3 Şubat 2008
Hemen yanı başımızdaki insanlar Onlar. Komşularımız, akrabalarımız. Yürekleri sevgi, beyinleri yaşadıkları topraklarla ilgili heyecan dolu.
Çalışkanlıkları, iş bilirlikleri dillere destan.
Sevgi, dayanışma ve paylaşım üçgeni; yaşam felsefeleri.
Acıyı bal eylemişler yıllarca.
Koparılan zincirlerden özgürlüğe, barışa koşmuşlar "çocuk gülümsemesi" gibi.
Bugün Türkiye’nin temel harcı Onlar. Balkanlılar... Rumelililer...
Bizim insanlarımız... Kimi Bosna’dan, kimi Bulgaristan’dan, kimi Kosova’dan, kimi Arnavutluk’tan, Girit’ten, Selanik’ten, kimi Makedonya’dan... Bizim oralardan... Mübadiller, göçmenler, soydaşlar. Ulusal birliğimizin temel yapı taşları.
İlk nesil büyük acılar çekti. Büyük sıkıntılar. Ayakta kalma mücadelesi verdi her şeye karşın.
Ya ikinci nesil? Onlar acı dolu hikayelerle büyüdü. Özlem türküleri ile umuda açılan pencerelerde.
Ve uzun bir uyum süreci. Ama hep çalıştılar. Hep bir kap sıcak çorba, hep bir küçücük sığınılacak mekan. Hep azla yetinme. "Azıcık aşım, kaygısız başım". Hoşgörü, sağduyu.
3. nesil daha şanslı elbette. Onları bekleyen aydınlık bir gelecek. Ama... Yüreklerde hep aynı sevgi, aynı heyecan. Kalplerde çarpan Türk bayrağının alı, beyazı.
Canlarımız Onlar. Büyük çilelerin, mücadelelerin insanları.
Şiirlere, şarkılara, hikaye ve romanlara konu oldular.
Tiyatroda, sinemada yaşadık Onların bitmeyen dramlarını.
Anılar, bitmeyen anılar. Zaman zaman Ulu Önder Atatürk’le kesişen anılar.
Çok eskilere... Çok uzaklara bir yolculuk bu...
Bazen "Yakınımızdaki uzaklar"a... Rumeli’ye.
Bazen... Nice heyecanların, arayışların Vardar Ovası’na...
"Vardar Ovası, Vardar Ovası... Kazanamadım başlık parası..."
Bazen umut...
"Alişimin kaşları kara..."
Osman Paşa destanı. Mücadele, özgürlük...
"Tuna nehri akmam diyor..."
Daha nice haykırışlar, seslenişler...
Ve kitaplara konu olan dramlar... Ayrılıklar, koparılışlar...
Yüzyıllardır yaşadığınız toprakları, evinizi, barkınızı, bağınızı, bahçenizi, hayvanlarınızı, atalarınızın mezarlarını bırakıp gittiğinizi düşünün. Bir anda...
Bir emir bu! Ne yapılabilir? Ne değişir?
Çünkü... Bu emir uluslararası antlaşmaların gereği...
Yerlerinden, yurtlarından, ocaklarından olan insanlar. Acı, hüzün, zorluk.
Yaşamın dikenli yolları. 1923 yılında 500 bin Türk’le 1,5 milyon Rum’un mübadelesi.
Çekilen sıkıntılar. Kayıplar, acılar, sancılar.
Bir dönemin sosyal ve iktisadi yönleriyle yaşanmışlıkları.
Elbette tarihe tanıklık. Bazı olaylardan ders çıkarma.
Bugün Balkanlar’dan Türkiye’ye gelen Rumeli muhaciri ve mübadili olanların çocuklarının sayısı milyonları buluyor. Hala anılar taze. Acılar da.
Hikayeler, olaylar... Öyle çok ki. Ve bazılarına inanması... Öyle zor ki!
