Hakan Tartan

Sezen Aksu’dan Makber’i dinlediniz?

29 Haziran 2008
Sezen Aksu, bir ekol. Farklı, değişik.

Sanatın 7 rengi.

Ses, yorum, şov.

Halkla ilişkiler, müthiş bir enerji.

Onun için her konseri ayrı bir keyif.

Onun için her CD’si heyecan konusu.

Yeni CD’si çıktı, çok güzel.

Hele İzmir şarkıları.

İzmir’in kızları özellikle:

"İzmir’in kızları bir elinde de cımbızları / Dişidir, anadır, efedir gidinin tatlı huysuzları / Çıktılar mıydı ipek çoraplarla kordon boyuna / Savaşta da, aşkta da esaslıdır kadın duruşları / Hiçbir topuk tıkırtısı bu kadar / Davetkar çalamaz / Bir göz vuruşuyla yerle bir eder / Böyle bir şey olamaz / Körfezin yakamozu, yıldızı / Keskin tuzu tadında / Parfümü meltem / Yasemenler açar balkonunda / İzmir’in kızları / Korku yok kitabında / Çal bre bir harmandalı / Delikanlı makamında..."

Bu yaz İzmir’in kızları epey düşman çatlatacak!

Barlar, cafeler, diskolar için yazın HİT parçası.

Fıkır fıkır.

Ve Sezen Aksu geçen hafta ilk konserini İzmir’de verdi.

Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda.

Binlerce seveni ile buluştu, ilk konser torpilini de İzmir’e yaptı, "Eee, o kadar da olacak tabii" diyerek.

2 saat boyunca büyük keyif yaşadı Açıkhava Tiyatrosu’nu dolduranlar.

Ve Sezen esprileri.

Sahnede bir DİVA.

"Minik serçe" ama seyirci ile bütünleşince bir DEV.

O ne güzel yorumlardı yine...

Hiç değişmiyor.

Şarkılarını herkes söylüyor, ama o başka... Bambaşka...

78 kuşağı denilen "orta ayar", "yarı arada derede" bir kuşak onun şarkıları ile büyümedi mi? Ya yani kuşaklar yine onun şarkıları ile tatmıyor mu aşkı, özlemi?

Zaman zaman ayrılığı, çaresizliği, umutsuzluğu... Ama hep coşkulu bir sevgi... Hep tutku... Hep farklılık...

Sevginin renkleri ile yakamozlu sevişmeler... Ve Sezen esprileri.

Meğer Göztepe sahillerinde bir dönem esen "Makber" rüzgarı çıtı pıtı, 16 - 17’lik Sezen’in rüzgarı değil miymiş?

"Annem babam sinemaya gittiler mi, çıkardım balkona, bildiğim tüm şarkılar. Evin altında, mahallede insanlar toplanırdı. Benim şarkılarımı dinlerlerdi. Benim için ne büyük mutluluk. Dinleyicinin olması. Yine bir gün annemler sinemaya gitti. Ben çıktım balkona, Makber’i söylüyorum, Göztepe dinliyor. Makber mi, Yarab diyerek... Bizimkiler sinemada ya, ne gezer. Meğer bilet bulamamışlar, eve dönmüşler. Bir baktım, hemen yanı başımda babam: Kızım evi Akasyalar Çay Bahçesi’ne çevirmişsin diyor. Ben ne oldum? Korkudan altıma kaçırdım tabii..."

Böylesine doğal, böylesine esprili...

Sezen Aksu İzmir’in rengi.

İzmir’in sevgi, kültür, sanat anıtı!

Zaten ona gösterilen sevgi de bunun kanıtı.Ne güzel. Ne anlamlı...

Cahit Kulebi şiirinde, "İzmir’in denizi kız / Kızı deniz / Sokakları hem kız hem deniz kokar" der

Şimdi Sezen, İzmir’in kızlarına şarkı yaptı.

Aslında şarkı da, roman da, sevgi de, renkte o.Sezen Aksu.
Yazının Devamını Oku

Kayıtsız çalışmayı önleme adımı...

