Paylaş
Yani sanmayalım ki, bin ayrı tv kanalı Kurmançi yayın yaptığı veya etraf “q” ve “x” harflerini kullanan alfabenin tabelâlarıyla donandığı takdirde, ortalık süt liman kesilecektir.
Veya tam tersine, o Kürt sorununun çözümlenmesi durumunda bu etnisiteye mensup yurttaşlar yalnız analisanlarını kullanacak ve Türkçenin “t”sine bile artık rağbet etmeyecektir.
* * *
ÖYLE, zira “dil meselesi” o Kürt Sorunu’ndaki esas “çıbanbaşı”nı oluşturmuyor !
Yasaklamanın kuyruk acısından ve haklı tepkisinden dolayı çoğu defa Kürtler dahi bu “lisâni talep”i ön plana çıkartsa bile, görünüm zahiridir. Tahlil yanılgı üzerine kuruludur.
Kabul, kavmî merâm aracını oluşturduğu için tabii ki Kürtçenin önemini es geçmiyorum. Cim karnında noktadır diye küçümsemiyorum ama, hayatiyet de addetmiyorum.
Çünkü, Kürt sorunu bir kimlik aidiyetinin inkârından kaynaklanmaktadır.
Ve, bu inkarcılığa son verilip söz konusu aidiyet resmen tescil edilmediği müddetçe de, dile yönelik “açılımlar” (!) hiçbir şekilde derde deva oluşturmayacaktır.
Fakat şimdi o devâ arayışlarına hiç değinmeden şu “dil meselesi” üzerinde duracağım.
* * *
URAL–Altay familyasına dahil Türkçeden farklı olarak Hint-Avrupa lisanlarının İrani koluna mensup olan Kürtçe çok uzun müddet “yazılı lisan”a dönüşmedi. Veya dönüşemedi.
Ve tabii, daha bu saptamayı yaptığımız andan itibaren iki olumsuzluk devreye giriyor:
Bir; modern ideolojiler “sözel dil” geleneğinden inen insan gruplarını “tarihsiz” sayar
Nitekim de, sonraki ulus-devletler esas olarak “yazılı tarih” ekseninde inşa edilmiştir.
O halde, “Kürtlerin tarihsizlik talihsizliği” gibi bir ifade kullanmak yanlış sayılmaz.
Zaten, uluslaşmak evresindeki diğer tüm halklar gibi günümüz Kürtlerinin de gerçekte olmayan veya onu çarpıtan “kurucu efsaneler” üretmesini aynı çerçeveye oturmak gerekiyor
Üstelik, biz de aynı hezeyanları Sümer, Hitit veya “brakisefal atalarımıza” (!) kadar vardırmış olduğumuzdan,onların bu çabalarını kısmen anlayışla karşılamamız gerekiyor.
* * *
ANCAK hiç anlayışla karşılanmayacak nokta, şoven Kürtlerin yukarıdaki “yazılı dil” yoksunluğunu, hakim kavim, ulus veya devletlerin onlara uyguladığı baskıyla açıklamasıdır.
Bırakın tarihi gerçekliği, bunun duygusal açıdan dahi asla iler tutar tarafı yoktur.
Ama eğer illâ sorumlu aranacaksa onu, sosyal, siyasi ve coğrafi nedenlerden ötürü kabile ve aşiret dokusu daima ağır basmış olan Kürtlerin, elit yetiştirecek şehirlerden ziyade, zorludağ yerleşim alanlarına dağılmış bir “pastoral kavim” olmasında keşfetmek gerekir.
Nitekim, Kürtçenin “yazılı dil” geleneğinden inmemesindeki ikinci “talihsizlik” de buraya odaklanıyor.
* * *
O da şu ki, harflerle zikredildiği için değişik lehçeler, şiveler ve ağızlar arasında ister istemez asgari bir ortak payda sağlayacak yazılı metinlerin olmaması; artı, söz konusu coğrafi engellerden dolayı aynı lehçe, şive ve ağızları giderek tamamen “başkalaşması”; ve daha artı, tıpkı Türkçe gibi yine zaten bir “modernite lisanı” (!) olmayan Kürtçenin bir de buna ek olarak, kavmin dağılmış olduğu farklı devletlerdeki resmi veya vehiküler dillerden sözcük, terim, hatta cümle yapısı kapması, söz konusu Kürtçenin işini daha da “zor” (!) kılıyor.
Ama bu “zorluk” ve “talihsizlik”, belâ savmak için ancak folklorik bir “açılım”a he diyen Türk şovenlerinin iddia ettiği gibi, Kürtçeyi “pratikte ölü” bir dil kılmıyor.
Fakat aynı şekilde, bu kez Kürt şovenlerin öne sürdüğü gibi, “hür kaldığı an zıpkın gibi sıçrayacak” bir “uygarlık lisânı” yapmaya da yetmiyor ki, nedenlerine yarın geleceğim.
Paylaş