Kişisel sorunlar, kavgalar, acılar, çatışmalar... Bunlar unutulabilir.
Zaman her şeyin ilacı ya!
Ama... Milli mücadeleler... Kurtuluş savaşları...
Ödenen bedeller... Kanla sulanan topraklar...
Bütün milleti ilgilendiren değerler. Varlığımızla, korumamız gerekli şeylerle eş anlamlı...
Öğrenmemiz, bilmemiz gerekli... Milli hafızamızı doldurmamız...
Çünkü... Bizi biz yapan olgular bunlar. Varlığımızın temel taşı.
Evet, Onlar mübadiller. "Canlarımız, kanlarımız".
Ulusal bütünlüğümüzün "temel harçları".
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2008
RAKAM çok büyük. 2007 yılında sosyal güvenlik açığı 24 milyar YTL’yi geçti...Delik ki; ne delik! Yara ki; ne yara! "Sosyal güvenlik reformu" içindeki çabalar da...
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu da...
Derde derman olmadı, olamadı...
Zaten bu yüzden kanun uygulanamadı, ertelendi.
Peki çözüm ne? Sancı nasıl giderilebilir?
Sosyal güvenlikte esas reform; kayıt dışı çalışanların sisteme dahil edilmesinden geçmekte. Böylece hem sistem toplanan fonlar ile sürdürülebilir bir yapıya kavuşur, hem de yurttaşlarımız sosyal güvenlikli bir geleceğe koşar...
Çözüm bu da; zor.
Ama... Yapılacak şeyler de var... Sistemi işletici, rahatlatıcı ve geliştirici...
Örneğin; eski bir yasa... 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu ve Kimlik Bildirme Kanununun Uygulanması İle İlgili Yönetmelik...
Kayıtdışı istihdamı kayda almamız için bize ciddi bir dayanak.
Nasıl olur?
Sigortasız işçilerden / çalıştırılanlardan Kurumun haberdar olmasının mekanizmasını kurmayı tasarladığımız önerimizde, teftiş ve denetim faaliyetlerinden bağımsız bir biçimde, devlette belge kaybolmaz prensibine uygun olarak başka bir kamu kuruluşundaki / resmi kuruluştaki sigortalı tesciline uygun bilgi ve belgelerin belirli periyotlarla Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) gönderilmesi sağlanabilir...
Çapraz kontrolle otokontrol tesis edilebilir... Zor gibi görülse de kolay...
Kolay gibi görülse de emek işi... Sosyal güvenlik de öyle bir şey zaten.
Kimlik Bildirme Kanunu ve İlgili Yönetmelik hükümleri çerçevesince işverenin; işyerlerinde çalıştırdıkları işçilere ait kimlik bildirme belgeleri kolluk kuvvetlerince belirli periyotlarla ilgili SGK İl Müdürlüğü’ne gönderilirse...
Ciddi bir adım atılmış olur...
Bu bilgilere dayalı olarak Kurum gerekli kontrolleri yapar ve sigortasız çalıştırılanları kayda alabilir.
Bu konuda hazırlanan raporlar; yaklaşık 7 milyon kişinin kayıt altına alınması halinde; asgari ücret üzerinden bile, vergi, sigorta primi ve işsizlik sigortası primi olarak devletin (Maliye, SGK, İŞKUR’un) brüt, yıllık asgari 20 - 21 milyar YTL gelir elde edebileceğini ortaya koyuyor.
Az değil bu. Sistemi rahatlatır, iyileştirir, hatta...
Sigorta primlerinde indirime gitme yönlü bir politika seçeneği dahi gündeme gelebilir.
Neden olmasın?
Çağdaş ülkelerde, işleyen sistemlerde bu var. Bizde ise, verenden daha çok al...
Yüklen, işini bitir! Artık sosyal güvenlik sisteminde "iyileştirici" yaklaşımları gündeme alma zamanı.
İktidar kim olursa olsun...
