Hadi Uluengin

Patriot tetiği

17 Eylül 2009
BEN Türkiye’nin “Patriot” füzesavar füze sistemleri edinmesine karşı çıkmıyorum. <br><br>Kabul, tabii ki “aman ha, mutlaka elzemdir” diye kesin bir hüküm de vermiyorum.

Fakat, bir rivayete göre fiyatı yedi, diğer bir rivayete göre ise bir milyar küsur dolar olan rampaların Ankara tarafından satın alınmasını öyle cevvel kalem de reddetmiyorum.

Yani, “bu krizde fahiş silah harcaması akıl kârı mı” diyenlere mesafeli duruyorum.

* * *

ZİRA evet, eğer gerekiyorsa, ister ABD ister, Çin menşeili olsun ve isterse 7 değil 17 milyara patlasın, TSK’yı füzesavarlarla donatmak “akıl kârı”dır. Tersi ise akıl fukaralığıdır.

Ve tabii ki hayır, bunu “cihet-i askeriye”nin suyuna gitmek için söylemiyorum.

Zaten aynı TSK’nın “güçlü ordu” şiarındaki militarizmi daha dün eleştiriyordum.

Peki, hangi nedenden dolayıdır ki hem nalına, hem mıhına bir tutum sergiliyorum?

* * *

Yazının Devamını Oku

Kürtçe sorunu (son)

16 Eylül 2009
MALÛM, Apo dahil pekçok Kürt milliyetçisi veya aidiyet talep eden aynı kökenden yurttaşlar, ciddi bir kesim olarak anadillerini bilmiyorlar.

Bu talebi bile Türkçe dışavuruyorlar.

Ve, yukarıdaki durum bu defa Türk milliyetçilerinin müstehsi tebessümüne yol açıyor.

“Eğer varsa, o öz lisânlarını dahi anlamaktan dahi acizler” diyerek hem Kürtçeye burun kıvırıyorlar, hem de bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeye getiriyorlar.

Oysa baltayı taşa vuruyorlar ve Kürt sorununun “öz”ü konusunda yine yanılıyorlar.

* * *

EVET yanılıyorlar, çünkü dün belirttiğim gibi, Kürt sorunu bir Kürtçe sorunu değildir.

Zahiren öne çıkıyor gözükmesine rağmen, bu ikincisi aslında ancak “aksesuvar”dır!

Zira, kabul,

Yazının Devamını Oku

Kürtçe sorunu (I)

15 Eylül 2009
ŞU çok vahim yanlışı kafamızdan atalım. <br><br>Kürt sorunu bir “Kürtçe sorunu” değildir ! İkisini asla karıştırmayalım !

Yani sanmayalım ki, bin ayrı tv kanalı Kurmançi yayın yaptığı veya etraf “q” ve “x” harflerini kullanan alfabenin tabelâlarıyla donandığı takdirde, ortalık süt liman kesilecektir.

Veya tam tersine, o Kürt sorununun çözümlenmesi durumunda bu etnisiteye mensup yurttaşlar yalnız analisanlarını kullanacak ve Türkçenin “t”sine bile artık rağbet etmeyecektir.

* * *

ÖYLE, zira “dil meselesi” o Kürt Sorunu’ndaki esas “çıbanbaşı”nı oluşturmuyor !

Yasaklamanın kuyruk acısından ve haklı tepkisinden dolayı çoğu defa Kürtler dahi bu “lisâni talep”i ön plana çıkartsa bile, görünüm zahiridir. Tahlil yanılgı üzerine kuruludur.

Kabul, kavmî merâm aracını oluşturduğu için tabii ki Kürtçenin önemini es geçmiyorum. Cim karnında noktadır diye küçümsemiyorum ama, hayatiyet de addetmiyorum.

Çünkü, Kürt sorunu bir kimlik aidiyetinin inkârından kaynaklanmaktadır.

Ve, bu inkarcılığa son verilip söz konusu aidiyet resmen tescil edilmediği müddetçe de, dile yönelik “açılımlar” (!) hiçbir şekilde derde deva oluşturmayacaktır.

