Hastalık kaynağının yasa dışı satılan vahşi hayvalar (büyük olasılıkla yarasalar) olduğu, insana bulaşmasından sonra hastalığın diğer insanlara yayıldığı düşünülmektedir. Kısa süre içinde hastalık hızla yayılmaya başladı. Hastalığın hızla yayılması ve ölümcül olması, başta Çin’de olmak üzere ülkemizin de olduğu pek çok ülkede karantinaya varan tedbirlerin alınmasına neden oldu.
Yayılma; öksürük veya hapşırık ile mikrobun havaya yayılması ve bu havanın sağlıklı insanlar tarafından teneffüs edilmesi veya hasta olan kişilerin mikroplu elleriyle dokundukları yerlere dokunulması sonrasında ellerin yıkanmadan ağız, burun veya göze sürülmesi ile olmaktadır.
Genellikle 3 ile 14 gün arasında olduğu düşünülen kuluçka süresi sonrasında beliren hastalık bulguları; yüksek ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, öksürük, nefes darlığı olup düzelmez ise zamanla solunum ve böbrek yetmezliği nedeniyle hayatın kaybedilmesine neden olmaktadır.
Hastalık vücut direnci iyi olanlarda kendiliğinden düzelmektedir. Ancak kanser hastaları gibi vücut direnci düşük kişilerde, bağışıklık sistemindeki baskılanma nedeniyle enfeksiyon daha tehlikeli olabilmektedir.
Kanser hastaları, hastalığa yönelik ne yapmalılar;
Hastalığa yönelik geliştirilmiş bir tedavi yöntemi olmadığından, hastalıkla iki yöntem ile mücadele yapılabilir;
1-Hastalığın bulaşmasının önlenmesi: Hastalık bulaşma yolları havadan veya hastalık bulaşmış yer ve kişilere temas ile olduğundan;
a.
Radon gazı, hava yoluyla (En çok, radonu fazla miktarda içeren evdeki havanın solunması yoluyla giriş olur) ya da evlerde kullanılan su ile vücuda girer. Radon gazı, vücuda girdiğinde akciğerlere zarar vermektedir. Radon, akciğer dokusunda zararlı alfa partikülleri yayarak dokuyu oluşturan hücrelerin DNA’sında hasarlanmasına neden olurlar. 1986 yılında Dünya Sağlık Örgütü, yüksek radon gazına maruz kalan madencilerde akciğer kanserinin yüksek oranda görüldüğünü gösteren çalışmaların ışığında radonu kanserojenik ajan olarak kabul etmiştir.
Radon gazı, sigaradan sonra 2. akciğer kanseri nedenidir. Maruz kalınan radon gazı dozu, kaç sene maruz kalındığı ve kişinin sigara içip içmediği kanser gelişim riskini etkiler. Yoğun ve uzun süre maruziyet ile sigara da içiyor olma riski çok belirgin şekilde artırır. ABD’de her yıl 21.000 kişinin radon kaynaklı akciğer kanserinden öldüğü düşünülmektedir. ABD’de her 15 evin 1’inde radon gazı seviyesinin yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle, madencilerde ve bölgesel olarak belli yerlerde daha fazla olduğundan bu bölgelerdeki konut veya işyerlerinde yaşayanlarda ve çalışanlarda zararlı olacağından düzeylerinin takip edilmesi gerekmektedir. Radonun akciğer kanseri dışında; kanser dışı diğer akciğer hastalıkları, kan kanseri, beyin ve tiroid kanseri, baş-boyun kanseri, mide kanseri, kalp hastalığı, üreme sistemi hastalıkları gibi çeşitli hastalıklara neden olabileceği söylenmekteyse de bu konularda kesin bilimsel veriler yoktur.
Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde radon gazı ile toplumsal bilinçlenme düzeyi oldukça fazladır.
Radon gazı sadece doğadan gelmemektedir. Mayıs 2018’de Güney Kore’de, gündelik sık kullanımı olan iç çamaşırı, aksesuarlar, yüz maskeleri, yatak şiltesi gibi ürünlerin yapımında kullanılan bazı anyon tozu türlerinin içinde bulunan Monazite denilen ve radon gazı salan bir mineralin çeşitli ithal ürünler içinde tespit edilmesi toplumda derin endişeye neden olmuştur.
