Hakan Karagöl

Udi Hindi Bitkisi ve Yağının Kullanım Alanları

4 Ocak 2021
Udi hindi bitkisinin Türkiye’de diğer bilinen isimleri; Agarwood ve ödağacıdır. Bilimsel ismi Aquilaria agallocha olan bitkidir. Bilimsel olarak Thymelaeaceae bitki ailesine aitdir.

Endonezya ve Malezya’da Gaharu, Tayland’da Mai Kritsana, Laos’ta Mai Ketsana, Çin’de Chengxiang, Arapça konuşan ülkelerde Shajarat-al-oudh, İngilizce konuşan ülkelerde Agarwood, Heartwood, Aloewood, Eaglewood ismiyle bilinmektedir.

Ağaç, Himalaya, Doğu Hindistan, Bangladeş, Çin, Endonezya, Tayland, Laos ve diğer güney Asya bölgelerinde 700-1400m rakımları arasında kalan alanlarda yetişmektedir. Ağacın doğal yollarla veya insanlar tarafından üretim amaçlı yaralanarak mantar ile enfekte edilmesi ile bitki bu yarayı iyileştirmek için özel bir reçine salgılar. Parfumeri sanayisinde kullanılan bitkiye has kokuyu sağlayan bu reçinedir. Ağaç yaşlandıkça reçine salgısı yoğunlaşır ve ağacın değeri artar. Genelde 6. yılda ağaç hasat edilir, ancak dünyada 100 yaşındaki ağaçtan elde adilen yağ (Parfüme dönüştürülür) olduğu söylenmekte ve satılmaktadır.

Bitki, binlerce yıldır farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Parfüm olarak ya da sağlık uygulamalarında Ayurvedik tıp, Tibet tıbbı, Doğu Asya tıbbi ve Arapça konuşulan ülkelerdeki geleneksel tıp uygulamalarında yeri olan bir bitkidir.

Bitkinin kimyasal yapısını oluşturan temel maddeler; alkaloidler, antrokinon, tanin ve triterpenoidlerdir.

Parfüm olarak kullanılmıştır. Yakılarak çıkan dumanının güzel kokusu nedeniyle Müslümanlar, Budistler ve Hindular tarafından kullanılmıştır. İslam kültüründe, gelen misafirlere gösterilen saygının, Japon kültüründe geleneksel koh doh tarzı agarwood tozuyla yapılan bir çeşit tütsü işlemi ile detoks sağlamak için kullanılmıştır.

Tıpta bitkinin kullanılan kısımları; yaprak, kabuk ve kökleri olup, ağaçtan damıtma işlemi ile elde edilen uçucu yağı çok değerledir (1 gramı 1.5 gram altın değerinde olup yılda 1.2 milyar dolarlık bir pazarı olduğu hesaplanmaktadır).

Geleneksel tıpta kullanımı

Yazının Devamını Oku

Meme Kanseri Nedir?

2 Ekim 2020
Meme dokusu içinde belli bir düzen içinde olan sağlıklı hücre çoğalmasının, bu hücrelerin genetik yapılarındaki bozulma nedeniyle kontrolden çıkması sonucu, hem olduğu yerde aşırı çoğalma hemde kan, lenf denilen beyaz kan dolaşım sistemi ve hem de dökülme yolu ile başka organlara yayılması ile gelişen bir hastalıktır.

Memedeki kitlelerin %60-80’ini oluşturan iyi huylu tümörlerde de hücrelerin kontrolsüz çoğalması olmaktadır, o halde kanser yani kötü huylu tümör ile iyi huylu tümör arasındaki fark nedir; İyi huylu tümörler sadece bulunduğu yerde çoğalırken, kötü huylu tümörler (Kanser) hem bulunduğu yerde hem de başka organlara yayılıp, oralarda da çoğalma özelliğine sahiptir.

KANSERİ ARTIYOR BUNUN SEBEBİ SADECE YAŞLI NÜFUS SAYISINDAKİ ARTIŞ MIDIR?

Son yıllarda kanser görülme sıklığı artmıştır. Dünya genelinde 2008 yılında kanser tanısı konulan hasta sayısının 12 milyon kişi iken 2018 yılında bu sayının 18 milyon kişiye ulaşmıştır. Bu artış ile ilgili yanlış kanılardan biri, yaşlı nüfusun arttığı buna bağlı kanser görülme sıklığının arttığıdır. Oysa ki kanserdeki artış hızı yaşlı nüfus artış hızından fazladır. Amerika’da yayınlanan bir dergide 1900 yılında kansere yakalanmış hasta sayısı ve 60 yaş üstü nüfusun oranı ile 2000 yılındaki aynı oranlar karşılaştırıldığında; yaşlı nüfus artışının 2000 yılında 1900 yılına göre 3 kat olduğu oysa kanser görülme sıklığının 12 kat arttığı belirlenmiştir.

