Paylaş
Dolayısıyla, doğal olarak yönetici konumunda olanları hariç, gazetecilerin kalemlerini, ekranlarını veya mikrofonlarını o patronla özdeşleştirmek gibi bir yükümlülüğü yoktur.
Aksi takdirde meslek etiğini çiğnemiş olurlar. Artı, hem hemcinsleri, hem de okuyucu, seyirci ve dinleyici nezdinde, müstehsi bir tebessümle, “patronun adamı” damgasını yerler.
* * *
ANCAK, yukarıdaki ahlâki ve mesleki kurallara harfiyen riayet etmesine rağmen bir gün gelebilir ki, gazeteci patronunu sahiplenmek ve savunmak ihtiyacını hisseder.
Çünkü, yine aynı ahlâki dürtüler ve yine aynı mesleki sorumluluklar devreye girmiştir.
İşte, “Doğan Yayın Holding”e Maliye Bakanlığı tarafından kesilen inanılmaz rakamlı cezanın adaletsizliğine, hakkaniyetsizliğine ve özellikle in-ti-kam-cı-lı-ğı-na karşı şimdi kalem oynatacak olmamda da yukarıdaki dürtü ve sorumluluk belirleyicilik taşıyor.
Başka bir deyişle, ne hayatımda tek bir defa elini sıktığım Aydın Doğan’ın benim maaşımı ödüyor olması; ne yukarıdaki “ceza” (!) sonucunda yegâne gelirimi oluşturan bu maaşın azaltılabileceği veya daha beteri, kapı önüne koyulabileceğim korkusu; ne de bilhassa, “iki satır karalayayım da patronun gözüne gireyim” yardakçılığı söz konusu değildir.
Alnım, mazim ve banka hesabım açık, böyle şeyler benim defterimde yazmaz.
Dolayısıyla, burada Doğan’ı o benim patronum olduğu için değil, bizzat ben ahlâklı ve sorumlu bir gazeteci kalmayı ilke bellediğim içindir ki, kendisini “patron” statüsünden bağımsız biçimde sahiplenmek ve savunmakla yükümlüyüm.
* * *
ÖYLE, çünkü AKP hükümeti tarafından dayatılmak istenenen devâsa “ceza”nın (!) aslında bir “haraç” anlamına geldiğini göremeyenler ya kördür, ya da sonsuz kötü niyetlidir.
Kabul, o patronların işlerine aklım ermez ama yine de benimkisinin diğerlerinin ortalamasından daha “kötü” olmadığını; hatta şu ihalesiz dağıtılan “sus payları” göz önüne alınırsa, onların yanında zemzem suyuyla yıkanmış olduğunu dosdoğru söylemek gerekiyor.
Dolayısıyla da, “DYH” grubunun tam anlamıyla ve seferi biçimde bir “mali taciz”e tâbi tutulması, asla ve asla masum ve tarafsız bir denetim kaygısından kaynaklanmıyor.
* * *
ŞUNDAN kaynaklanıyor ki, aynı “DYH” çoğulcu bünyesinde ben dahil o AKP’ye ve atılımlarına tamamen önyargısız yaklaşan pek çok gazeteciye de hür ifade imkanı tanıyor olsa bile, malûm, “ana hat” olarak muhalif bir çizgi izliyor.
İşte, iktidar da yukarıdaki “ceza”yı Grup’a empoze etmekle, söz konusu muhalefetin ancak böylesine fahiş bir “haraç” ödemek pahasına sürdürülebileceği ihtarını veriyor.
Ötesi, “artık ayağını denk at, yoksa tepene tam bineceğim” demeye getiriyor.
Patronu, matronu bir yana, bunların ikisi de ahlaken ve siyaseten asla kabul edilemez!
* * *
EVET asla kabul edilemez, çünkü evrensel demokrasilerin “olmazsa olmaz” şartını oluşturan basın özgürlüğü, üstü açık veya kapalı “yıldırma yöntemleriyle” tırpanlanamaz.
Hadi totaliter demeyeyim ama, yorumu elâstiki mali kanunların sınırını zorlayarak bu tür tacizlere başvuran iktidarlar, otoritarist eğilimlere meyletmek içgüdüsüyle donanmışlardır.
Zaten, Putin-Medvedev Rusya’sı bir ve Hugo Chavez Venezuela’sı iki, günümüzde aynı yöntemle medya dizginleyen rejimlere kimse, o evrensel demokrasi sıfatını hibe etmiyor.
Dolayısıyla, “DYH” bünyesinde çalışıyor olmasına rağmen AKP’ye karşı önyargısız davranmak özgürlüğüne sahip olan bu satırlar yazarı, “ana hat” itibariyle muhalif çizgi izlediği için o “DYH”ya “haraç” dayatan otoritarist iktidar anlayışı da külliyen reddediyor.
Eminim ki başka bünyede çalışan gazeteciler de aynı etik sorumlulukla donanmıştır.
Paylaş