Hakan Tartan

Işıklar içinde yat Büyük Başkan

6 Mart 2008
İhsan Alyanak... İzmir’in gelmiş geçmiş belediye başkanları arasında en renkli, en cesur, en dürüst olanı. Bir sembol isim, bir anıt adam. Cesaret, sevgi ve dayanışmayı yaşam biçimi haline getirmiş bir ağabey.

Dün toprağa verdik. Gözyaşları ile. Şimdiden özlem ile.

CHP Lideri Deniz Baykal da İzmirliler gibi eski mücadele arkadaşına vefa gösterdi. Ankara’nın yoğun gündemine rağmen oradaydı. Ve dostları... Büyük Başkan için ne güzel bir gün... Son anına kadar 550 milyon liralık emekli maaşı ile geçindi. Yakın zamanda sevgili eşi Müjgan Hanım’ı kaybettikten sonra ise kızının yanında oturmaya başladı.

İzmir, Türkiye, hatta dünya, onu 1973-1980 yılları arasında yaptığı halkçı ve cesur belediye başkanlığı ile tanıdı. Eğer 12 Eylül darbesi olmasaydı, büyük bir olasılıkla birkaç dönem daha, belediye başkanlığı yapardı. Çünkü... İzmirliler, Alyanak’ın deli dolu yanını, kararlılığını, halkçılığını çok sevmişti.Alyanak, görev yaptığı süre içinde önemli ve radikal icraatlarıyla İzmir’e kalıcı hizmetler yaptı. Örneğin; Alsancak Garı’nın önündeki geniş bulvarı açtı. Karşıyaka’da Girne Bulvarı, Tepecik’teki Gaziler Caddesi, hep onun eseridir. Tepecik’te çıkan bir yangını fırsat bilerek, bugün bile Kapılar - Altındağ arasındaki trafiğin rahat akışını sağlayan Gaziler Caddesi’ni tamamladı.

Tansaş’ın (O zamanki adıyla Tanzim Satış Mağazaları) kurdu.Koca Reis lakaplı İhsan Alyanak, bir süre önce Hürriyet Ege’de arkadaşlarımız Veli Şakır ve Ayçe Dikmen’in yaptığı söyleşide bakın neler söylemişti: "İzmir’in en az 50 yıl sonrasını düşündüm 1981 yılında 3. dönemim için aday olacaktım. Oy patlaması yapacaktım. Çok büyük hizmet projelerim vardı. Kaynaklarım hazırdı. İzmir’i Akdeniz’in vazgeçilmez yıldızı yapacak projelerimi tam uygulayacakken 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Görevden alındım. Yoksa 1985 EXPO sunu biz yapacaktık."

Alyanak, İzmir’in tanıtımı ve kaynak yaratma konusunda da ustaydı. O dönemde belediyede yöneticilik yapan Sancar Maruflu, O’nun Türkiye’yi tüm dünyaya tanıtacak önemli fırsat olan Papa’nın İzmir ziyaretini kendi yöntemleriyle kopardığını söylüyor. Nitekim; Papa 2’nci Jean Paul, 1979 Sonbaharı’nda İzmir’e bir basın ordusuyla geldi. İzmir, milyonlarca dolar harcasa yapamayacağı tanıtımı, bu ziyaret sayesinde gerçekleştirdi. Evet tabi ki bu örnek, Alyanak’ın pratik uygulamalarından sadece biridir. İhsan Alyanak, işte bu yüzden farklı ve önemli başkandır. CHP’li olmasına karşın, belediye başkanı olduğu süre içinde parti rozetini çekmecesine koyan ve asla partizanlık için kullanmayan Alyanak, 1 Nisan günü 85 yaşına girecekti. Alyanak’ın efsane olması özellikle kentte çıkan yangın ve yıkım çalışmalarında işçilerle birlikte çalışması, gece geç saatlerde denetime çıkmasıyla ve bunların halk arasında kulaktan kulağa anlatılmasıyla başladı. İzmir’e göç edenler iş olanakları yaratması nedeniyle Alyanak’ı çok sevdi. Bıçkın tavırları, her zaman şık giysileri, briyantinli saçları, "Ayhan Işık" bıyıklarıyla İzmir’de adeta fenomen oldu.

Politikada dilini çok sert kullandı.

Kimi zaman boksörlüğünü hatırlattı.

Hatta aleyhinde haber yazan yerel bir gazeteyi "Yangın ihbarı aldık" diyerek itfaiye erleri ile basmıştı.

Yol çalışması için Alsancak’daki İngiltere Konsolosluğu ve Anglikan Kilisesi’nin duvarını yıkmasıyla ünü yurtdışına da taştı, İngiltere’nin nota vermesine bile neden oldu. Efsane başkan, yani... Koca Reis artık aramızda değil.

Dünkü sevgi seli anlamlıydı.. İnönü’nün dediği gibi, "Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı bu ülkede"... Alyanak bunu kanıtladı. Nur içinde yat İhsan Amca...