Kanserli hasta sayısında görülen bu artışda yaşlanmanın dışında; kötü beslenme, kötü hava soluma, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklar, kötü çevresel koşullar, kötü çalışma ortamı, stresli toplum hayatı ve hareketsiz yaşam ile ilişki olduğu görülmektedir. Genetik geçişli kanser görülme oranı tüm kanserlerin sadece yüzde 10’nu oluşturmaktadır.

TÜRKİYE'DE 2014 YILINDA 165 BİN KİŞİYE KANSER TANISI KONULDU

Son yıllarda gelişmiş ülkelerde kanserin görülme sıklığında bir azalma olmamakla birlikte artış da görülmemektedir. Gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde ise kanser görülme sıklığı giderek artmaktadır. Türkiye’de yeni kanser tanısı konulan hasta sayısı 2000 yılında 105 bin kişi iken, 2014 yılında bu sayı 165 bin kişiye yükselmiştir.

TÜRKİYE’DE MEME KANSERİ KADINLARDA EN ÇOK GÖRÜLEN KANSER TÜRÜDÜR

Türkiye'de kadınlarda en çok, meme (Tüm kadın kanserlerinin %25’i), tiroid ve kalın barsak kanseri görülmektedir. Dünya genelinde ise kadınlarda sıralama; meme, kalın barsak ve rahim ağzı kanseri şeklindedir.

Yazının Devamını Oku

Sokak Lambaları Meme Kanserini mi Tetikliyor?

19 Ağustos 2020
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Meme kanseri gelişiminde; genetik faktörler, kalitesiz gıdalar ile kötü beslenme ve şişmanlık, fiziksel aktivitenin az olması, doğurganlığın az olması gibi kişiye ait özelliklerin yanı sıra çevresel faktörlerin de kanser gelişiminde tetikleyici özelliği olabileceği düşünülmektedir. Bu çevresel faktörlerden birinin, toplumda az bilinen, yapay gece aydınlatma ışığına (ingilizce; ALAN) fazla maruz kalmanın olabileceği son yapılan çalışmalarda ortaya konulmuştur.

Bu çalışmalardan bazılarından kısaca bahsetmek gerekirse;

Haziran 2020'de yayınlanan bir araştırmada, son 16 yıldır aynı yerde yaşayan 186.981 kadının, sokak aydınlatma ışık düzeyleri uydu verilerine göre incelemeye alınmış. Sokak ışıklandırma düzeyi 4 aşamaya ayrıldığında, ışıklandırması en çok olan ile en az olan yer karşılaştırıldığında, özellikle menapoza girmiş kadınlar arasında, ışıklandırmanın en yoğun olduğu (Seviye 4) yerlede yaşayanlarda, en az yoğun olan yerde (Seviye 1) yaşayanlara göre meme kanseri riskinin %10 arttığı  belirlenmiştir.

Güney Kore’de yapılan ve 2015’de yayınlalan bir çalışmada, gece ışık kirliliği en yüksek olan yerleşim yerlerinde yaşayan kadınlarda meme kanseri riskinin diğer bölgelee göre daha fazla olduğu ancak akciğer, barsak, mide, rahim ağzı ve karaciğer kanser görülme riskinin fark göstermediği bulunmuştur.

2010’da yayınlanmış bir çalışmada, 164 ülkenin verileri değerlendirilmiştir. Meme, akciğer, kalın barsak, larinks ve karaciğer kanseri yönünden karşılaştırma yapıldığında; doğurganlık oranı, gelir, nüfus yoğunluğu, elektrik kullanım oranı gibi gelişmişlik düzeyi ve çevresel faktörler de değerlendirmede gözönünde bulundurulduğunda, yapay gece ışıklandırmasına fazla maruziyet ile  meme kanseri riskinin %30 oranında arttığı, diğer kanser türlerinde ise artış olmadığı belirlenmiştir.