25 Haziran 2008
Bir süre önce dile getirmiştim.Bazı somut şeyleri ortaya koymak ve çözüm beklemek hakkımız. Sevmediğim; sadece "cek-cak" yapanlar...

Akıl verenler, büyük büyük konuşanlar...

Ama... Hiç bir şey yapmayanlar...

Sadece eleştirenler...

Oysa ihtiyacımız; çözüm.

Sorunların çözülmesi.

Türkiye aydınlık bir geleceğe ancak böyle koşabilir.

Geçenlerde "Sosyal Güvenlik açıkları çözülür mü?" başlıklı bir yazı yazdım.

Öneriler dile getirdim.

Geçmişte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapmış bir kişi olarak deneyimlerimi aktardım.

Ankara’da bir toplantıda bu görüşlerimi, şimdiki Bakan Faruk Çelik’e de ilettim.

Önerilerimi yetkililere duyurdum.

Ne oldu?

Olumlu sonuç verdi.

Yani... Salt eleştirmek değil, çözüme katkı koymak.

Bunun mutluluğunu yaşıyorum.

Ne demiştim:

"Sigortasız işçilerden/çalıştırılanlardan Kurumun haberdar olmasının mekanizmasını kurmayı tasarladığımız önerimizde, teftiş ve denetim faaliyetlerinden bağımsız bir biçimde, devlette belge kaybolmaz prensibine uygun olarak başka bir kamu kuruluşundaki/resmi kuruluştaki sigortalı tesciline uygun bilgi ve belgelerin belirli periyotlarla Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) gönderilmesi sağlanabilir..."

Ne oldu?

Önerim karşılığını buldu.

Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5763 sayılı Kanun ile 1774 sayılı Kanuna ek 2. madde eklendi. Maddede aynen şöyle denildi:

"EK MADDE 2 - Bu Kanunun 4’üncü ve 6’ncı maddeleri gereğince verilen sürekli veya geçici olarak çalışanlara ait kimlik bilgileri, genel kolluk kuvvetlerince ilgili Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı il müdürlükleri veya merkez müdürlüklerine bildirilir."

Öneri yasallaştı.

Geriye ne kaldı?

Uygulayıcıların bu konuya gereken önemi vermesi.

Üzerinde durması.

Bu yolla birçok kayıtsız çalışan kayıt altına alınacak.

Böylelikle devlet kazanacak.

Birçok insan sigortalı olacak.

Ne güzel değil mi?
Yazının Devamını Oku

Polonya rüzgarı İzmir ve Ege’den eserse...

22 Haziran 2008
GEÇENLERDE bir Polonya heyeti İzmir’de temaslarda bulundu. Görüşmeler, ekonomik ve kültürel ağırlıkta idi. Doğal olanı da bu.

Aslında sık sık çeşitli heyetlerin temasları oluyor elbette İzmir’le.

Çünkü... İzmir ve Ege bir güç.

Ciddi bir potansiyel.

Önemli artıları da var.

Ama... Polonya heyetinin gezisi ile birlikte belki de fazlaca bilmediğimiz bazı gerçekler de ortaya çıktı.

İzmir Ticaret Odası’nda Ekrem Demirtaş ve Akın Kazançoğlu’nun sıcak ev sahipliğinde hoş sohbetler gerçekleşti.

Polonya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, 3 milyar dolar düzeyinde.

Son 5 yılda neredeyse 5 kat artmış.

Aslında daha geniş bir potansiyel de var. Ve sürekli gelişen bir hacim.

Özellikle inşaat, demir-çelik, lojistik, taşımacılık, deniz nakliyat, turizm, madencilik, gıda, zeytinyağı alanlarında ciddi gelişmeler sağlanabilir.

Hedef; önümüzdeki yıllarda ticaret hacmini ikiye katlamak.

Sonrasında da 10 milyar dolar.

Neden olmasın?