Radon gazı kokusuz, renksiz ve tatsız bir gazdır. Eve doğadan nasıl girmektedir?
Duvarlardaki boşluklar, temel duvarlarında ve zemindeki çatlaklar, döşemedeki boşluklar, temelin içine giren boruların etrafındaki boşluklar, şömineler ve fırınlar, havalandırma çıkışları, kullanım suyu (Genellikle kuyu suyu) , inşaat derzleri gibi boşluklar.
Radon seviyesi ölçümleri, özelikle kışın ve oda ısınmış iken yapılmalıdır. Zira bu dönemde özellikle ev zemininde ve çevresindeki radon gazı en yoğun olarak evin içinde birikmektedir. Radon gazı ölçümü ya bir profesyonel ekip yardımı ya da sizin ölçümü yapabileceğiniz bir test kiti ile yapılabilir. Diğer daha pahalı bir yöntem, elektronik radon ölçme cihazı alınıp eve takılmasıdır. Bu sayede günlük, haftalık ve aylık sonuçlara ulaşılmış olur. Yine kullanma suyundaki radon seviyesini ölçen kitler de mevcuttur.
Belirlenen sınırların üzerinde radon gazı tespit edildiğinde ne yapılmalıdır:
Kanser gelişmini önlemeye yönelik beslenmede şekerden uzak, aşırı hayvansal yağlı beslenmeden uzak, hayvansal besinlerin ve sebzenin dengeli şekilde tüketildiği, kilo alımını arttıracak fazla miktarda veya fazla kalorijenik beslenmeden uzak durmak önemli noktaları oluşturmaktadır.
Son yıllarda özellikle alk arasında rağbet gören, kanser gelişmiş hastalarda ketajonik diyet gibi özel diyet uygulamalarının etkinliği ile ilgili kesin verilere ulaşmak için biraz daha fazla çalışma ve zamana ihiyaç var gibi gözükmektedir.
Kanser gelişmini önlemde veya kanser gelişmiş hastalarda diyet ile ilgili rağbet gören diğer bir konu; alkali su ve alkali besinler ile yapılan diyettir. Alkali beslenme konusuna ilgi, günümüz beslenme tarzının vücut asit oranını yükselttiği bunun da başta kanser olmak üzere kemik erimesi ve kalp rahatsızlıklarını arttırdığı, şeker hastalığı ve tansiyon yüksekliği problemlerini kötüleştirdiği, bu yüzden, diyet daha alkali olursa bu hastalıklardan korunulabileceği, özellikle kanser gelişmiş ise kanseri düzeltebileceği şeklindeki düşünce ile ilgilidir. Bu kanıyı, bazı kanser hücre çalışmalarında asidik ortamda kanser hücrelerinin daha hızlı çoğalabildiği şeklindeki bulgular desteklemiştir.
Alkali diyet; et ve süt ürünlerinden kısıtlı ancak sebze, meyve ve diğer bitkisel besinlerin bol tüketilmesini temel alan bir diyet türüdür. Alkali su ise, vücud pH’sını alkali değerlere yükseltmek için genelde 7 olan su pH’sını, suyun içine katılan mineraller ile 7’nin üzerindeki değerlere çıkarılması (8 veya 9 yapılması) ile elde edilen bir içecektir.
Yapılan çeşitli çalışmalarda alkali diyet ve su ile vücut pH’sın sadece 0.014 ünite değerinde değiştiği, yani aslında alkali beslenme ne kadar yapılırsa yapılsın vücut pH’sının pek yükselmediği görülmüştür. O halde alkali beslenme ve su ile oluşan pH’daki bu küçük değişiklik kanser hücreleri ne kadar yok edilebilir? Çalışmaların verdiği diğer bir sonuç ise idrar pH’sında alkali diyet ve su ile 1 ünite civarında artış olduğu yani idrarın alkali diyet ve su ile alkali yapılabildiğidir. O halde, acaba idrar yolu ve mesane kanseri olanlarda, idrar pH’sının yükselmesi koruyucu etki yapar mı? Bu konu ile ilgili yapılmış, bilimsel öneme sahip tek çalışma Finlandiya’dan Wright ve arkadaşlarının, 2005 yılında Cancer Causes Control dergisinde yayınlanan çalışmalarıdır. Bu çalışmada, 27.096 erkek hastada idrarın pH durumuna göre mesane kanseri gelişme riskinin değişip değişmediği yönünde değerlendirildiğinde, asitik idrar ile alkali idrar arasında mesane kanseri gelişme riski yönünden bir farklılık olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, alkali suyun kanseri önlediği veya oluşan kanseri küçülttüğü yönünde insanlarda yapılmış bilimsel değeri olan bir çalışma sonucu henüz yoktur.