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2008
"Beyaz Melek" toplumdaki önemli bir yaraya parmak bastı. Yaşlılara daha çok sevgi ve saygı... <br><br>Devletin himayesi, özeni... Eğitimde bu anlamda yenileşme...
Kültürde, sağlıkta ciddi atılımlar...
Bir film bile bir çok anlamda bakış açımızı değiştirdi.
Geçici bir süre için de olsa!...
Bazı sorunların tartışılması bile güzel.
İşte buradan yola çıkarak bir başka yaraya değinmek istiyorum:
Sahipsiz çocuklar.
Bir bölümü devlet yuvalarında, bir bölümü sokaklarda...
Olumsuzluğun, sorunun tam göbeğinde...
Sokaktaki sahipsiz çocuklar için özel politikalar üretilmesi gerekliliği ortada.
Yani... Konu; ne tam devletin, ne yerel yönetimlerin.
İşbirliği içinde.
Ve sivil toplum örgütlerinin tam sinerjisini de arkaya alarak...
Yoksa... Çözüm; zor.
Bu konuda öyle duyarlı sivil toplum örgütleri var ki...
El ele verilse... Onlara biraz maddi olanak yaratılsa...
Bir çok sorun aşılacak.
Olayın bir başka boyutu; Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaki çocuklar.
Devletin olanakları çerçevesinde koruma, kollama.
Eğitim, altyapı, sağlık... Ve geleceğe hazırlama...
Kimse kendini aldatmasın; bu konuda tam başarı yok.
Bu yılların sorunu. Gelecekte de olacak.
Ancak... Benim son dönemlerde dikkatimi çeken, önemli bir gelişme.
Devletin bu konudaki duyarlılığının artması.
Çocukların aydınlık bir geleceğe koşması için aralanan yeni pencereler.
Bunlardan biri de "profesyonel koruyucu aile uygulaması".
Bir süredir deneniyor.
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun bu anlamdaki atılımları olumlu.
Şov yapmadan, soruna eğilerek ve çözüm bularak çalışıyor.
Halk tipi, ama profesyonelce bir çalışma desem!
Evet öyle!
Koruyucu aile uygulaması; sahipsiz çocukların sıcak bir yuvaya kavuşmaları demek.
Farklı bir aile ortamı. Yuva sıcaklığı. Sosyal ilişkilerde açılım.
Yani... Bir mutluluk penceresi... Yani... Bu çocukların yitip gitmesinin... Belki de yanlış ortamlara sürüklenmesinin önlenmesi... Bir ölçüde...
Bir çocuğun kurtulması, topluma kazandırılması bile geleceğimiz adına önemli bir adım.
Şimdi bu çabalar "profesyonellik"le geliştiriliyor.
Yani... Devlet koruyucu ailelere ekonomik katkı yapıyor.
Bu konuda da il özel idareleri ve valiler devrede.
Ne güzel!
250 - 500 YTL katkı konulan ailelerin birlikte bir yaşamı paylaştıkları çocuklara yeni olanaklar sundukları kesin.
Yani... Mutluluk ve refahı arttırma çabaları...
Bunların hepsi; geleceğimiz için. Mutlu bir gelecek.
Ulu Önder Atatürk’ün büyük önem verdiği gençlerin çağdaş, eğitimli ve donanımlı olarak önemli hizmetler yaptığı bir Türkiye!
Bunun için de koruyucu aile uygulamasına destek vermekte yarar var.
Olanağı olanlar, devletin gösterdiği kriterlere uyanlar neden bir çocuğa sıcak yuva sağlamasın? Aile sevgisi?
Bu güzel bir gelecek için de atılan güzel tohumlar değil mi?
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2008
2008’in mali yaşama getirdiği yeniliklerden biri de; KDV indirimi. Özellikle de gıda da.
Yüzde 18’den yüzde 8’e.
Bunun bir anlamı da; yaşamın ucuzlaması.
Öyle değil mi?
Yani... Yüzde 10’luk bir ucuzluk.