Polonya zengin kültürü, sıcakkanlı insanları, güzel doğası ve altyapısı ile ayrıcalıklı bir ülke.

Üstelik Türkiye ile de hep sıcak bağlar olmuş.

Şimdi gelelim; bilmediğimiz hoş ayrıntılara.

Polonya’da birçok üniversitede Türkoloji Kürsüsü var.

Ve gençler önemli bir tarihsel ve kültürel birikime sahip ülkemizi derinliğine tanımak istiyorlar.

Bu yüzden de Türkoloji kürsülerine ilgi büyüyor. Peki biz bu kürsülerden mezun gençlere yeterince el uzatıyor muyuz?

Maalesef; hayır.

Polonya; ulu önder Atatürk’ün küllerinden yarattığı Türkiye Cumhuriyeti’ni ikinci tanıyan ülke.

O dönem için önemli bir gelişme bu.

Ciddi bir katkı!

Peki kaç kişi biliyor?

O yüzden Ankara’da güzel bir yerde Polonya elçiliği.

Atatürk’ün özel jesti ile...

Böyle dost ve yakın bize Polonya.

Sonra... 2014 Türk-Polonya ilişkilerinin 600. yılı.

Bu anlamda iki tarafta da hazırlıklar var.

Bu 600. yılın görkemli kutlanması için.

Özellikle Ege ve İzmir’den Polonya’ya başta gıda olmak üzere büyük miktarlarda ihracat yapılabilir.

Turizmde ve eğitimde işbirliği de...

Örneğin; Varşova Üniversitesi.

Kaliteli ve deneyimli öğretim kadrosu ile bilimsel işbirliğinde önemli bir fırsat.

Ve gençler arası değişim programları...

Kültürel anlamda katkı koyacağımız öyle şeyler var ki...

Ve turizm.

Polonya’dan Türkiye’ye ve özellikle de Ege kıyılarına çok sayıda turisti çekebiliriz.

Güneş, deniz, eğlence, sağlık ve spor.

Ege ve İzmir bunları bol bol sunmuyor mu? O zaman...

Artık dar kalıplardan sıyrılıp yeni yeni pazarlara açılmakta yarar var.

Sonra... AB Sürecinde bize en içten ve yakın desteği Polonya vermiyor mu?

Bunu da bilmek ve görmek gerek...

Polonya’nın güzel insanlarını keşfetme, Türk insanı ile Polonya’yı buluşturma zamanı...

İlişkilerin 600. yılını beklemeden hem de...
Yazının Devamını Oku

Eller giderken aya biz kalmayalım yaya

18 Haziran 2008
LONDRA - Dünya öyle hızlı bir değişim içinde ki...<br><br>Sadece teknoloji, altyapı, bilim, kültür, sanat mı? Kentler de bir yarış içinde...

Müthiş bir yarış hem de...

Kim ne yapacak? Hangi yatırımlar?

Hangi gelişmeler?

Nasıl ve ne amaçlı bölgesel planlamalar?

Kentsel değişim projeleri?

Kentlerin artı değerlerini öne çıkarıcı, özelliklerini ekonomik ve sosyal gelişmişlik anlamında değerlendirici yaklaşımlar...

Dedim ya; büyük bir yarış.

Hangi kent daha ileri gidecek?

Kim, hangi yatırımı, nasıl çekecek?

Ve sonuç; hangi kent daha gelişmiş olacak?

Daha zengin? Mutlu, huzurlu...

O yüzden de bu yarış hep devam edecek. Birçok alanda...

Kıyasıya... Yoğun...

Her gün, her ay... Her platformda...

Londra’da bir dizi önemli toplantılar gerçekleşti. Bir tanesi de Dünya Doğrudan Yatırım Forumu.

Önemi şu; birçok ülke ve kent, yatırım çekebilmek için bu platformu kullanıyor.

Tanıtımını yapıyor, avantajlarını ortaya koyuyor, ne alanda ne gücü olduğunu sergiliyor.

Ve sonra karşılıkla yaklaşımlar.