Peki bu bulguların ışığında alkali su kullanalım mı? Alkali suyun zararları var mıdır? Alkali su; mide salgısını baskılar, mide boşalmasını hızlandırır, safra kesesiden safra salgılamasını baskılar ve sonuç olarak sindirimde zorluğa neden olur, yine fare yavrularında yapılan bazı çalışmalarda, zararlı başka yan etkilerin olabileceğine dair bulgulara da rastlanmıştır (İnsanlarda, farelerde görülen türde yan etkileri olup olmadığı bilinmiyor). Ayrıca, standart kanser tedavisi alan kişilerde alkali suyun, tedavi üzerine olumlu veya olumsuz bir etkisi olup olmadığı da henüz bilinmemektedir. Sonuç olarak, bilimsel olarak kanseri önleme veya kanseri küçültücü faydası net olarak ortaya konulmadığı sürece alkali su kullanımını kanser hastalarında önermemekteyiz.
Hepinizin sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmeniz dileklerimle.
Instagram:
Kanser tedavisi sırasında, bazı kemoterapi ilaçlarının böbrek veya mesane üzerine olan olumsuz etkilerini azaltmak, kusma veya ishal gibi yan etkilerin oluşturduğu sıvı kaybını düzeltmek veya ilacın vücuttan atılımını kolaylaştırarak diğer yan etkilerin azaltılmak için bol su içmek faydalıdır.
Kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği ve böbrek üstü bezi hastalığı olmayan herkesin günlük 2 litre su içilmesi gerekir. Bu miktar, yaz mevsimi veya aşırı sıvı kaybı olan durumlarda daha fazla olmalıdır. Yapılan bir araştırmada Amerika Birleşik Devletleri’nde insanların %75’nin yeterli su tüketimine özen göstermediği belirlenmiştir.
İçilen suyun kalitesi önemlidir. Nitekim yapılan çeşitli çalışmalarda, suda fazla miktarda bulunan arsenik (Akciğer, karaciğer, mesane ve böbrek kanserini tetikler), nitrat (Mide ve karaciğer kanserini tetikler) veya asbest (Kalın barsak kanserini tetikler) gibi toksik maddelerin çeşitli kanser türlerinin gelişimine neden olabileceği belirlenmiştir. Bu nedenle tüketilen suyun kalitesi çok önemlidir.
Kanser gelişminde; sigara, alkol, dengesiz beslenme, güneş ışınlarına maruziyet gibi çeşitli faktörlerin etkileri eskiden beri bilinmektedir. Ancak, yeterli su tüketiminin kanser gelişmini önleme üzerine etkileri ile ilgili çok fazla bir bilgiye sahip değiliz. Su tüketiminin çok fazla sayıda insan üzerinde olmayan bazı çalışmalarda; mesane ve kalın barsak kanseri gelişminde engelleyici etkisi olabileceğine dair çalışma sonuçları vardır. Michaud ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada, 10 yıl süre ile 47.909 kişi takip edilmiş, bunlarda, içilen su miktarı ile mesane kanseri oluşumu arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Günlük 2.5 litreden (Yaklaşık 12 bardak) fazla su içenlerde günde 1300cc’den (Yaklaşık 6 bardak) az su içenlere göre mesane kanser gelişme riskinde yarıya yakın azalma olduğu belirlendi.
Bu azalmanın; artan idrar miktarı ile toksin konsantrasyonun azalması ve fazla su içilmesi ile sık olarak idrara çıkıldığından, mesane iç yüzeyine toksin temasının azalması ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Kalın barsak kanseri gelişimi ile beslenme alışkanlıkları ve su tüketimi arasında ilişkiyi araştıran bir çalışmada Shannon ve arkadaşları, günde 5 bardak ve daha fazla su içen kadınların günde 2 bardak veya daha az su içenlere göre yarıya yakın daha az kalın barsak kanseri olduğunu, erkeklerde ise günde 4 ve daha fazla bardak su içenlerde 1 ve daha az içenlere göre %30 daha az kalın barsak kanseri geliştiğini belirlemiştir.