Bütçelerde yüzde 10 oranında bir ferahlama.
Bir milyar lira dolayındaki bir bütçe ile geçinen insanlar için ciddi bir rahatlama.
100 YTL’lik artı.
Peki gören var mı? Bilen var mı bu ucuzluğu?
Yani... Ucuzluk da... Tabi uygulanırsa...
Lafı dolandırmadan söyleyeyim: KDV’deki indirim vatandaşa yansımadı.
Çok sayıda fişi inceledim, birçok yurttaşla görüştüm, çıktım alışveriş yaptım.
KDV’de indirim filan yok.
Devletin vatandaşa jesti; piyasaya yüzde 10’luk zam olmuş!
Yani... Eski hamam, eski tas!
Beklenti bu muydu? Böyle mi olmalıydı?
KDV’deki yüzde 10 indirim piyasaya bir ucuzluk olarak yansımalıydı!
Olmadı!
Maliye Bakanlığı yetkilileri ile de konuştum.
Vatandaştan da bana çok sayıda telefon, mail ve mektupla ulaşan sıkıntıyı ilettim.
Yanıt net:
"Bize de aynı şikayetler yansıdı. Ama bunun takibi olamıyor".
Olamıyor mu?
Nasıl olur böyle bir şey?
Devletin bu konuda işleteceği bir mekanizma olmaz mı?
Peki bu ne demek?
O zaman KDV indirimi neye yaradı?
Niye yapıldı?
Şaşırtıcı bir gelişme. Ama; maalesef böyle!
Bir umut olarak 2008’e taşınan KDV indirimi, işletmelerde aynen uygulanan fiyat politikası olarak gözler önünde.
Üstelik bu konuda eller kollar da bağlı!
İsterseniz; şikayeti deneyin!
Yüzde 10 KDV indirimi, yüzde 10 zam.
İşin Türkçesi bu!
Sokakta yoğun tepkiler var.
Aslında bu seslere kulak vermek gerek.
Çünkü... Bu yaşananların kimseye bir yararı yok!
Aksine... Gereksiz çatışmalar... Devlete sarsılan güven...
Piyasada KDV indirimi ile bir açılma bekleyen dürüst esnafın yaşadığı darbe!
Evet; dürüst esnaf ve işyeri sahipleri de gelişmelerden rahatsız.
Yani... Dürüstle "durumdan vazife çıkaranın" aynı kefeye konması!
Olmaz... Olmamalı...
Peki yapılacak bir şey var mı?
Yetkililere göre; "yok".
Ama... Benim yapacağım bir şey var. Kendi çapımda.
KDV indirimini yapan işyeri ve şirketleri açıklamak.
Olanaklarım çerçevesinde.
Halkın bu insanları ve işyerlerini bilmesini sağlamak.
Hep şikayetçi oluruz ya; kimse üzerine düşeni yapmıyor diye!
Benim yapabileceğim bu!
Belki... Belki... Ciddi sivil toplum örgütleri de bu konuya el atar.
El atar da... Halkın aldatılması önlenmiş olur!
Ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2008
EXPO yolunda umut dolu bir yolculuk sergileyen İzmir’e yakışmayan bazı görüntüler herkesi üzüyor.<br><br>Neler mi? Körfez kirliliği, molozlar, gökyüzünü saran duman... Bunlar öyle boş verilecek konular da değil yani!
İnanın; herkesin dilinde...
Ve halk bu konularda çözüm istiyor.
Gelin teker teker irdeleyelim:
Körfezdeki kirlilik: Önceki gün herkes şok oldu. Bir fabrikanın yarattığı kirlilik mi? Yoksa bir gemiden mi boşaldı? Ya da... Fiziksel bir değişim mi?
Ne olursa olsun; böyle bir şeyi kabullenmek mümkün değil.
Kim yaptı, nasıl yaptı?
Bu sorular değil önemli olan.
Kirlilik neden? Ve nasıl bir yaptırım uygulanacak?