Toprağın bol olsun.
Yazının Devamını Oku

EXPO yolunda Fazıl Say dopingi

5 Mart 2008
EXPO yarışı tam gaz.<br><br>İzmir’de sivil toplumun ve halkın desteği ile yaratılan hava BIE delegelerini de olumlu etkilemiş durumda. Konuştuğum delegeler, "İzmir buluşması harikaydı. Çok etkilendik bugünkü konserde muhteşemdi" diyorlar.

Tabii, Milano da boş durmuyor.

O da son kozlarını oynuyor.

Delegelere yakın markaj, ekonomik ve ticari ilişkiler, ön protokoller...

Ve kültür - sanat.

Bu konuda önde oldukları kesin.

Ama... Ta ki, düne kadar.

Dün yaşadığımız muhteşem geceye kadar.

Yer; Paris’te görkemli Champs Ellysees Tiyatrosu.

Nice ünlü sanatçılara, orkestralara, etkinliklere mekan olmuş.

Bu kez bu tarihi tiyatro da Türk rüzgarı esiyor.

Sadece Türkiye’den üst düzey yöneticiler, politikacılar, işadamları değil...

Sahnede Fazıl Say rüzgarı.

Dünya çapında ün sahibi piyanist ve bestecimiz Fazıl Say, ayakta alkışlanıyor.

Her zaman ki gibi coşkulu, her zaman ki gibi tam konsantre.

Piyano ile arasında harika bir vals!

Muhteşem bir repertuar, muhteşem bir performans.

Türkiye ve İzmir, EXPO’da sanatı ve sanatçısı ile de var.

Ne güzel!

EXPO için 31 Mart’ta kararı verecek Uluslararası Sergiler Bürosu’nun (BIE) 140 delegesinin bir çoğu orada.

Keyifle Fazıl Say’ı izliyoruz.

Mozart, Paganini, Gershwin, Ravel, Bartok.

Mozart’ın Alla Turca’sı ile büyük coşku.

Sonra Moldovalı genç yetenek, kemancı Patricia Kopatchinskaja ile süper performans.

Alkışlar, alkışlar. Fazıl Say için. İzmir için.

Delegeler yoksa, o BIE üyesi ülkelerin diğer temsilcileri var.

Büyükelçiler, üst düzey yöneticiler, siyasetçiler...

Fazıl Say da çok heyecanlı:

"Güzel bir gece oldu. Sahneye defalarca davet edilmek, alkışlanmak mutluluk verici. Bu iş olsun, 2002 yılında 20 bin kişi ile coştuğumuz Nazım Konserini yine İzmir’de tekrarlamak istiyorum. İzmir adına güzel bir gece oldu" diyor.

Kimler yoktu ki, muhteşem gecede:

BIE Başkanı La Fon oradaydı. EXPO için karar verecek Büro’nun en önemli ismi. 100’e yakın delege... Büyükelçiler, Fransız Senatosu’ndan önemli isimler. Sanatçılar, unutulmaz SİPA’nın kurucusu Gökşin Sipahioğlu. Gazeteciler, yazarlar. İzmir’den Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İTO Başkanı Ekrem Demirtaş, EXPO Genel Sekreteri Tunç Soyer ve büyükelçilerimiz... Paris Büyükelçimiz Osman Korutürk, OECD nezdindeki Büyükelçimiz Ali Tuygan, EXPO yürütme kurulundan Necil Nedimoğlu.

Bunlar görebildiklerim, hatırlatılanlar.

Güzel bir İzmir lobisi.

Salonu dolduran insanların dudaklarında tatlı bir tebessüm.

Müzikten ve çağdaş Türkiye’den aldıkları farklı bir haz.

Ve o hazzı veren bir Türk sanatçısı; Fazıl Say.

Sayamadım heyecandan, sekiz kere mi, dokuz kere mi alkışlarla sahneye davet edildi.

Defalarca, defalarca...

Alkışlarla, alkışlarla...

Bizim kanatta sevinç, mutluluk:

"Bu buluşmadan da yüz akı ile çıkıldı. Delegeler güzel şeyler söyledi. Konuklar çok mutlu oldu. Dünya çapında piyanist ve bestecimiz Fazıl Say’ın EXPO yolunda İzmir’e katkısı unutulmaz. Harika bir geceydi."

Delegeler için de zor bir seçim.

Milano mu? İzmir mi?

İkisinin de kendine özgü avantajları var.

Ama... Biri seçilecek.

Önceleri "çok önde" gibi görülen Milano’yu yakalayan bir İzmir var artık.

Üstelik teması "Daha İyi Bir Dünya İçin Yeni Yollar ve Herkes İçin Sağlık", son dönemlerdeki çıkışı, hazırladığı projeler ile avantaj elde eden bir İzmir.

Onun için Paris’teki heyette "Neden olmasın? Bu iş galiba olacak!" havası.