Bunda; barsak içindeki toksin konsantrasyonun, su ile azalması ve gaytanın sıvı alımı ile daha sık boşaltılmasının, toksinin barsağa temas etmeden atılmasının sağlamasını etkili olduğu düşünülmektedir. Kanseri gelişminde yeterli su içilmesine bağlı önleyici etkinin diğer açıklaması ise; yeterli su içilmesi ile hücresel fonksiyonların daha kolay yerine getirilmesi ve böylece dış veya ,iç kaynaklı kanserojen etkenlerin hücreyi hasarlamasının zorlaşmasıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Önümüzdeki hafta "alkali su kanseri önler mi?" Sorusuna cevap arayacağız.
Hepinizin sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmesi dileklerimle.
Kanser belirteçleri, kanser hücrelerinden kana salgılanırlar. Ancak, önemli bazı özellikleri vardır;
1. Normal hücrelerden de salgılanırlar. Bu nedenle kan tahliliniz yapıldığında dikkatli incelerseniz kendi sonucunuz yanında normal, sağlıklı insanlarda bulunan değerlerin de tahlil sonuç kağıdında (Hastanenin kullandığı test tekniğine göre normal değerlerde çok az değişikli görülebilir. Örneğin A hastanesinde normal değer 0-35 arasında iken B hastanesinde 0-28 arası normal değer olarak yazabilir) yazılıdır. Bir kişi, kanser hastalığı nedeniyle tedavi görüyor ya da tedavileri bitmiş takip sürecine başlanmış ise; örneğin; Karsinoembriyonik Antijen (CEA) için (Sigara içmeyenlerde normal değer 0-5 arası, Sigara içinlerde 0-6.5 arası) nprmalin üstü değerlerde çıkmış ise doktor, hastanın diğer bulgularını da gözünü alarak ya yakın takip sürecine başlar veya PET-BT, tomografi,emar vb. gibi ilave tetkiklere başvurur.
2. Bazen ileri evre kanser hastalarında kanser belirteçleri normal sınırlarda olur. Örneğin; kalın barsak kanserinde kullanılan CEA veya CA 19-9 testi ileri evre hastalığı olan hastaların sadece %60’ında yükselmiş olarak bulunur, kalan %40 hastada yaygın kanser hastalığına rağmen normal çıkar. Bu oran prostat kanserlerinde kullanılan T.PSA testinde ise %90 hastada hastalık ile birlikte yükselme olurken %10 hastada hastalığa rağmen PSA değerleri normal kalmaktadır.
3. Her kanser türünde belirteç yokur. Örneğin; beyin kanseri, gırtlak kanseri, yumuşak doku kanseri, mesane kanseri gibi pek çok kanser türünde kullanılan bir belirteç türü yoktur.
4. Kanser belirteçleri, kanserin tedaviye verdiği yanıtın takibinde kullanılmaktadırlar. Ancak, bazen tedavi sonuç değerlendirme filmindeki bulgular ile uyum göstermeyebilir. Örneğin; filmlerde tümör büyümüş olarak görülse bile kanser belirtecinde düşme olabilir. Bunun nedeni, kanser hücreleri çoğaldıkca yapısal değişiklik gösterirler. Yeni gelişen hücrelerin kana kanser belirteç salgısı eski hücrelerden az ise kanser kitlesi büyüse bile belirteç düzeyi sabit kalabilir, yine salgı yapan eski hücreler tedavi ile ölmüş ve tedaviye yanıt vermeyip geride kalmış, kanser blriteci salgılamayan ve hızla çoğalan hücrelerin oluşturduğu daha büyük kitlelelere bağlı tümör belirteci düzeyleri azalmış ancak kitle büyümüş görülebilir.