2008 de İsrail’de yapılan bir çalışmada; doğum yaşı, nüfus yoğunluğu veya gelir düzeyi gibi çeşitli faktörler de dikkate alınarak bir analiz yapıldığında; en yüksek ışık olan ile en az düzeyde ışık alanlar arasında karşılaştırma yapıldığında, fazla ışıklandırmalı alanlarda yaşayanlarda meme kanseri riski %73 artar iken akciğer kanseri riski aynı kalmış. Yine İsrail’de yapılan ve 2016’da yayınlanan bir çalışmada fazla yapay ışıklandırma maruziyet ile meme kanseri arasında ilişki belirlenirken, gece daha fazla uyuyanlar, sokaktan içeriye daha az ışık alan yatak odasında uyuyanlarda meme kanseri riski azalmış olarak bulundu.

Amerika Birleşik Devletleri’nde Kaliforniya’da yapılan ve meme kanseri öyküsü olmayan 106.731  bayanın incelendiği bir çalışma 2014 yayınlandı. Çalışma, 1995–2010 yılları arasında toplanan bilgiler ile yapıldı. Bu çalışmanın sonucunda; daha fazla sokak ışığı olan yerde yaşayanlarda %12 meme kanser riski artmış olarak belirlendi. 

Avusturalya çalışmasında, 2009-2011 yılları arasında 1205 meme kanserli ve 1789 kansersiz  kişi incelendiğinde,  gece 12.00- sabah 05.00 arası mesai dışı çalışanlarda %12 meme kanserinde atış görüldüğü belirlendi.

Bazı çalışmalarda, yapay gece ışığına uzun ve yoğun maruziyet ile meme kanseri gelişme riskinin bazı fakörlerle daha da arttığı belirlenmiştir;

Yazının Devamını Oku

Kalın Barsak Kanseri-Koronavirüs! Sık Sorulan Sorular ve Cevapları

25 Nisan 2020
Kalın barsak kanseri hakkında sık sorulan sorular ve cevapları...

 1-Kalın Barsak Kanseri olanlar COVİD-19’dan daha mı fazla etkilenir?

Evet.

Neden daha fazla risk var;

A-Kalın barsak kanserinin tedavisi için yapılan ameliyat, ışın ve kemoterapi gibi bağışıklık sistemi üzerine kimi zaman olumsuz etkli yapan tedaviler nedeniyle, mikrop ile yapılan mücadelede vücut daha güçsüz hale gelmiş olur.

B-Bazı kalın barsak kanseri türlerinde kana salgılanan maddelere bağlı kemik iliğinde baskılanma ile vücut savunmasında görev alan beyaz kan hücrelerinde azalma olmaktadır. Bazen ise kanser hücreleri direkt kemik iliğine yayılarak bu düşüşe neden olmaktadır. Beyaz kan hücreleri düşünce vücut savunma sistemi bozulmakta ve enfeksiyon savunmasız vücutta hızla yayılarak hastanın genel durumunun kötüleşmesine, solunum sıkıntısı gelişmesine hatta yoğun bakım ihtiyacı duyulmasına neden olmaktadır.

C-Kanserin karaciğere veya karın zarlarına yayılmasına ile ya da kana salgıladığı bazı zararlı maddelere bağlı olarak zamanla beslenme bozuklukları oluşmakta, iştahsızlık, bulantı-kusma, hızlı kilo kaybı gelişebilmektedir. Buna bağlı olarak, hastanın vücut savunma sisteminde baskılanma ile mikroba karşı verilen savaşta elimizin zayıflamasına neden olmaktadır.

D-Kalın barsak kanseri hastalarında, kanserin akciğerlere yayılması ile, kitlelerinin bronşlara ve alveol denilen hava keselerine baskısı nedeniyle solunum güçlüğü oluşabilmektedir. Bu durumun üzerine koronavirüs enfeksiyonu bindiğinde solunum güçlüğü daha da artmakta ve hastanın genel durumunu  bozmakta hastaneye yatış ve bazen solunum cihazı desteğine gerek duyulmasına neden olmaktadır.

E-Bazı kalın barsak kanseri hastalarında görülen hastalık ve tedavilerinin oluşturduğu moral bozukluğu ve endişe nedeniyle bağışıklık sisteminde baskılanma olabilmekte ve bu da mikrop ile mücadaleyi zorlaştırmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Kanser-Koronovirüs

11 Nisan 2020
Kanser hastaları COVİD-19’dan daha mı fazla etkilenir? Kanser hastalarında COVİD-19 bulguları, kanser olmayan kişlerden farklı mıdır? ve merak edilen birçok sorunun cevabı...

1- Kanser hastaları COVİD-19’dan daha mı fazla etkilenir? Evet.