Yani... Yatırım alışverişi... Ticaret, işbirliği, teknoloji transferi...

Ama... Bu anlamda iyi bir noktada mıyız?

Maalesef; hayır.

Bu toplantılarda Türk bayrağının olması bile önemli.

Afrika’dan, başka kıtalardan öyle ülkeler var ki...

Üç kez Türkiye temsil edilmiş bu toplantılarda.

Birinde Sabancı Holding, diğerinde Şişecam ve son olarak da İzmir Ticaret Odası kanalı ile...

Oysa... Bu platform akılcı kullanılmalı.

İzmir için, Ege için neler yapılabileceği doğru tasarlanıp ortaya konmalı...

Birçok yönetici, ülke temsilcisi, yatırımcı ile konuşma olanağı buldum.

Bu toplantıların yerel gelişmişlik anlamında da, yerel yönetimlerin açılımları konusunda da ciddi katkıları var.

Örneğin; "dünya yerel yönetimlerde neyi tartışıyor" sorusuna kapsamlı yanıtlar almak mümkün.

Yani... Gelişme oluyor da... Nasıl?

Ne yapılacak?

Bir özel kuruluşun dünya ekonomileri konusunda yaptığı değerlendirmede, İzmir ekonomisi dünya kent ekonomileri arasında 117. sırada.

İzmir gibi bir kent için yeterli mi bu sonuç?

Yani... İlk 100’de bile olamamak...

İlk Uluslararası Fuarın kurulduğu, Türkiye’nin ihracat ve ithalat merkezi bir kent... Ege’nin incisi...

Çağdaş, gelişmiş, her anlamda yüksek potansiyele sahip...

Ama... 117 sırada...

İşte o zaman "dünya kentleri ne yapıyor?" sorusu önem kazanıyor.

Yani... Nasıl gelişiyorlar?

Ne tür atılımlar içindeler?

Dünyayı takip ettiğinizde "Herkes gider aya, biz kalırız yaya" değerlendirmesinin aslında çok da havada kalmadığını anlıyorsunuz...

Yarın: KENTSEL RÖNESANS
Yazının Devamını Oku

Çevre konusunda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

11 Haziran 2008
Uzun süreden beri konuşuluyordu da... Bir türlü imzalanmadı.<br><br>İmzalanamadı. Bu konuda Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun ciddi katkıları olduğu biliniyor.

Elbette zor bir süreç.

Çünkü... KYOTO protokolü ile beklenenlerin gerisinde Türkiye.

Bu bir gerçek.

Ama... Eksikler tamamlanamaz mı?

KYOTO Protokolü yaşama geçirilemez mi?

Neden olmasın?

Bu adım Türkiye için önemli.

Çünkü... Çağdaşlaşma anlamında ciddi bir gelişme.

Çevre korunması ve çevre duyarlılığı için önemli bir güvence.

Devletin ilgili birimleri için bir silkinme, derlenip toparlanma şansı.

KYOTO imzalanıyor.

Ege Bölgesi ve İzmir için de çok önemli.

Çünkü... Bu protokolle bölgemizi ilgilendiren öyle gelişmeler olacak ki...

Hangi birini sayayım?

Çevreyi kirleten araçlar...

Termik santraller...

Demir Çelik tesisleri...

Çöp depolamaları, çöplük alanlar...

Bir yeniden yapılanma süreci...

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

İyi de olacak!

Yaptırımlar uygulanacak, çevreyi kirletenler cezalandırılacak. Aslında... Bir anlamda gelecek kuşaklar kurtarılacak!

İsmini Japonya’daki KYOTO kentinden alan bu protokolle ana hatları ile neler olacak, birlikte bakalım mı?

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan diğer 5 gazın salınımını azaltmaya taraf oldular.

Protokol, ülkelerin atmosfere salgıladıkları karbon miktarının 1990’daki düzeye düşürmelerini gerekli kılıyor.

Şimdi bir de KYOTO sonrası nelerin değişeceğini görelim...

Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5’e çekilecek.