EXPO neferi Ekrem Demirtaş, konser sonrası delegelerle bire bir görüşmede. Sıcak dostluklar 31 Mart için umut sinyalleri. Bir çoğuna ismi ile hitap ediyor. Bir çoğu "Türk usulü" sarılarak öpüyor. Bir oy için dakikalarca dil döküyor, emek veriyor.

Ve "Bu iş olacak galiba, iyi gidiyor. Emeklerimizin karşılığını almak en büyük dileğimiz" diyor.

Bu umut da güzel.

Bugüne kadar sarfedilen çaba. Verilen emekler.

İzmir’in tanıtımı. Önceleri çatışma ortamı olsa da, sonra yaratılan birlik, beraberlik, dayanışma.

EXPO’yu hayal etmek bile güzel.

En az 15 - 20 milyar dolar yatırım.

Yenilenen bir İzmir. Metrolar, köprüler, deniz ticareti, üst geçitler, rekreasyon alanları, yeni havaalanı.

7 bin 500’den 50 bine çıkmış bir yatak kapasitesi ile turizmde yeni bir alternatif.

Jeotermal kaynakların etkin ve verimli kullanımı ile dünya için yaratılacak bir cazibe merkezi.

İzmir’e en ez yılda 15 - 16 milyon turist.

Döviz geliri, katma değer, istihdam.

Daha neler neler...

31 Mart’a şunun şurasında ne kaldı!

Heyecan dorukta.

Heyecanımız dorukta...

EXPO yolunda bir adım daha.

Delegelere Fazıl Say ile kültür çıkartması. Sonra... 14 Mart’ta Anadolu Ateşi ile coşacak delegeler. 24 Mart’ta Eurovision galibimiz Sertab Erener var. Lobiye, diplomatik ataklara kültür ve sanatla yeni açılım.

İzmir EXPO’ya hazır.

Olmazsa da... Yaratılan hava bile güzel.
Yazının Devamını Oku

Şairler mi, bizler mi yalnızız?

2 Mart 2008
KARŞIYAKA Belediyesi geçenlerde Cemal Süreya’yı andı. Bu tür vefa toplantıları ne güzel.

Anmak, konuşmak... Unutmamak.

Bazı değerleri gelecek kuşaklara aktarmak.

Özellikle de sanatçılar için...

Şairler, yazarlar...

Cemal Süreya’lı bir geceydi.

Şiir dostları buluşması.

18 yıl önce bir ocak soğuğunda yitirdiğimiz "sevgi ve paylaşım insanı" Cemal Süreya.

Bir dönem onun şiirleri, yazıları ile koşmadı mı aydınlık geleceğe...

Onun satırları ile aşmaya çabalamadı mı zorlukları?

Umutlar, heyecan.

Bazen kırgınlık, çaresizlik.

Ama. Hep sevgi penceresi...

Ardında güneşin parladığı bir dünya.

Mücadele, belki kavga... Daha iyi ve güzel için...

Değişim, devinim hatta devrim.

Bitmek tükenmek bilmeyen bir üretim.

Sevgi, paylaşım ve dostluk adına. Nüfusumuzun yarısı kadın için...

Çilekeş, vefakar... Ana...

Kadını yüceltmek adına.

Bazen derin pişmanlık. Bazen çaresizlik ve acı.

Ama sonsuz bir duygu seli. Yürekte dinmek bilmeyen bir fırtına.

Maddi sorunlar... Bir türlü denk gelmeyen bütçeler... Parasızlık. Sıkıntı.

Zaza - Kürt kökenli Cemalettin Seber. Yani... Cemal Süreya... Şiir üstadı... Türkçe’nin sihirbazı.

Duyguların, dizelerin. Kalplerin kapısını açan altın anahtar.

Bir yurtsever... Türkiye sevdalısı... Mücadelelerin yılmaz neferi...

Özgürlük ve dayanışmanın...

Nasıl unutulur şu dizeler:

"Kırmızı bir at oluyor soluğum/Yüzümün yanmasından anlıyorum/Yoksuluz gecelerimiz çok kısa/Dörtnala sevişmek lazım"

Sonra?

"Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada/Keşke yalnız bunun için sevseydim seni". Bu nasıl bir şey? Nasıl bir sevgi çağrısı?

"Annem çok küçükken öldü/Beni öp sonra doğur beni".

Kavga, mücadele, sancı. "Sözleri ağır" bir yorum ustası.

Ama... Çokça hoşgörü... Ve bağışlayıcı, dost canlısı.

Sözcükleri nakış gibi işleyen bir işçi. Şiirin "Celali"si.

"Dersimli" bir can dost.

"Kasketini acılarının üstüne eğen" Cemal Süreya.

"Biliyorsun ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın başkenti orası" dizeleri.

Yalnızlık... Hepimiz yalnız değil miyiz bu kalabalıklar arasında?

Can Yücel’in dediğince, "hepimiz bir yerlere gitmek" istemiyor muyuz aslında?

Kaçmak, aramak, bir şeyleri bulmak...