Neden daha fazla risk var;

a-Lösemi, lenfoma, myelom gibi bazı kanser türlerinde bağışıklık sistemi hücreleri hastalıktan olumsuz etkilendiği için, bu hastalığı olan kişiler mikroba karşı korumasız hale gelebilmektedirler.

b-Kanser hastalarında kanser kitlelerinin organlar üzerine olan olumsuz etkisi, hastalığa karşı vücudun mücadele etmesini zorlaşırmaktadır. Örneğin; karaciğerdeki kitlelerin baskısıyla karaciğer fonksiyonlarında bozulma olması, böbekte tümör nedeniyle fonksiyon bozulmasının olması, akciğerde kanser kitlesine bağlı broşlarda baskılanma olması veya akciğerde sıvı birikmesi akciğer fonksiyonlarını bozar. Bu durumdaki hastalar mikrop ile ölüm-kalım mücadelesine başlamış iken bu problemeler nedeniyle daha güçsüz hale gelmiş olurlar.

c-Ameliyat, ışın ve kemoterapi gibi bağışıklık sistemi üzerine bazen olumsuz etkli yapan tedaviler nedeniyle, mikrop ile yapılan mücadelede vücud daha güçsüz hale gelmiş olabilir.

D-Kanserin kendisi ve tedavisine bağlı gelişebilen beslenme bozuklukları nedeniyle vücut bağışıklık sisteminin baskılanma ve mikroba karşı verilen savaşta elimizin zayıflamasına neden olmaktadır.

E-Bazı hastalarında görülen hastalık ve tedavilerinin oluşturduğu moral bozukluğu ve endişe nedeniyle bağışıklık sisteminde baskılanma olabilmekte ve bu da mikrop ile mücadaleyi zorlaştırmaktadır.

2-Kanser hastalarında COVİD-19 bulguları, kanser olmayan kişlerden farklı mıdır?

Yazının Devamını Oku

Turşu ve İşkembe Çorbası Kansere İyi Gelir mi? -1. Bölüm

24 Mart 2020
Barsaklar gibi dışarıdan vücudumuza giren her tür kimyasal ve biyolojik (Mikroplar) yapıların ilk incelemeye tutulduğu ve vücut içine alınıp alınmayacağına karar verildiği organlarda, vücut savunma sisteminin %70’lik bir gücü, adeta nöbet turan askerler gibi konumlanmıştır.

Ayrıca yine bu bölgelerde bulunan bazı faydalı mikro-organizmalar (Örneğin barsak mikrobiyotasındaki-eski ismi flora idi- bakteriler gibi) ise bağışıklık sistemi güçlendirerek, vücut savunmasına ciddi destek sağlar. Aynı zamanda bu mikro-organizmalar K vitamini gibi vitaminlerin veya vücudun yapı taşlarından biri olan kısa zincirli yağ asitlerinin besinlerden oluşturulmasında ve böylece vücut fonksiyonlarının normal işlemesinde önemli görev yapmaktadırlar.

Kalitesiz yiyeceklerle vücuda giren çeşitli zararlı kimyasallar gibi çeşitli maddelerin mikrobiyotayı bozarak vücut fonksiyonlarını olumsuz yönde etkiledikleri bilinmektedir. Mİkrobiyotada oluşan bozulmanın zamanla; obesite, şeker hastalığı, tiroid bezi iltahabı, romatizmal barsak hastalı, romatizmal eklem hastalı, multiple skleroz isimli beyin hastalığı, erken bunama ve kanser başta olmak üzere çeşitli hastalıkları tetikleyebileceği yönünde bulgular vardır.

Kanser gelişimi ile mikrobiyota arasındaki ilişkiyi araştıran çeşitli çalışmalarda ilginç sonuçlara ulaşılmıştır, örneğin ağız mikrobiyotası değiştiğinde pankreas kanser riskinde artış olduğu belirlenmiştir, yine barsak mikrobiyota değişikliklerinde akciğer kanseri veya karaciğer kanseri gelişme riski artmaktadır. Yine, ağız mikrobiyota değişiklikleri akciğer kanseri riskini arttırmaktadır. Akciğer mikrobiyota değişikliği akciğer kanserini, kalın barsak mikrobiyota değişikliği kalın barsak kanseri riskini arttırabilmektedir.