Endüstri, motorlu taşıtlar ve ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat düzenlenecek.

Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, güneş enerjisinin önü açılacak.

Ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak. Alternatif enerji kaynaklarına yönelinilecek.

Çimento, demir, çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek.

Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak.

Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler devreye sokulacak.

Nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak, fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak.

Sözün özü; hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Yazının Devamını Oku

Laf söz yetmez, icraat zamanı...

25 Mayıs 2008
Birileri bir oyun oynuyor da... Yer yanlış...

Niye hep İzmir?

Niye hep İzmirli’nin sessizliğine, sakinliğine saldırı?

Sağduyulu, hoşgörülü, sevgi dolu olmak suç mu?

Çağdaş olmak!

Ama... "Artık yeter" deme zamanı...

Her anlamda...

Çünkü... İş işten geçiyor...

Yani... Ağlayıp sızlanma, yakınma zamanı değil...

Tepki verme zamanı... İzmir’in geleceğine müdahale etme, kararlı olma zamanı...

Yoksa... Yine dertlenme...

Yine... Ah, vah...

Eee, sonrası boş!

Sinede yeni bir yare!

Ve yangın... Ve sorunların devamı!

Hiç değilse bu kez, tepkiler daha da güçlü olmalı.

Sesler dolu dolu, yüksek, kararlı...

İzmir için, Ege için!

Geleceğin sağlık turizminin başkenti İzmir için...

Herkes ses vermeli.

THY’nin deneme tahtası olarak kullandığı İzmir’de Anadolu Jet’e tepkiler sürüyor.

Sürüyor da...

Önemli olan; sonuç almak.

Bunun için de kararlılık.

Bu kentin bakanları, milletvekilleri nerede?

Bol keseden atıp hiçbir yaraya derman olmayanlar?

Valisi, belediye başkanı, oda başkanları, sivil toplum örgütleri nerede?

Bir kararlığı net bir şekilde ortaya koyacak insanlara ihtiyacımız yok mu en çok?

CHP’den bir sağduyulu ses geldi.

Ahmet Ersin, İzmir’e yapılan haksızlık konusunda feryat ediyor. Düzelmesi için çaba gösteriyor...

Ama, ya iktidar vekilleri?

Onların bu konuda bir çift sözü yok mu?

Haksızlığa tepkileri?

Düzeltmek için çabaları?

Yoksa... Derin uykuda mıyız?

Bu işte Bakan Binali Yıldırım’ın da bir oyuna getirildiği kesin.

Çünkü... Bu gelişme Bakan’ın politikaları ile de ters.

Acaba Bakan’a bu gelişme aktarıldı mı?

Yoksa... Kış uykusuna devam mı?

Yani... İzmirli vergisini veriyor, devletinin arkasında yürüyor, ihracatını ve yatırımını devam ettiriyor.

Biz ona destek değil de... Köstek mi olalım?

Kimsenin Anadolu Jet’e bir şey dediği yok...

Hava ulaşımını Anadolu illerinde sevdir, cazip kıl!

Ama... İzmir’le oynama!

Burada tepki; seçeneksizliğe, dayatmaya...

Kalitesiz hizmete...

İzmir’in deneme tahtası yapılmasına...

Bu iş ya düzelecek, ya düzelecek...

Üstelik... Yanlışta ısrarın anlamı da yok!

Laflar, sözler...

Cicili, bicili toplantılar...

"Ceğiz, cağız" edebiyatı... Yetmez...

İzmir’e ve Ege’ye yapılan haksızlık ve dayatma bir an önce düzeltilmeli...

Yoksa...

Halk bu yanlışın arkasındaki hesapları da İzmir’i değil de kendilerini düşünenleri de çok iyi biliyor... Anadolu Jet İzmir’de tökezleyecek, ama...

İzmir’e haksızlık yapanları İzmir bir güzel UÇURACAK!

Bu kesin!
Yazının Devamını Oku

Alsancak Limanı’nda zarar büyüyor...

