in başarılı foto muhabiri Selahattin Sönmez bir süredir hepimize mesleğimiz boyunca yaşadıklarımızı, acılarımızı, tarihi, nelere tanıklık ettiğimizi ve bu meslekle ne kadar yaşlandığımızı hatırlatıyor. Instagram’da açtığı ‘basın.enstantaneler’ isimli hesaptan, mesleğe başladığı günden beri tüm medya mensuplarının fotoğraflarını paylaşıyor. Kimi ayrımızdan ayrılmış, kimi mesleği bırakmış, kimi hâlâ çalışıyor. Başrolde bu kez “siyaset” yok, onların hayatlarını yaşayan gazeteciler var.
Selahattin 1987 yılında Rüzgârlı sokakta Ankara Ulus gazetesinde idari serviste çalışmaya başladı.
Sonra Günaydın gazetesinde karanlık odaya geçti.
1994 yılından beri foto muhabirliği yapıyor.
Tam 40 ödülü var.
30 yıllık arşivi var. Basın mensuplarının arşivi ise tam 25 yıllık.