Barsak mikrobiyotasının yapısında bulunan lactobacilli, bifidobacteria gibi bakteriler ve diğer mikro-organizmaların eğer zarar görmüşler ise normal hale gelmesi ve dengeli bir şekilde yaşamlarını idame ettirebilmeleri için fayda sağlayan gıdalara pre-biyotik gıdalar denilir. Örneğin; soğan, sarımsak, kuşkunmaz vb. gıdalarda bulunan inülin maddesi, işkembe gibi sakatatlarda bulunan müsin maddesi veya turşusunda bulunan çeşitli maddeler mikrobiyotadaki bakteriler tarafından besin olarak kullanılan pre-biyotiklerdir. İyi bir pre-biyotik gıda midenin asit ortamı ve barsakta bulunan safra asitlerinden etkilenip yok olmamalı, ince barsaklarda hemen giriş kısmında kolayca sindirilip kana emilmemeli, mikrobiyota tarafından ise kolayca kullanılabilmelidir. Yapısında çeşitli barsak mikrobiyotasını düzelten bakterileri içeren yoğurt, kefir gibi mayalanmış süt ürünlerine ve sirke ile yapılmamış turşularda gibi gıdalara ise pro-biyotik gıdalar ismi verilmektedir.  Sinbiyotikler ise pre-biyotik maddeler ile probiyotiklerin bir araya getirilmesi ile oluşan ürünler (Sirkeyle yapılmamış turşu gibi doğal olanlar ve özel olarak üretilmiş fabrikasyon sinbiyotik ürünler) olup, barsak mikrobiyotasını dengelenmesi, sirotik hastalarda karaciğerdeki bozulma ile oluşan amonyak artışının önlenmesine yardımcı olunması, bağışıklığın uyarılması amacıyla kullanılmaktadırlar.

Pre, pro ve sinbiyotikler besin ve ürünler sağlık açısından pek çok amaçla kullanılmaktadır. Bunlardan birisi de kanserde kullanımıdır. Bu besin ve ürünlerin kanser oluşumunu engelleme, kanserin büyümesini yavaşlatma ve kanser tedavisinin etkisini arttırma ve kemoterapi veya radyoterapiye bağlı yan etkilerin azalmasında da faydaları olabileceği çeşitli hücre ve hayvan çalışmalarında gösterilmiştir. Bu konuyla ilgili bilgileri önümüzdeki hafta vereceğim. Hepinize sağlıklı ve mutlu bir hafta dileklerimle.

Instagram

Web: hakankaragol.com

Yazının Devamını Oku

Bal Kansere İyi Gelir mi?

26 Şubat 2020
Bal; bal arısının nektarlardan yaptığı doğal bir üründür. Yapısında, vitamin, mineral ve diğer güçlü anti-oksidan maddeleri içerir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde, o bölgenin çiçek nektar yapılarına göre 300’den fazla bal çeşidi olduğu tahmin edilmektedir.

Bal, türüne bağlı olarak farklılık göstermekle birlikte; yaklaşık yapısının %90’i karbonhidrat (Fruktoz, glukoz gibi) (Şekerden %25 daha tatlıdır), kalan %5-10’u ise protein, vitamin (En fazla C vitamini), mineral (Yaklaşık 31 çeşit mineral içerir) ve organik asitlerden oluşur.

Bal, besin olmasının yanı sıra, geleneksel-tamamlayıcı tıp uygulamalarında da kullanılmaktadır. Milattan önce (MÖ) 4000’li yıllarda yazılmış Sümer kil tablet çivi yazılarında balın, tıbbi amaçla kullanıldığı belirtilmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinde;  bağışıklık sistemi güçlendirici, mikroplara karşı koruyucu, göz hastalıklarının tedavisi, verem ve diğer mikobiyal hastalıkların tedavisi, kabızlık ve barsak paraziti tedavisi, hıçkırık tedavisi, halsizlik tedavisi, egzema tedavisi, mideden asit reflüsünü önleme, sinüzit-bronşit gibi hastalıkların düzeltilmesi, yara iyileştirici, yaşlanmayı geciktirici, anksiyete ve depresyonu azaltıcı özellikleri nedeniyle de kullanılmaktadır. Son zamanlarda yapılan hücre kültürü ve hayvan laboratuvar çalışmalarında, kanser hücresinin kendi kendini öldürmesi (apopitoz), kanser hücre içinde enerji üretiminin baskılanması ve kanser hücre bölünmesinin durdurulması şeklinde sadece kanser gelişimini önleme değil aynı zamanda oluşmuş kanseri tedavi edici özelliklerinin de olabileceği belirlenmiştir. Balın yapısındaki fenolik ve flavanoid bileşiklerin, kanserin önlenmesi yönünde olumlu etkileri olduğu düşünülmektedir. Bu kimyasalların bal içindeki miktarı, bal türüne göre değişmektedir. Balın bu özellikleri nedeniyle, neredeyse doğal bir kanser aşısı olduğu çeşitli bilimsel yayınlarda belirtilmektedir. Balın bağışıklık sistemi üzerine etkisinin antikorların salınımının düzenlenmesi, monosit denilen kan hücrelerinden sitokin adı verilen maddelerin salınımının düzeltilmesi ile olduğu çalışmalarda belirlenmiştir. Yapılan bazı hayvan çalışmalarında balın, bazı kemoterapi ilaçların yan etkileri azalttığı, tamoksifen isimli meme, yumurtalık ve rahim kanserlerinde kullanılan biri ilacın etkinliği arttırdığı, belirlenmiştir. Kemoterapi veya radyoterapiye bağlı ağız yarası ve ağız kuruluğunun düzeltilmesine faydası olduğu belirlenmiştir. Ancak, balın bazı kanser ilaçları ile olumsuz yönde etkileşimleri de olabilmektedir, bu nedenle kanser ilacı kullanan hastaların bal konusunda onkologa danışması uygun olacaktır.