Ve "çakılıp kalmıyor muyuz bulunduğumuz yerde!".

Yalnızlık dedik ya... Can Yücel’ler, Nazım’lar, Cemal Süreya’lar, Atilla İlhan’lar, Salah Birsel’ler yokluğunda "yalnız kalan" biz değil miyiz Allah aşkına!

Oysa... Onlar’ın şiirleri hep yanımızda.

Hep hasretimiz, umudumuz, sevgimiz...

Hep...
Yazının Devamını Oku

Bayraklı ve Karabağlar halkı ne diyor?

27 Şubat 2008
YENİ iller, ilçeler... Bazı beldelerin kaldırılması... Yeni yerleşim birimleri oluşturulması... <br><br>Türk bürokrasi ve siyasetinin çeşitli dönemlerinde rastlanan türde gelişmeler... Canım 12 Eylül öncesinde 67 il yok muydu Türkiye’de?

Bugün kaç?

Dedim ya; bu konular hep gündeme getirilir, hep de tartışılır.

AKP hükümetinin son olarak gündeme getirdiği düzenlemelerle İzmir’de de iki yeni ilçe oluşturuluyor.

Çok sayıda belde belediyesi ise tarihe karışıyor.

Konu dillerde.

Destekleyen de var, karşı çıkan da.

Ama... Konuya salt politika gözlüğü ile bakmamak gerek.

Anımsadığım kadarı ile Karabağlar için de, Bayraklı için de neredeyse 10 yıldan beri ilçe çalışmaları yürütülüyor.

Birçok milletvekili bu konuda teklif de hazırladı.

"Karabağlar ilçe olsun", "Bayraklı ilçe olsun" diye...

Olmadı. Şimdi yapılacak.

Karşı çıkanların gerekçesi; altyapısı hazır olmayan Bayraklı ve Karabağlar’da sıkıntı yaşanacağı.

Bu sıkıntıların halka zorluklar yaşatacağı.

Destekleyenler ise; "işimiz kolaylaşacak, biz bunu çoktan hak ediyorduk. İyi yöneticilerle hızlı bir gelişme yaşarız" diyorlar.

Tabii... Konuya "siyaset bulaştıranlar" da var.

Onlara göre de; "AKP Karşıyaka ve Konak’ı alamayacağını anlayınca bu iki yeni ilçeyi kurdu. Orada başarılı olacak. Böylelikle Büyükşehir için de avantaj elde edecek."

Böyle bir plan olabilir.

Ama... "Her plan başarılı olacak" diye bir kural mı var?

Kaldı ki; olaya salt bu pencereden bakmanın pek de doğru bir yaklaşım olacağını düşünmüyorum.

Unutulmamalı ki; birçok durumda "evdeki hesap çarşıya uymaz".

Üstelik AKP yönetimi de bunu bilecek kadar deneyimli.

Konu; siyasi bir karardır.

Ve kararı alanlar uygulamada kararlıdır.

Sonuçları daha sonra ortaya çıkacak.

Doğru mu? Yanlış mı?

Değer mi? Değmez mi?

Ama... Özellikle Bayraklı’da büyük tepki gösteren muhtarlar da dikkate alındığında bir "acaba?" sorusu da akıllara takılıyor.

Ve hemen buradan bir çağrışım:

Niye demokrasi denenmez?

Yani... Orada yaşayan insanların tercihi!

İlçe olmayı istiyorlar mı? Karşılar mı?

Yani... Referandum... Halkoyuna başvurma...

Bu çok kısa bir sürede gerçekleştirilebilir.

Üstelik bu şekilde toplumun belirli kesimlerinde yaşanan gerginlik de ortadan kalkabilir.

Bu önerimi "çok lüks" bulanlar olacaktır.

Ona da saygım sonsuz.

Ama... Demokrasi bir ölçüde de insanların "özgürlüğü, seçkiyi ve etkisiz karar"ı soludukları rejim değil mi?

Özgürlüklerden niye korkalım? Referandumdan, halkoyundan...

Ve halkın kararına saygı duymak; en doğru yaklaşım değil mi?

Bakalım, ilerleyen günlerde neler yaşanacak?
Yazının Devamını Oku

Kosova'da yardım zamanı...

20 Şubat 2008
Geçen yıl ekim ayında Kosova’daydım.17 Kasım seçimleri öncesinde.<br><br>Sıcak beraberlikler yaşadık Priştine’de diğer kentlerde. Ve Hürriyet EGE kanalı ile bağımsızlığı o günden duyurmuştuk:

"Şubat’ta bağımsızlık tamam"

Hem de Devlet Başkanı Fatmir Seydiu’nun ağzından.

Tarih 10 Şubat olarak hesaplanıyordu.

17 Şubat oldu.

Seçimlerden sonra oluşan tablo Kosova’nın bağımsızlığı ve statüsünün belirlenmesi anlamında da önemli bir aşamaydı.

Kolay değil; dünyanın gözü Kosova’daydı.