5. Normal sınırlar içinde olan değerlerde, normal sınırda kalmak koşuluyla, değişik zamanlarda iniş-çıkışla olabilir. Örneğin CA 12-5 testi yumurtalık ve karın zarı kanserlerinde özellikle yükselen bir testtir. Normal sınırları, çoğu hastane laboratuvarında 0-35 olarak verilir. Örneğin 10 gün önce 7 çıkan bir sonuç, 10 gün sonra 14 olarak çıkabilir. Bu sonuca göre kanser tekrarladı diyemeyiz, çünkü normal hücrelerden de salgılandığından, örneğin bir enfeksiyon durumunda veya CA 12-5 maddesi karaciğerden atıldığından karaciğerde hafif bir yağlanma veya karaciğer fonksiyonlarını etkileyen bir ilaç kullanımı durumunda normal sınır içinde oynama görülebilir.
Onkolojide doktorları tarafında kanser belirteçleri zaman zaman kullanıldığından, belli bir süreden beri bu hastalık nedeniyle tedavileri devam eden hastalarda zamanla kanser belirteçleri ile ilgili bir korku veya sürekli o sonuca bakarak hastalığı kontrol etme yönünde bir eğilim başlamaktadır. Bu durum, bazen Kanser Belirteçi Sendromu (Tumor Marker Syndrome) ismi verilen bir psikolojik rahatsızlık-saplantı haline gelebilmektedir. Örneğin hastalarımın içinde, benim bilgim olmadan aslında gerek olmadığı halde her hafta kanser markırına baktıranlar olmuştur. Oysa ki, hastalık değerlendirmesi sadece tümör belirteçler ile olmamaktadır. Bazen tümör belirteci düzeyleri azalsa bile filmde ve muayene bulgularında hastalık ilerlemesi görülebilmektedir. Bazen de kanser belirtecinde hafif yükselme olabilmekte ancak bu durum, kanser artışına bağlı olmayıp altında karaciğer yağlanması, diğer hastalıların etkisi, kullanılan ilaçlara bağlı toksik etki vb. gibi farklı sebeplerle oluşabilmektedir.
Tüm bu bulguların ışığında, kanser hastalığı nedeniyle tedavi gören veya tedavileri tamamlanmış takip sürecine girmiş hastalara önerim, onkoloji dokorlarının önerisi doğrultusunda kanser belirteci teslerini yaptırmaları, sonuçlarda bir anormallik gördüklerinde hemen paniğe kapılmadan doktorlarına danışarak karara varmalarıdır.
Kemoterapiye bağlı saç dökülmesi geçici bir yan etki olup tekrar saçların tam olarak çıkması 3- 6 ay süresinde olmaktadır. Bazı hastalarda saç daha gür ve biraz farklı renkte çıkabilir. Ancak zamanla eski halini alacaktır.
Kemoterapi ilaçları, hızlı çoğalan kanser hücreleri üzerine etkilidirler. Ancak, sadece kanser hücrelerine değil, hızlı bölünen saç kökü hücreleri, kan hücreleri gibi sağlıklı hücrelere de etkileri olur. Kan dolaşımıyla saç kökü hücrelerine gelen kemoterapi ilacı, bu hücrelerde hasarlanma yaptığından saçlarda dökülme olur. İlacın etkisi geçince, hücreler tekrar yenilenerek saç üretmeye başlarlar.
Kemoterapi ile oluşan saç dökülmesinin önlenmesinde en sık tercih edilen yöntem, saç soğutma başlıklarıdır. Kemoterapiye başlamadan 1 saat önce saçlı bölgeye yerleştirilen soğutma başlığı ile soğutma başlar, işlem kemoterapi verildiği sürede ve tedavi tamamlandıktan sonraki 1 saat daha devam eder. İşlemin çalışma mekanizması saçlı deriye gelen kan akımını azaltarak, saç kökü hücrelerini etkileyen kemoterapinin miktarının azaltılması ve böylece saç kökü hücrelerinin ilaçtan etkilenmesini önlemektir. Bu yöntem ile saçların dökülmesinin önleneceğinin garantisi yoktur. Verilen kemoterapi türü, dozu, hastanın kendine ait yapısal özelliklerine bağlı olarak tamamen korunma olabileceği gibi kısmi dökülme de soğutma işlemine rağmen olabilir. Ayrıca saç soğutma başlıklarına bağlı; baş ağrısı, boyun ağrısı, sinüzit gelişimi veya sinüzit alevlenmesi olabilir. Lösemi gibi bazı kanser türlerinde uygulanması sakıncalıdır.