Dünyada, balın kanser üzerine etkilerini araştıran çalışmalarda kullanılan bal türleri arasında; Manuka balı (Yeni Zelanda, Avusturalya), Tualang balı (Endonezya, Malezya, Tayland), Gelam Balı (Malezya) sayılabilir. Bal türü ve buna bağlı olarak faydaları, cografi bölgeye göre değiştiğinden acaba Türkiye’de de, çeşit sayısı 15’den fazla olduğu belirtilen (Deli bal, kestane balı, çam balı, anzer balı, pervari balı, okaliptus balı, pamuk çiçeği balı, narenciye balı, ayçiçeği balı gibi) bal çeşitlerinden hangisi kanser hastalarında fayda sağlayabilir? Bu konu ile ilgili İstanbul Üniversitesi’nde meme kanser hücrelerinde yapılan bir çalışmada; Türkiye’deki kestane, çam ve çoklu floralı çiçek balının kanseri küçültücü etkisi araştırıldı. Çalışma sonucunda kestane balının kanser küçültücü etkisinin diğer ballardan daha belirgin olduğu, çam balının kestane balı kadar olmasa da etkisinin olduğu ancak çiçek balının tümör hücreleri üzerinde küçültücü bir etkisi olmadığı belirlendi. Yapılan çalışma her ne kadar insan da yapılmış klinik bir çalışma olmasa da, Türkiye’de kanser üzerine etkili olabilecek bal türü bulunup bulunmadığı ile ilgili bir fikir vermesi açısından önemlidir. Bu sonuçların ışığında kanser hastalarında özellikle bal tüketilecek ise kestane balı (Çalışmada sedir balı da kullanılmıştır, etkisi kestane balı ile aynı bulunmasına rağmen sedir balı Türkiye’de nadir bulunur) tercih edilmesi gerektiği, kestane balı bulunamaz ise çam balı da kullanılabileceği belirlenmiş oldu.

Türkiye’de bulunan balın değişik çeşitleri ilgi uyandırmaktadır. Bu bal çeşitlerinden biri Kestane balı, güçlü aromatik tadı olan ve ağıza alındıktan sonra hafif acımsı,buruk bir tat veren bir bal çeşidir. Polen içeriği zengin, mineral ve tanin içeriği fazla olan ve kristalleşmesi zor olan , yoğun fruktoz içerikli bir yapıya sahiptir ve diğer ballara göre daha az asidik bir özelliktedir. Çiçek balına göre daha koyu renkli, B ve C vitamini, mineraller ile demir açısından zengin olduğu için bağışıklık sistemini güçlendirme özelliğine sahip. Çiçek balının 2 katı fazla demir içeren bir bal çeşitidir. Arıların, mayıs-haziran ayının başlamasıyla, kestane çiçeklerinden topladıkları biri üründür. Boğaz ağrısı, öksürük ve diğer solunum yolu enfeksiyonlarını tedavisinde halk arasında kullanılmaktadır. Yine sindirim ve midenin rahatlaması için de kullanımı vardır. Kanser tedavisi gören hastalarda ilk tercih edilecek bal çeşitidir.

Çam balı ise en çok kızılçam ve karaçam ağaçlarında yaşayan Marchalina hellenica (Basra böceği veya balsıra böceği) isimli, çam özsuyunu emen böceğin bitki üzerinde bıraktığı, şekerce zengin salgıların arılar tarafından toplanmasıyla üretilir. Zengin enzim, amino asit ve mineral içeriğiyle hayli besleyici olan çam balının dünya genelinde üretiminin %92''si Türkiye''de gerçekleşir. Az miktarda Yunanistan’da da vardır. Halk arasında özelikle boğaz ağrısı gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarında, mide rahatsızlıklarında kullanılmaktadır. Kanser hastalarınca günde maksimum 2 tatlı kaşığı kullanılabilir (Kestane balı bulunamaz ise).