Bir sürü provokasyon, bir sürü tehdit.

Vazgeçirme çabaları.

Hatta... Türkiye, KKTC bağlamında söylemler.

Ama... Ben o zaman da yazmıştım, sonra ki ziyaretlerimde de halkın yüreğindeki arzuyu net gözlemledim; ok yaydan çıkmıştı bir kere.

Varsa yoksa bağımsızlık.

Ve öyle de oldu.

Kosova; Balkanlar’da stratejik olarak önemli bir konumda. Birçok ülke için geçiş merkezi.

Elbette kullanacak bu avantajını.

Bağımsızlık her şey.

Yeni bir heyecan, yeniden yapılanma... Acıların biraz hafiflemesi, çekilen çilelerin, yapılan mücadelenin mutlu sona ulaşması...

Uzun yıllardan beri hazırlıkları sürüyordu 17 Şubat’ın. Bağımsızlığın.

Altyapı hazırlandı. Herkes katkı koymaya çalıştı.

Kosova Devlet Başkanı Fatmir Seydiu, ülke için temel bir yapı taşı...

Güven sembolü. Büyük acılar çekmiş, yaşamış, tanık olmuş...

Ne demişti 4 ay önce bize:

"Türkiye’ye teşekkür ediyoruz. Bize her zaman destek oldu. Seçimden sonra yeni adımları atacağız. Artık bağımsızlık zamanı. Türkiye’den bu konuda tam destek bekliyoruz. Önemli kültürel bağlarımız var. Onca anı, paylaşım. Bizim topraklardan yetişme 35’ten fazla devlet adamı, sadrazam görev aldı Osmanlı’da. Şimdi çok önemli görevlerde başka isimler var. Bu ne güzel bir duygu. İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif gönüllerde. Yeni dönemde Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar, Çingeneler, hepimiz bağımsızlık için kenetlendik. Başaracağız. Başarmak zorundayız. Artık bir yolun sonuna geldik. Bu yolun sonunda güzel günler var. Bağımsız Kosova Devleti sadece Balkanlar için değil, dünya için de önemli bir istikrar güvencesi olacaktır."

Ve o sözlerden birkaç ay sonra "bağımsızlık".

Coşkulu kutlamalar. Sadece Kosova’da mı?

Dün İzmir’de de bağımsızlık sevinci yaşandı.

Mutluluk, sevinç.

Kosova kökenli yurttaşlar büyük coşku yaşadı.

Herkes birbirine sarıldı, bağımsızlık şarkıları söylendi.

Balkan Federasyonu Başkanı Vahap Savaşan, "Mutluluğumuz sonsuz. Bağımsızlık ne güzel bir duygu. Tarifi zor. Artık sıkıntılar bitti" diyordu gözleri dolu dolu.

Gerçekten de bitti mi her şey?

Değil, elbette.

Ama... Bağımsızlık... Her şeye değer.

Bundan sonra ki zorluklar, birlik beraberlik ve dayanışma ile çözülecek.

Herkesin dilinde bu var, yüreğinde de...

Bağımsızlıktan söz edildikçe herkes heyecanlanıyor.

Gözler ışıl ışıl oluyor. Mutluluk tarifsiz.

Ve Türkiye’nin ilk tanıyan ülkeler arasında yer alması.

O zaman Seydiu’nun beklediği buydu.

Gecikmeden oldu.

Yani... Bağımsız, özgür, güçlü bir Kosova...

Neden olmasın?

Onca acıyı, sancıyı yaşayan bu toplum daha iyi için zoru başaramaz mı?

Başarır. Bu inanç tam.

Kosova’daki hava da öyle, Türkiye’deki hava da...

Bu sevinç biraz daha sürecek.

Tabii bazı tartışmalar da.

Hatta savaş çığırtkanlıkları da.

Ama... Sonuçta Kosova için her şey daha güzel olacak.

O toprakların sıkıntılarını yaşamış, o insanlarla acıyı, derdi ve sevinci paylaşmış, zor günlerinde, savaş rüzgarlarının estiği günlerde soğukta, yağmurda, çadırlarda onlarla birlikte olmuş, bir somunu bölüşmüş bir kişi olarak söylüyorum bunu.

Ben buna inanıyorum.

Evet, her şey daha güzel olacak.

Ve bir de görev. Türk işadamlarına. Yatırımcılara.

Tarihi bir miras... Paylaşımlar...

Artık Türk işadamlarının ve yatırımcılarının Kosova’ya daha çok ilgi göstermesi gerek.

El uzatması. Dostluğunu somut olarak göstermesi.

Kökleri buralara dayanan yüzlerce başarılı işadamımız var.

Neden bir araya gelip Kosova’nın geleceğine damga vurmasınlar? Destek olmasınlar? Bunun onurunu yaşamasınlar?

İnşaat, taahhüt, turizm, madencilik, nakliye, otelcilik, sağlık, kargo, tekstil. Her türlü ticaret... İnşaat malzemeleri, gıda, sağlık araç - gereçleri...