Yazının Devamını Oku

Bir 12 Eylül döneği

12 Eylül 2009
BUGÜN yirmidokuzuncu kâbus sene-i devriyesini idrak ettiğimiz 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştiğinde, ben “Tercüman” Gazetesi’nin Brüksel temsilcisiydim.

Aslına bakarsanız, “cinnet yılları” girdabına daha 16-17 yaşlarında kapılmış ve 12 Mart 1971 darbesiyle birlikte de Maocu çatı altında “profesyonel devrimci” olmuş bir adamın, “Tercüman” gibi “sağın kalesi” bir yayın organına çalışması bile ayrı hikayedir.

Öyledir, çünkü şimdi “Ergenekon”da yargılanan ve “ulusalcı” cihet içinde dahi en faşist ses olan o “kifayetsiz muhteris”, 1979 Eylül’ünde bana bu yönde talimat vermişti.

Donumuzu bile zorla “bağışlayıp” (!) çıkartmaya başladığımız ve benim yine Avrupa temsilciğini yürüttüğüm “Karanlık” Gazetesi’nden ayrılmamı; artı, “örgüt”le bütün bağları kopartmış gözüküp, aynı işi bir “büyük burjuva organı” adına üstlenmemi istedi.

Komünist lûgatte “denizaltı” tabir edilen statüyü edindim ki, şimdi hem söz konusu burjuvazinin “kalbine sızacağım”, hem de yazacağım haberlerle dezenformasyon yapacağım

* * *

HER neyse, 12 Eylül 1980 sabahı darbe haberini Belçika radyosundan öğrendiğim.

Öğrendim ve müthiş afalladım. Dünyalarım yıkıldı. İnanmak istemedim. Neden mi?

Şundan ki, yukarıdaki “kifayetsiz muhteris” artık tamamen ajan provokatörlük yayını yapan ve Çin’den gelen sinyallerle uyarak ABD ve NATO’yu sapına kadar savunup Rusya’yı baş düşman ilân eden “Karanlık” Gazetesi’nde her Allah’ın günü, “Türkiye’de asla darbe olmaz, bunu iddia edenler sosyal emperyalistlerdir” diye basbas ahkam kesiyordu.

Yazının Devamını Oku

Patronuma haraç

10 Eylül 2009
DAHA önce de söyledim, patronlar patrondur, gazeteciler de gazetecidir!

Dolayısıyla, doğal olarak yönetici konumunda olanları hariç, gazetecilerin kalemlerini, ekranlarını veya mikrofonlarını o patronla özdeşleştirmek gibi bir yükümlülüğü yoktur.

Aksi takdirde meslek etiğini çiğnemiş olurlar. Artı, hem hemcinsleri, hem de okuyucu, seyirci ve dinleyici nezdinde, müstehsi bir tebessümle, “patronun adamı” damgasını yerler.

* * *

ANCAK, yukarıdaki ahlâki ve mesleki kurallara harfiyen riayet etmesine rağmen bir gün gelebilir ki, gazeteci patronunu sahiplenmek ve savunmak ihtiyacını hisseder.

Çünkü, yine aynı ahlâki dürtüler ve yine aynı mesleki sorumluluklar devreye girmiştir.

İşte, “Doğan Yayın Holding”e Maliye Bakanlığı tarafından kesilen inanılmaz rakamlı cezanın adaletsizliğine, hakkaniyetsizliğine ve özellikle in-ti-kam-cı-lı-ğı-na karşı şimdi kalem oynatacak olmamda da yukarıdaki dürtü ve sorumluluk belirleyicilik taşıyor.

Başka bir deyişle, ne hayatımda tek bir defa elini sıktığım Aydın Doğan’ın benim maaşımı ödüyor olması; ne yukarıdaki “ceza” (!) sonucunda yegâne gelirimi oluşturan bu maaşın azaltılabileceği veya daha beteri, kapı önüne koyulabileceğim korkusu; ne de bilhassa, “iki satır karalayayım da patronun gözüne gireyim” yardakçılığı söz konusu değildir.

Alnım, mazim ve banka hesabım açık, böyle şeyler benim defterimde yazmaz.