Diğer bir tanesi halk arasında deli bal olarak isimlendirilen bal çeşidir. Milattan önce 97’de Roma askerlerinin Trabzon’daki Pontus Krallığı’na yaptıkları askeri sefer sırasında yedikleri deli baldan etkilenip halisünasyon(Hayal), denge problemleri, şuur bulanıkları yaşadıkları, bu zayıf halde yakalanıp Pontus’lu askerlerce 1000’nin öldürüldüğü tarihi kayıtlarda bildirilmiştir. Yine, hayal gördürücü etkisiden ötürü 19. yüzyılda Avrupa’da bira ile karıştırılarak tüketilmeye başlandığı ve bu Anadolu’dan ithal edildiği bilinmektedir. Deli bal, Grayanotoksin denilen zehirli bir madde üreten Orman Gülü çiçekleri ile beslene arıların yaptığı, rengi kırmızı, keskin ve acı tadı olan bir baldır. Himalaya’lar dışında sadece Türkiye’de Kaçkar dağlarının kuzey kesiminde üretilen bir baldır. Halk arasında 1 tatlı kaşığından azı, ılık süt ya da su ile karıştırılıp içilerek hipertansiyon, iktidarsızlık ve pek çok diğer hastalık tedavisinde kullanılmaktadır. Bu düşük dozlarda bile halüsinasyon yapıcı (Hayal gördürücü) etkisi vardır. Fazla tüketilir ise ciddi tansiyon düşüklüğü, karaciğer rahatsızlığı, nabız düzensizliği, sara nöbeti geçirme, bayılma, ve nadiren ölüme neden olmaktadır. Kanser hastalarında kullanılması önerilmez.

Balın kanser hastalarında kullanılması sırasında unutulmaması gereken bir diğer konu, bu ürünün çok aşırı kullanımının zararlı olabileceğidir. Bu nedenle biz, hastalarımıza maksimum 2 çorba kaşığı bal günlük tüketmelerini önermekteyiz. Ayrıca Anzer, Pervari balı gibi balların her ne kadar kanser kitlesi üzerine küçültücü etkisi henüz bilimsel çalışmalarda araştırılmamış olsa da, en azından kanser riski yüksek kişilerce, yoğun anti-oksidan özellikleri nedeniyle koruyucu amaçlı kullanımı uygun olur düşüncesindeyiz.

Hepinize sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle.

Yazının Devamını Oku

Uzun Boylular Neden Daha Çok Kanser Oluyor?

15 Şubat 2020
İnsanlarda boy uzunluğunu; genetik (irsiyet) ve ekonomik refahın artması ile enerji ve protein yüksek diyet, fiziksel aktivitede azalma, çocukluk çağı parazit hatalıkları ve ishal yapan enfeksiyonlarında azalma gibi pek çok çevresel faktörler etkilemektedir. Avrupa toplumlarında 20. yüzyılda her 10 yılda bir toplumdaki boy ortalamasının 1cm arttığı belirlenmiştir. Kore’de son 50 yılda, 10 yılda bir ortalama boy 2 cm uzamıştır.

Yapılan çeşitli çalışmalarda, boyu daha uzun olan insanlarda (Hem erkeklerde hem de kadınlarda) kansere yakalanma ve kanserden ölüm oranları, daha kısa boylulara göre fazla olduğu belirlenmiştir. Yine, boy oranlarında son yüzyılda görülen (Yukarda belirtilen) artışlar olmasa, şu andaki kanser görülme oranının dünya genelinde %10-15 daha az olacağı hesaplanmaktadır.