Öyle çok olanak var ki...

Ve bağımsız Kosova bunları hak ediyor.

Gerçekten...
Yazının Devamını Oku

EXPO ŞANSI BIZDEN YANA

19 Şubat 2008
EXPO için son günler. Heyecan dorukta. İzmir’de, Milano’da son dakika ataklarında. BIE delegelerini İzmir ve Denizli’de ağırlayan Türkiye, bir sınavdan daha yüz akı ile geçti. Eksikler, hatalar... Elbette vardı, olacak. Ama... İlk günlerdeki kavga görüntüleri... Dağınıklık ve başı bozukluk... Bitti.

Daha profesyonel, daha akılcı ve tutarlı yaklaşımlar.

Bunlar da avantaj.

EXPO yolculuğunun başından beri söylüyorum; Türkiye’nin bir önemli şansı teması. Gerçekten herkesi ilgilendiren ve önemli bir tema:

"Daha sağlıklı bir dünya için yeni yollar ve herkes için sağlık". Nitekim hem BIE Başkanı Jean Pierre La Fon, hem BIE Genel Sekreteri Loscartales bana, "Türkiye’nin teması çok yerinde. Bu avantaj" dediler görüşmelerimizde. Ayrıca bugüne dek hiçbir Müslüman ülkenin EXPO’ya ev sahipliği yapmamış olmaması da bir koz. "Neden İslam dünyası yok?" sorusuna mantıklı bir yanıt veremez B IE delegeleri. Bir de... En önemlisi; hükümetin açtığı kartlar!

Yani... Bu konuda devlet desteği. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün her toplantıya katılımı. Bugüne kadar başarılı bir süreç yaşandı. Ama... Şu kalan sınırlı günlerde de, hem Cumhurbaşkanı Gül’ün, hem Başbakan Erdoğan’ın, hem de dünyada etkin bazı bakanların son dakika hamleleri ile ciddi kulis yapmaları şart.

Bu konuda CHP Lideri Deniz Baykal’dan da destek istenmeli. Bir kez daha.. . Baykal’ın özellikle sosyal demokrat yönetim ağırlıklı BIE’de, sosyalist enternasyonal düzeyinde ciddi katkıları olacağı net. Bu kulisler, hatta yapılacak işbirlikleri konusundaki vaatler bile büyük ölçüde etkili.

Rakibimiz Milano’nun bu anlamda hayli "becerikli" olduğunu söylemem gerek.

Milano’nun bir başka şansı da; alt yapısını büyük ölçüde tamamlaması. Bunu B IE delegelerine her fırsatta anlattılar, anlatmaya devam ediyorlar.

Görüştüğüm her BIE delegesi bu anlamda, "Sezar’ın hakkını Sezar’a verdi". Yani... Milano’nun bu anlamdaki hakkını. Benim karşı tezim netti:

"İzmir’de de her şey hazır. Sorun yok. Üstelik çalışmalar başladı. Hem hedefleri gerçekleştirmede önümüzde hayli zaman var!". Tablo böyle... Yine de... Son süreçte başa baş bir yarış var. İzmir’deki son toplantıda ve dostluk kurduğum B IE delegeleri ile yaptığım temaslarda şu sonuca ulaştım:

İzmir: 54 , Milano: 48.

Bunlar kesinleşmiş gibi gözüken oylar.

Bir de devletlerinden "not ve tavır" bekleyen ülkeler var. Ekonomik ve siyasi görüşmelerin sürdüğü! Bunların sayısı 24 dolayında. Gerçek anlamdaki kararsız ülkeler de 14.

Yani... İş; kelimenin tam anlamıyla ortada. Anket sisteminde kararsızların dağıtımı diye bir model var. Beni m burada kullanacağım yöntem; BIE’ye yeni katılan ülkelerin tavrı. Bunların çoğunluğu Türkiye’nin yanında. Bu bir avantaj. Eğer... Son günleri iyi değerlendirirsek 74 desteğe ulaşabiliriz. İnanın bu mümkün. İşte onun için önemli son dakika atakları. Onun için önemli devletin bir kez daha koyacağı etkili tavır. Bir de.. . 31 Mart sunumu çok önemli. İşte bu "yanar döner" dediğimiz oyların çekilmesi anlamında...

Etkilenmesi anlamında...

Bir süre önce bir İtalyan gazetesinin yaptığı ankette "İzmir için 68, Milano için 51 oy garanti" yorumu yapılmıştı. Kararsızlar da 21 ülke olarak gösterilmişti.

Ben biraz daha sağlamcıyım. Net yanıt almadıklarımı listeye eklemedim.

Bakalım önümüzde sayılı günler. Yüreğimizde derin bir heyecan. Ve EXPO gerçeği:

Hem İzmir ve Ege, hem de Türkiye için güzel bir şans. Fırsat kapısı.

O kapıdan geçmeye şunun şurasında ne kaldı ki!