21 Mayıs 2008
Yazık oluyor, gerçekten yazık. İzmir’in zaten güç kaybettiği ortada. İzmir kaybedince Ege de bundan etkileniyor. Yani... Ege de kaybediyor.        

Turizmde, tekstilde, finansta, ticaret hayatında yaşananlar ortada...

Tutucu, statükocu kafalar İzmir’e zarar veriyor.

Üstelik bu kafaların "her şeye karşı çıkan küçük dünyalar"ı geleceği de karartıyor.

Birçok ailede çocuklar artık "Baba, anne geleceğimiz İstanbul’da" demeye başladı.

Acı ama gerçek!

Tablo bu.

Şimdi de bu tabloya Türkiye’nin önemli ihracat limanlarından İzmir’de yaşanan sıkıntılar eklendi.

Bu; İzmir’in ekonomik potansiyelinde yeni gerileme demek.

Yeni yara!

Nedeni basit; bir türlü özelleştirme tamamlanamadı.

Tamam da... O zaman yatırım yapılsın!

Yani... Limana yazık edilmesin.

İhracat üssü burası... Ege için önemli bir merkez.

Net bir gerçek var; 1980’li yıllara geri döndük.

Gelişme anlamında, teknolojik yapı anlamında.

Doğru dürüst yatırım yok.

Özelleştirme hala askıda...

Ya olmalı, ya da kesin kez "hayır" denmeli...

Özel sektörün bu anlamdaki atılımları malum.

Çağdaş liman işletmeciliği ile önemli gelişmeler sağlanıyor.

Teknolojik yatırımlar, kalifiye eleman desteği, lojistik altyapı...

Bir sürü önemli ayrıntı.

Bu gerçeği görmeli.

Herkes giderken Mersin’e, biz gitmemeliyiz tersine!

Alsancak Limanı’ndaki sıkışıklık, sorunlar artıyor.

Bir çok önemli firma kaçıyor.

Ya kaçtı, ya kaçacak!

Gemiler İzmir’e uğramak istemiyor.

Kayba bakın. Yitirilen ve yitirilecek katma değere!

Sorunlar sonrasında ortaya çıkacak istihdam sorununa...

Sadece o kadar mı?

Ya kaçan konteyner taşımacılığı pazarı?

Hala yüzde 20’lerde kalan payımız!

Oysa Ambarlı yüzde 10’larla başladı, şimdi yüzde 50’leri aştı.

Yazık değil mi?

Ve zamanında gönderilemeyen mallar.

Sıkışıklığın açtığı yaralar.

İçleri cızz eden işadamları...

Vah İzmir’im vah! Bunu görmek gerek.

Sıkışıklık nedeniyle her yıl uğranan zarar da 100 milyon dolar düzeyinde.

Bu zarar da büyüyor.

İş işten geçiyor. İzmir elindeki önemli bir silahı kaybediyor.

Eee, ne oluyor?

Su akıyor, müdahale etmesi gereken birileri bakıyor!

Böyle mi olmalı?

Nerede bu kentin sahipleri?

Bakanları, milletvekilleri?

Valisi, belediye başkanları?

Alsancak Limanı haykırıyor:

"Sorunum çözülsün artık. Bana bir an önce yol verilsin. Verilsin ki, yatırım yapılsın... Yatırımlarla da İzmir’in önü açılsın"...

Bu sese kulak vermek gerekmez mi?
Yazının Devamını Oku

Kosova’daki Türk Tiyatrosu 70 yaşında

11 Mayıs 2008
Belkİ "Uzaklar", ama... O kadar "yakınlar ki" aslında... Oraları bizim eller. Bizim canımız, kanımız topraklar.

Öyle bağlar var ki... Öyle ortak değerler...

Dışişleri Bakanı Ali Babacan Kosova’ya gitti...

Birkaç ay önce de ben gitmiştim.

Devlet Başkanı Fatmir Seydiu bize "bağımsızlık mücadelesi"ni anlatmıştı.

Bu kez Türk devletinin tepesinden Kosova’ya "bağımsızlık" desteği verildi...