2019 yılında British Journal of Cancer dergisinde yayınlanan, Choi ve arkadaşlarının yaptığı bir Güney Kore çalışmasında, 23 milyon yetişkin boy uzunluğu ve kanser görülme oranı yönünden 2009-2012 yılları arasında araştırılmıştır. 155cm ile altı boyu olan insanlar ile 171cm ve üzeri boyda insanların en kısa ve uzun olduğu grup olmak üzere toplam 5 grup; yaş, cinsiyet, sigara içme, alkol kullanma, fiziksel aktivite düzeyi, yaşadığı yer, kan basıncı, kilo, kan şekeri düzeyi ve kan kolesterol düzeyleri dengeli olarak dağıtılarak oluşturulmuştur. 5 yıllık takipte 750.000’den fazla kişide kanser teşhisi konulduğu belirlendi. Yapılan incelemede, her 5 cm’lik boy uzamasının, kanser görülme riskini %9 arttırdığı belirlendi. Bu çalışma sonucunda; uzun boylu olanlarda en çok tiroid, meme, lenf bezi, testis, böbrek tümörlerinde olmak üzere, beyin, ağız içi, tiroid, meme, akciğer, pankreas, karaciğer, mide, mesane, kalın barsak, prostat, yumurtalık, testis, rahim ağzı, rahim, cilt, lenf bezi, myelom isimli kemik iliği ve kan kanserinin daha fazla görüldüğü belirlenmiştir. Sadece yemek borusu kanserinin uzun boylular ile kısa boylular arasında görülme oranı yönünden bir fark göstermediği belirlenmiştir. Güney Kore’de, boy artışı ile kanser artışı ilişkisi kadınlarda erkeklerden daha güçlü bulunmuştur.

İngiltere’de 1996–2001 yılları arasında, ortalama yaşı 56 yaşı olan, 1.297.124 kadın incelemeye alındı. Takipteki 5 yılda 97.376 kadında kanser oluştu. Boylara göre gruplar; 155 cm’den kısa olanlar, 155–159·9 cm arası, 160–164·9 cm arası, 165–169·9 cm arası, 170–174·9 cm arası ve 175 cm ve daha uzun olanlar şeklinde oluşturuldu. Çalışma grupları sosyo-ekonomik durum, vücut-kitle indeksi, egzersiz alışkanlıkları, alkol kullanımı, sigara içmesi, adet başlama yaşı, ilk çocuk doğurma yaşı, doğum kontrol hapı kullanıp kullanmama durumu gibi çeşitli özellikler açısından dengelendi. Kanser görülme oranının, 155cm den kısa olanlara göre her 10cm boy uzamasında %16 arttığı belirlendi. Değerlendirilen 17 kanser bölgesinden 15’inde boy artması ile kanser görülme oranı artıyordu. Malign melanom isimli cilt kanseri %32 ile en fazla artan kanser türü iken, rektum denilen kalın barsak son kısmı kanseri%14 ile en az artma gösteriyordu

Japonya’da yapılan bir çalışmada 40-69 yaş arasındaki 107,794 kişi değerlendirmeye alınmış, erkeklerde 4 grup (160cm’den kısa olanlar, 160-163cm arasında olanlar, 164-167cm arasında olanlar ve 168cm’den uzun olanlar) , kadınlar 4 gruba ((149cm’den kısa olanlar, 149-151cm arasında, 152-155cm, 156cm’den uzun olanlar) şeklinde ayrılıp, yaşam şekli, yaşadığı yer, sigara kullanımı, alkol kullanımı, spora ayırdıkları zaman, hipertansiyon olup olmadığı, şeker hastalığı varlığı, kilo, kadınlarda menopoza girip girmediği, adet görmeye başladığı yaş, hava kirliliğine maruz kalma gibi çeşitli faktörlere göre gruplara ayrılıp değerlendirildiğinde; erkeklerde 160cm’den kısa boylu olanlara göre 168cm’den uzun olanların %17 daha fazla kanserden öldükleri (Her 5 cm artışta risk %4 artmakta) belirlendi. Kadınlarda ise sadece yumurtalık kanserinde bir fark olduğu, diğer kanserlerde ise boy farklılığından kaynaklanan bir farklılığın olmadığı belirlendi.           

Uzun boylularda kanser neden fazla görülmektedir? Bununla ilgili 2 sebep en fazla belirtilen faktördür;

1-İnsulin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) uzun boylularda hem çocuklukta hem de erişkinlik döneminde daha yüksek düzeylerdedir. IGF-1, hücre çoğalmasını uyarmakta ve hücrenin doğal ölümünü (apopitozu) baskılamaktadır. Daha önce yapılan farklı çalışmalarda; kalın barsak, akciğer, meme ve prostat kanserlerinin gelişimi ile artmış İGF-1 arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir.

2-Diğer bir neden, daha uzun boyu insanlarda, iç organ hacmi daha fazla olduğundan kök hücre sayısı daha fazladır. Kök hücreler, fazla bölünme potansiyeline ve bu sebeple de yüksek kansere dönüşme potansiyeline olan hücrelerdir.

Hepinizin sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmeniz dileklerimle.

Yazının Devamını Oku