GÖZLER 31 MARTTA SON SUNUMDA

Uzun bir süredir revam eden EXPO yarışında düğüm 31 Martta çözülecek. 2015 yılında EXPO’ya kimin ev sahipliği yapacağı Paris’te BIE Genel Kurulu’nda yapılacak oylama ile netlik kazanacak. İzmir ve Milano arasındaki yarış 31 Mart tarihine dek devam edecek. İzmir için son çabalar, bugüne dek ziyaret edilmemiş bazı ülkelerin ziyareti ve oy istenmesi ile devam edecek. Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayip Erdoğan da üye ülkeler düzeyinde son temaslarını yapacak ve İzmir’e oy isteyecek.

BIE Genel Kurulu’nda yeni katılımlarla birlikte 140 ülke oy kullanacak.

Türkiye’nin Paris’te 31 Martta gerçekleştireceği son sunumda büyük önem taşıyor. Kararsız delegelerin bir bölümünün son sunumun başarısına bakarak oy kullandıkları ifade ediliyor. Türkiye son sunumda sağlık temasını bir kez daha tarihsel motiflerle işleyecek. Son sunumda Türkiye’nin bazı ünlü sanatçıları da mini birer gösteri yapacak.

EN TEPEDEN İKİ GÜZEL YORUM

BIE Başkanı Jean Pierre La Fon ile BIE Genel Sekreteri Vincente Gonzales Loscartales İzmir’den ayrılmadan önce EXPO 2015 Tanıtma Kurulu’na yaptıkları değerlendirmelerde, "İyi duygularla ayrılıyoruz. İzmir’in önemli avantajları var. Ancak son güne kadar çalışmaya devam" mesajı verdiler. BIE’nin yeni Başkanı La Fon yaptıkları temas ve incelemelerin olumlu geçtiğini belirterek, "İzmir’de EXPO heyecanı var. Bu güzel. Ayrıca teması ve hazırlıkları olumlu değerlendiriyorum" dedi. BIE’nin etkili Loscartales de şu değerlendirmelerde bulundu: "İzmir güzel bir EXPO için tüm özelliklere sahip. Sağlık için ciddi avantajları, EXPO için önemli hazırlıkları var. Sağlıklı olanın umudu vardır, umutlu olan da hem her şeye sahiptir, hem de şanslıdır." EXPO 2015 Tanıtma Kurulu Başkanı Büyükelçi Solmaz Ünaydın da, İzmir’in başarılı bir sınav verdiğini belirtti, "Artık geri sayım başladı. Her gün önemli. İzmir son ziyarette olumlu puanlar aldı. İzmir ve Denizli’deki ev sahipliğimiz delegelerin olumlu duygularla Türkiye’den ayrılmalarını sağladı" dedi.
Yazının Devamını Oku

İzmir neyin başkenti olmalı?

10 Şubat 2008
İzmir’i sevmek; sadece lafla olmuyor? Rant planları yapmakla... Yandaş dayanışması planlaması ile... İzmir; dar kadrocu bir anlayışla...

Hoşgörüsüzlük ve sevgisizlikle gelişemez.

Bunu bilmekte yarar var.

İzmirli kararlı... Artık... İzmir’in heba edilmesine, rant oyunları arasında paylaşılmasına izin vermeyecek.

İzmir kıymetli. İzmir önemli.

Çünkü... Başka Ege’nin incisi yok! Başka İzmir yok.

Ankara; devletin başkenti. Bürokrasinin, hükümetin.

İstanbul ise; finansın başkenti. Ekonominin, borsanın, bankacılığın... Hatta sigortacılığın...

Ya İzmir? İzmir neyin başkenti?

İzmir de başkent olmayı hak etmiyor mu?

Bir süreden beri katıldığım panel ve toplantılarda bunu vurgulamaya çalışıyorum.

İzmir’in de başkent olduğunu. İzmir’in gücünü ve önemini.

Kişilerin değil, bakış açısı ve vizyonun önem ve gerekliliğini.

İzmir de; eğitim ve öğretimin, fuarcılığın, teknolojik gelişmiş sanayinin, denizciliğin, turizmin, yat ve sağlık turizminin, jeotermal turizmin başkenti olmalı.

Düşünün; gelişen sanayisini ve ihracatını kaliteli üniversitelerle taçlandıran bir İzmir.

Bugünkü gibi 5 - 6 değil, 10 - 12 kaliteli üniversitenin yer aldığı. ARGE merkezi.

Yabancı dile önem veren okulların (ilköğretim ve lise düzeyinde) kaliteli eğitim verdiği bir kent.

Sadece Türkiye çapında değil, dünya çapında öğretim üyelerinin koştuğu bir İzmir.

Yaşamaktan, görev yapmaktan keyif duyduğu bir kent.

İzmir için olduğu kadar Ege Bölgesi için de önemli bir açılım.

Zor mu? Yapılamaz mı? Öyle kolay ki... Sadece biraz çaba, biraz vizyon ve sevgi...