Yazının Devamını Oku

Bir ulus-devletin iflası

9 Eylül 2009
BELÇİKALI bakan Guy Vanhengel, sorumlusu olduğu bütçenin 25 milyar avro açık verdiğini duyurduktan sonra, durumun vehametini vurgulamak için şu ifadeyi kullanmış:<br><br>“Eğer bir anonim şirket olsaydık, iflas bilançosu çıkartmamız gerekirdi”.

* * *

AZ söylemiş, çünkü Benelüks krallığında iflas etmiş olan şey bütçe falan değildir.

İflas eden şey Belçika ulus-devletinin tâ kendisidir! Mali açık cim karnında noktadır.

Ve, muhtemelen de bu ulus-devletin günleri sayılıdır. Dağılmaya ilk adaydır.

Pekiii, nasıl oluyor da haniyse iki yüzyıl önce kurulmuş bir ülke böylesine çatırdıyor?

* * *

İLKİN, bırakın modern anlamdaki “ulus”u, tarihte hiçbir zaman “Belçikalı” diye bir kavim olmadı. Bir etnisite ve bir halk da olmadı. Böyle bir insan grubu yoktur.

“Belçika”,

Yazının Devamını Oku

Nasıl bir üniter devlet? (son)

8 Eylül 2009
ASLINDA, geçen hafta soyunduğum bu konuyu sürdürmenin artık anlamı kalmadı.

Çünkü işin en erbabı şahsiyet, yani uluslararası ilişkiler profesörü Baskın Oran, ilk bölümünü pazar günkü “Radikal”de kaleme aldığı ve halen de devam ettirdiği diziye başladı.

Ve Baskın, benim iki-üç makaleye sığdırmak zorunda kalacağım “nasıl bir üniter devlet” sorusuna, derin bilgisi ve titiz akademisyenliğiyle, en geniş cevap ufkunu açıyor.

Dolayısıyla, resmi ideoloji tarafından dayatılan üniter devlet modelinin “kural” değil “istisna” olduğu gerçeğini öğrenmek isteyenler varsa, 75 kuruşa kıyıp bir “Radikal” alsınlar.

Cevaplayan ben olmasam da, “nasıl bir üniter devlet” sorusunun yanıtları oradadır.

Fakat yine de, bir kere soruna değinmiş olduğum için kısaca şöyle bağlayacağım.

* * *

SAYALIM, Almanya, Belçika ve Avusturya hariç, yirmiyedi üyeli Avrupa Birliği’nde topu topu üç federal ülke mevcuttur. Gerisi tamamen “üniter devlet”lerden oluşur.

O halde tamam, demek Türkiye’deki yapı bir sistem olarak

Yazının Devamını Oku

Ermeni açılımı: al birini, vur ötekine

5 Eylül 2009
ASLINDA bugün “Kürt Açılımı” tartışmasında hayati önem arzeden “üniter devlet” konusunu irdeleyecektim.

Perşembe günü, bıraktığım yerden devam edeceğimi söylemiştim.

Lâkin, araya aniden başka bir açılım, yani “Ermeni Açılımı” girdi.

Ve, tıpkı birincisinde olduğu gibi burada da yine kıyamet koptuğu içindir ki, bu aktüel gelişmeyi öne çıkartıp, üniter devlet konusuna gelecek hafta dönmeyi daha uygun buldum.

* * *

EVET kıyamet koptu ve nitekim, siyaset söylemini şovenist kışkırtıcılık ve demagojik tahrifatçılıkla sınırlamış olan CHP, MHP ve diğer “ulusalcı” kesim vaveylaya başladı.

Bunlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini fiilen hayata geçirmek azminde olduğu anlaşılan AK Parti hükümetine karşı yeni seferberlik başlattılar.

Öyle ki, Azerbaycan’dan aslında hiç de negatif tepki gelmemesine rağmen derhal kraldan fazla kralcı kesildiler ve Ankara’nın Karabağ’ı “sattığından” (!) dem vurur oldular.

Yetmedi, “Normalleşme Protokolu”nun Türkiye’yi, 1915 Ermeni soykırımını tanımaya giden yolda “taviz vermeye götürdüğü” yönünde hezeyanlar yumurtladılar.

Yazının Devamını Oku