Yani... Her şeyi unutacak mıyız? Bir suistimal varsa yapanın yanına kar mı kalacak?
Yoksa hesap sorulacak mı?
Yani... Yerel yöneticiler bu konuda duyarlı mı?
Yoksa... Yine kulakların üzerine mi yatılacak?
Herkes kirlilik kötü diyor da... Nedeni, nasılı ve yaptırımı tartışılmıyor?
Olmaz böyle şey!
Bu olay bir an önce açıklanmalı. Bir kirletici varsa; bir an önce yaptırım uygulanmalı.
Gelelim; molozlara...
Kentin birçok yerinde moloz kirliliği var.
Kamyona pisliği dolduran istediği yere boşaltıyor!
Böyle bir sorumsuzluk.
Hesap soran yok, takip eden yok!
Sadece yerel yönetimlere mi kesmek lazım bu faturayı?
Yurttaşlar olarak biz de biraz duyarsız değil miyiz?
Görünce böyle bir olayı kaçımız ihbar ediyor?
Kaçımız plaka alıyor?
Peki hangi sivil toplum örgütleri bu konuda halkın yardımcısı?
Hangileri gerçek anlamda çevre dostu?
Evet; bu soruların yanıtı da "ortada".
Yazık!
Ve bir başka sorun; hava kirliliği.
Yetkililer, her ne kadar "Tehlike yok" dese de, görünen köy kılavuz istemez.
Şiirdeki gibi; "Havada keskin bir kömür kokusu".
Baskın bir kirlilik!
Nedeni açık; kalitesiz kömür. Bacalardan kente yayılan zehir.
Birçok yerde.
Konak Meydanı’nda dursan, havaya baksan, onlarcasını göreceksin, ama...
Kenti düşünen kim?
Birilerinden kent adına hesap soracaklar nerede?
Hani insanın "İzmir sahipsiz mi?" yorumlarına katılmaması içten değil doğrusu!
Yazık ki, ne yazık!
Yakalarına yapışmak gerek kenti kirletenlerin...
Çocuklarımızın geleceği, sağlığımız ile oynayanların...
Ama... Nerde!...
Yazık oluyor! Gerçekten yazık!
İzmir sahipsiz değil!
Ve birileri bunu göstermek zorunda. Onlar taşın altına elini sokmuyorsa...
İzmirli sesini daha yüksek çıkarmalı...
Yoksa... Kent elden gidiyor...
Laf - söz de yetmiyor kurtarmaya!
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2008
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "Yerel seçimlerde hedefim İzmir" söyleminden sonra bu konudaki gelişmeler de hız kazandı kuşkusuz. Bir yandan partilerde iç düzenlemeler, bir yandan da adaylık hazırlıkları.
Elbette bu güzel kentin gelişmesi, büyümesi ve güzelleşmesi için planlar yapılacak.
Bu konuda birikim ve deneyim sahibi bir takım insanlar isteklerini ortaya koyacak.
Ama... İşin bir de "Ama"sı var maalesef.
İzmir’in daha ileri gitmesi için bu kente gerek Büyükşehir Belediye Başkanı, gerekse ilçe belediye başkanı olarak katkı koymak isteyen kişilerin geçmişleri de çok önemli tabi ki.
Yani... Bugüne dek ne yaptıkları...
Nasıl bir çizgi çizdikleri...
Geçen hafta Hürriyet Ege’nin açıkladığı anket, aslında İzmir halkının isteklerini de net bir şekilde ortaya koydu.
"Çalışkan ve dürüst".
Yani... İşini bilen, vizyon sahibi...
Aynı zamanda "geçmişi tertemiz".
Yani davaları, mahkemeleri olmayan...
Görev yaptıkları kurumlarda adları şaibeye karışmamış kişiler.
Oysa daha şimdiden bir aday furyası...
Öyle isimler var ki; "pes" yani dedirtiyor...
Bu ne yüzsüzlük!