Ve turizm. Tarih ve kültür turizmi. 8 bin yıllık tarihi ile hayranlık uyandıran bir coğrafya.

Sevgi, çağdaşlık ve hoşgörü kenti.

Sağlık turizmi. Jeotermal turizm. Yat turizmi. İçimizdeki gizli bir hazine.

Yeni yüzyılın en önemli trendi; uzun ve sağlıklı bir yaşam.

Bunun için de sağlık turizmi.

Sağlık katan suları ve iklimi ile bir "uzun yaşam kenti" İzmir.

Jeotermal kaynaklarını Türk insanı kadar dünyaya açan ve bununla büyük bir ekonomik zenginlik yaşayan, dünya çapında ün kazanan Ege’nin incisi.

Evet; İzmir bu kimliklerle geleceğe koşmalı.

Eğitimin, sağlığın ve uzun yaşamın başkenti olarak.

Bunları gerçekleştirmek zor mu?

Ne zoru? Önemli olan; beyinlerdeki zincirleri kırmak.

Kavgaya yönelen sinerjiyi toplumsal hizmetlere kaydırmak.

Geçmişleri "kirli" insanlara "dur" diye haykırmak: "Yeter"...

"Ben" ve "yandaşlarım" yerine "biz" ve "kentim, ülkem" diyebilmek...

Bunu yapanları yüceltmek...

Ve halkı, kenti, ülkeyi "ben" egosundan sıyrılıp sevmek. Her şeyin başı bu? Ne olur biraz böyle düşünsek...
Yazının Devamını Oku

Ailelerde neyin korkusu var

6 Şubat 2008
Türkiye ciddi bir gerilimin içinde. Sokakta büyük endişe var. Siyasetin ilk görevi; halkın tansiyonunu düşürmek elbette.<br><br>Çünkü... O tansiyonun yükselmesi demek... Sancı, sıkıntı, sorun demek...

Bu net.

Türban konusu bir kez daha gündemde.

Türk halkının gündeminin ön sıralarında olmadığı biliniyor.

Ama... Hep ısıtılan bir konu...

Özellikle de seçim sinyalleri ortaya çıktıkça...

Tabii seçimlerde ciddi bir malzeme...

Türban fitili ateşlendikten sonra çeşitli kesimlerle sohbet ettim.

Anne - babalar, öğretim üyeleri...

Bir çok üniversiteden gençler, hocalar... Bir çok kentten, ilçeden aileler...

İçlerinde 12 Eylül döneminin acılarını yaşayanlar da var.

İlk saptamam; ciddi bir tedirginlik var.

Ve dile getirilmesinden çekinilen ciddi bir tehlike: Anarşinin hortlaması.

Gençlerin yeniden kamplara bölünmesi.

12 Eylül öncesinde olduğu gibi "okuması" için Üniversitelere gönderilen gençlerin çatışmanın, kavganın ve bir "savaş"ın içinde kendini bulması.

Bir ateşe atılması.

Yine "herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine" sancısı...

Nasıl unuturuz o yıllarda gazete sayfalarına yansıyan terör bilançolarını!

Şurada şu kadar ölü, şu kadar yaralı. Şurada çatışma, baskın!

Annemin, üniversiteye giderken arkamdan dualar okuduğunu anımsarım o günlerde.

"Sağ salim gideyim, yine öyle döneyim..."

Diğer anneler gibi. Aile büyükleri gibi...

Oysa... Üniversitelerde 28 yıldır huzur ve sükun var.

Sorunlar yok mu? Elbette var.

Yanlışlar, eksikler... Olacak. Hep oldu.

Ama... Onların düzeltilmesi başka... Yeni bir soruna yelken açmak başka...

Yani... Konsensüsle çözüm... Toplumda çatışma yaratmadan...

Aileler tedirgin; ya üniversitelerde yine çatışmalar başlarsa?

Silahlar çekilirse... Gençler birbirini yaralamaya, öldürmeye başlarsa...

İnsanların beyinlerindeki... Daha sonra dudaklarından dökülen endişeler bunlar.

Siyaset kurumunun bu konuda dikkatli ve özenli olması şart.

Bir de... Bu konunun zamanlaması...

Malum dünyada ciddi bir ekonomik kriz sinyalleri yaşanıyor.

Piyasalarda daralma. İşsizlik endişesi...

Bu elbette Türkiye’yi de etkileyecek.

Az ya da çok.

Dünya bu konuda ciddi önlemler alıyor.

Temel gündem maddesi bu!

Yani... Bu krizden en az zararla çıkmak...

Ya da krizi ileride bir avantaja dönüştürmek...

Biz ne yapıyoruz?

Halkın gündeminde olmayan konularla zaman kaybediyoruz.

Sokaktaki insan gelişmelerden rahatsız.

O sese kulak vermek gerek.

Çünkü... Demokrasilerde en önemli güç; o ses.
Yazının Devamını Oku