Bunlar anlamlı çabalar.

Bu destekler çok önemli.

Ama... Benim bugün anlatacağım bir başka mücadele...

Bir başka güzellik.

Kosova’nın dünya cenneti köşelerinden Prizren’de bir Türk Tiyatrosu olduğunu kaçımız biliyoruz?

Hem de 70 yaşında. Dile kolay; yarım asırdan fazla. Üstelik son 30 yılı verimli, aktif.

Bu 70 yıl boyunca kültür, sanat...

Turgut Özakman’dan "Ak masal, kara masal", "Ah Şu Gençler", Orhan Asena’dan "Dede Torun", Haldun Taner’den "Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım", Aziz Nesin’den "Toros Canavarı"...

Daha niceleri...

Türklük, Atatürk...

Şarkı, türkü, şiir, resim, tiyatro...

Bizden ne varsa o.

Bize ait ne biliniyorsa...

Ve o duygularla bütünleşen sevgi, saygı, paylaşım, dayanışma...

Ve kardeşlik. Ve barış...

Evet, Prizren Türk Tiyatrosu 70 yaşında.

Başkanı Hayrullah Skurtak, bir büyük değer.

"Amacımız, kültürü yaşatmak" diyor.

Sevgi ekiyorlar, dostluk biçiyorlar.

Türk kültürünü yaşatmak adına geçen ömürler.

Orada yetişen nice değerler.

Oradan tüm dünyaya haykırılan "Türklük mesajları"...

Atatürk sevgisi...

Kim bilir kaç kez dinledim Kosova’da bestelenen Atatürk marşını...

Şu dizeler hatırımda:

"Ayyıldızlı bayrağı / yükseklerde hep tuttun / Yurtta sulh, cihanda sulh / bundan büyük söz olur mu / izindeyiz Atatürk".

Melodisi de o kadar güzel ki...

Hele, onların kendilerine özgü şive ile söyleyişleri...

Kosova’da Türk varlığı için mücadele eden ünlü sanatçı, büyük kültür adamı Aluş Nuş’un bir bestesi bu.

Daha niceleri var. Prizren’de 70. yaşını kutlayan Türk Tiyatrosu Balkan Birliği, Türk varlığı ve Rumeli kültürü için bir şans.

Bir anıt merkez.

Zor koşullarda öyle güzel şeyler yapıyorlar ki.. . Konserler, Türk bestecileri için özel günler, oyunlar, gösteriler...

Sadece Türklerin ilgi odağı mı?

Değil; herkesin. Çünkü; kültür herkesin.

Bir paylaşım. Bir buluşma. Sevgi birlikteliği.

Prizren’de, Kosova’da 50 yıldır yapılan bu.

Tüm çabaları Türkçe’nin, Türk müziğinin, kültürümüzün, Balkan dostluğunun, Atatürk sevgisinin gelecek kuşaklara aktarılması.

Zor koşullar içinde kayıtlar yapıyorlar, kasetler hazırlıyorlar, turneler gerçekleştiriyorlar, konserler düzenliyorlar, oyunlar sahneliyorlar.

Ayakta kalmaya çabalıyorlar.

Bizim için. Bizim adımıza.. .

Bir kültürü yaşatıyorlar. Büyük bir özveri ile.

Acaba bu yürekli insanlara bir şeyler katamaz mıyız bizde?

Bir şeyler yapamaz mıyız?

Onlara manevi destek.

Örneğin; kayıt yaptıkları stüdyolarını geliştiremez miyiz? Daha çağdaş bir hale getiremez miyiz?

Oradaki kayıtları Türkiye’de dağıtamaz mıyız? Evlerde dinlenmesini sağlayamaz mıyız? Onlara böylelikle manevi bir güç katamaz mıyız?

O insanları Türkiye’ye sık sık davet edip, o kültür kaynaşmasına tanık olamaz mıyız?

Bilmem... Yapılacak o kadar çok şey var ki...
Yazının Devamını Oku