Bu ne fütursuzluk!
Ama... Oluyor... Oluyor işte!
Umarım halkın sağduyu tokadı işliyordur!
Yoksa... İzmir’in işi yine zor...
Çok zor...
Kıstas belli: İşine gücünde başarılı, plan - proje sahibi...
Ama bir o kadar da güvenilir insanlar...
Bunu bulmak o kadar zor mu?
Şu İnönü’nün hep sözünü ettiği "namuslular" ne zaman daha güçlü olacak?
Ne zaman gerektiği gibi ses verecek?
Bu kez İzmir için...
İzmir’in geleceği için.
Sadece İzmir mi?
Ege’nin tüm illeri için geçerli değil mi bunlar?
Çalışkan, başarılı, ama namuslu insanlar...
Bunların adaylığı ile demokrasi şenliği yaşayan kentler...
Namussuz ve şerefsizlerin esamesinin okunmadığı seçim süreci?
Hayali bile güzel!
Aslında yapılacak o kadar basit ki!
Bir küçük sorucuk:
"Kimsin? Bugüne kadar ne yaptın?".
Bu sorulara kolaylıkla yanıt verenlere gönül kapımız açık...
Ama... Eveleyip geveleyenlere...
Laf-söz ve palavra edebiyatı yapanlara...
Ceğiz, cağız diye atıp tutanlara...
Onlara ne denmesi gerektiği de belli:
"Hadi ordan".
Güzel ve aydınlık yarınlar için...
Yazının Devamını Oku 9 Ocak 2008
İZMİR’de temel dinamikler hareketli. Kent halkı artık ne istediğini biliyor.
Yani... Lafla peynir gemisi yürütme devri kapanıyor.
Kim ne yapacak? Nasıl yapacak? Daha yoğun bir şekilde irdeleniyor.
Ve kent için söz söyleyenlerin geçmişleri...
Yaptıkları, icraatları...
Bunlar sadece İzmir için değil, demokrasi için de bir şans.
Eğri oturup doğru konuşalım:
İzmir, son yıllarda özellikle geleceğe dönük projeleriyle öne çıkıyor. Kentte, ulaşımdan çevre yatırımlarına, turizmden kültür-sanata ve fuarcılığa kadar uzanan farklı alanlarda önemli projeler gerçekleştiriliyor. Peşpeşe açılan yeni oteller, kentteki hareketliliğin en somut göstergelerinden birisi.
İzmir’deki bu hareket, düzenlendiği ülkelerde 30-40 milyon insanın ziyaret ettiği bir dünya sergisi olan EXPO 2015’e adaylık ile birlikte giderek daha büyük bir ivme kazandı.
Türkiye’nin batıya açılan penceresi İzmir, yeniden ulusal gündemdeki yerini almaya başladı.
İşte bu noktada; İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nden, kentin görüntüsünü değiştirecek yeni imar planı geçti...
Yeni İzmir, Alsancak Limanı ile Bayraklı - Turan arasında planlanacak.
Kimilerine göre bu bölge "İzmir’in Manhattan’ı" olacak.
Dikey yapılanmaya uygun imarı ile İzmir’i değiştirecek Yeni İzmir Projesi sayesinde kente yeni yatırımlar da gelecek.
Tabi bu çerçevede büyük istihdam sağlayan sektörlerin başında gelen turizm ve hizmet sektörü de bölgede hayat bulacak.
Ve hiç kuşku yok ki; milyarlarca dolar yatırım yapılacak.
Tabi her zaman ki "istemezükçüler" tadımızı kaçırmazsa...
Daha şimdiden bazı arsa sahipleri yatırım için arayış içine girdi.
Otel, iş ve alışveriş merkezi yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcılar var.
Yeni Nazım İmar Planı ile kentin geleceği de şekillendirildi.
Yeni imar planıyla da artık İzmir’e gelen yatırımcı, nereye ne yapacağını bilecek.
Bunlar önemli gelişmeler.
Ne yapacağını bilmek?
Nasıl yapacağını bilmek?
Nerede yapacağını bilmek?
Yeni İzmir Projesi sayesinde İzmir’de geleceğe umutla bakılacak.
Katkı koyanlara ne mutlu!
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2008
Sorun yaratmakta üstümüze yok. Hani bir şeyler olsa da... Kazan bir kaynasa... Türk - Yunan ilişkilerinin geldiği olumlu nokta ortada.
Gelişme devam ediyor.
Ticaret hacmi hızla büyüyor.
Ve bu büyüme iki ülkeye de yarıyor.
Ayrıca... Sosyal ve kültürel ilişkilerde olumlu yönde gelişme içinde.
İki ülke neredeyse "etle tırnak gibi"...
Ama... Bunlardan rahatsız olanlar da var tabi.
Yani... Eskiden küçük provokasyonlarla büyük sorunlar yaratanlar...
Ve o doğan karmaşadan siyasi rant çıkartmak isteyenler...
Bu tipler her zaman olacak.
Ama... Barış ve sevgi her zaman ağır basacak; inanın.
Şimdi neden bunları söylüyorum:
Bir süredir yine bir Kardak krizi çabaları.
Bu kez Çipura nedeniyle.
Ben kendimi bildim bileli (serde biraz denizcilik, balıkçılık var da...) Kardak çevresi balıklar için önemli bir yumurtlama merkezidir.
En çok da Ege’nin en güzel balığı çipuralar için. Çipuralar akın akın bu yöreye gelir, yumurtlar.
Şimdi o dönemi yaşıyoruz.
Ancak bu yıl balıkçı sayısında artış var.
Yani... Amaç; daha çok balık avlamak.
Hal böyle olunca da iş biraz abartıldı.
Derken devreye askerler girdi.
Yani... Sahil koruma...
Bazıları(!) işi biraz fazla abartınca da "yapay bir gerginlik" doğdu.
Vay; karasuları ihlali!
Vay taciz!
Aslında Yunan askeri botları biraz dikkatli olsa bir sorun yok...
Ama... Onlarda da özensizler, dikkatsizler var; maalesef.
Ancak... Türkiye yine olgundu.
Türk askeri şovdan kaçındı.
Bu yaklaşım; dört dörtlük.
Zaten ortada bir sorun yok. Sorun; balıkçıların çoğalması.
Sağa sola fazla yayılması.
"Daha çok balık için" birbirini ispiyon etmesi;
"Yahu bunlar bizim karasularımıza girdi".
En çok Bodrumlu, en çok Kalimnoslu balıkçılar orada.
Bodrum Gümüşlük beldesi Belediye Başkanı Mehmet Ülküm ile konuştum.
Deneyimli Başkan en güzel lafı etti:
"Kimse bizi yanlış işlere alet etmesin. Politikaya alet etmesin. Bizim felsefemiz, kardeşlik, barış".
Hay ağzına sağlık Başkan...
Dedim ya; neredeyse bir bardak suda fırtına.
Bir bardak suda "bir ton Kardak".
Bunlar da aşılacak.
İki ülke insanı da sağduyulu. Akıllı. Oyunlara gelmeme konusunda da eskiye oranla daha kararlı.
Ama... Benim korkum başka!
Bu işleri fazla abartırsak olanlar "canım çipuralar"a olacak.
Yanlış avlanma... Yoğun hareket nedeniyle onları bölgeden kaçırma...
Sonu belli bir senaryo; çipuralar azalacak.
Çünkü... Yumurtlama dönemi yanlış değerlendirilecek.
Bu avlanma tantanası çipuralara zarar verecek.
Ondan sonra da, gelecek yıl dövüneceğiz:
"Ahh, ahh, çipuralara ne oldu?".
Lütfen beyler!
Biraz akıl ve mantık.
Bırakalım; güzel dostlarımız huzur içinde yumurtlasın...
Yazının Devamını Oku