Minoxidil isimli bir ilacın %2’lik kremlerinin saça sürülmesi ile kemoterapiya bağlı saç dökülmesini azalttığı ve dökülen saçların hızla çıkmasını sağladığı belirlenmiştir. Ancak etkinliğinin nispeten az olması, follikülit denilen saç kökü iltahabı, %40 oranında yüzde tüylenme yapması gibi yan etkileri nedeniyle yaygın kullanıma girmemiştir.
Kemoterapiye başlamadan saçların kısaltılması, saçların sert değil de yumuşak bir tarakla fırçalanması dökülmeyi azaltıcı etkisi olacak diğer uygulamalardır.
Hepinizin sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmeniz dileklerimle.
Memede ele gelen kitlelerin sadece yüzde 15-20’si kanser olup geri kalanları kanser olmayan memenin iyi huylu tümörleri (Hamartom, intraduktal papillom, lipom, fibroadenom gibi), kistleri (fibrokist, emzirme dönemindeki süt kisti gibi) veya meme iltahabına bağlı sertlik gibi durumlarda görülmektedir.
Her zaman olmamakla birlikte meme kanserinde en sık görülen bulgular;
-Meme içinde veya koltuk altında ele gelen kitle (Menstürel kanama sırasında da ele gelmeye devam eder)
-Meme büyüklüğünde veya şeklinde meydana gelen değişiklik
-Meme ucundan gelen akıntı
-Meme cildinde veya meme ucunda meydana gelen renk değişikliği, kızarıklık veya ödem şeklinde şişlik
-Memede ele gelen kitle olması veya yukarda belirtilen durumlardan herhangi birinin bulunması halinde tanı ve tedavi amaçlı doktora başvurulmalıdır.
Fibrokist denilen, memenin özellikle üst dış kısmında daha sık beliren, bazen özellikle menstürel kanama başlamadan önceki son birkaç günde artan ağrı, hassasiyet ve sertlik şeklinde yakınmaya neden olan kistik meme değişlikleri, hayatı boyunca kadınların neredeyse yarısında görülen bir durumdur.
Hormon replasmı için kullanılan hormonal tedavilerin meme kanseri oluşma riskini arttırdığı belirlenmiştir. En son 2019 yılında yayınlanan ve 1992-2018 yıllarında yapılan ve 200.000 yakın kadının (150.000 meme kanserli ve 50.000 kansersiz kadın) incelendiği çalışmaları toplayıp analiz eden bir çalışmada, bu tedavinin meme kanseri gelişmesine olan etkileri araştırılmış ve sonuç olarak;
1. Bir yıldan uzun süre bu ilaçların kullanılması meme kanseri gelişme riskini arttırdığı belirlenmiştir. Kullanım süresi uzadıkça risk artmaktadır. Örneğin 10 yıldan uzun bu ilaçları kullananlarda meme kanser gelişme riski 2 kat arterken, 5 yıl kullananlarda 1.5 kat civarında artış olmaktadır.
2. Kullanılan ilacın hap veya bant şeklinde olması kötü sonucu değiştirmez iken, vajen içine kuruluk gidermek için konulan ve sadece östrojen içeren preparatlar ile risk artışı görülmemiştir.
3. Kullanılan ilacın 3 tür içeriği olabilir; 1. Hem östrojen hem de progesteron sürekli veren ilaçlar, 2. Östrojeni sürekli, progesteronu ara ara veren ilaçlar ve sadece östrojen veren ilaçlar. Kanser yapıcı etki en fazla 1.tür ilaçta, en az ise 3. türde olmuştur. 1.türde ilacı kullanan her 50 kadından 1’i, 2.tür ilaç kullanan her 70 kadından 1’i ve 3. Çeşit ilaç kullanan her 200 kadından meme kanseri olacağı tahmin edilmektedir.
4. 1992- ile 2018 yılları arasında gelişmiş ülkelerde 20 milyon civarında kadının meme kanseri olduğu belirlenmiştir. Bu kadınlardan 1 milyonunun meme kanserine hormon replasmanı nedeniyle yakalandığı düşünülmektedir.
Bu sonuçlar dikkate alınarak hormon replasmanı tedavisine başlanacak hastaların iyi seçilmesi gerekmektedir. Meme kanseri olan hastalara hormon replasman tedavisi yapılmamalıdır.
Instagram: prof.dr.hakankaragol
Twitter: