7’den 70’e ilgi büyük, kendi yıldızları ve oynak bir ritmi var! Peki doyamadığımız tartışmalarda “Algı operasyonu”, “Normalleşme” filan diyenler aslında neyi kastediyor?
İÇ siyaset, popülarite açısından altın devrini yaşıyor. Minibüs muavinlerinin bile Haşim Kılıç’la ilgili bir yorumu var. Gelecekteki başbakanımızın kim olacağı sorusu, altın günlerinde, geçen yılın “Yeni Hürrem kim olacak” merakını aşıyor. İsimlerle ilgili müşterek bahisler açıldı, tahminler uçuşup kaçışıyor.
Tartışma programları dizilerin reytingine yaklaşıyorken, Ahmet Hakan’ın seyirci sayısı Kıvanç Tatlıtuğ’unkine rakip çıkmışken, Kurtlar Vadisi, Dört Bir Taraf’taki çatışma ve gerilimin yanında gözyaşları içinde kalmışken, yazmadan olmazdı. 90’larda Türk pop müziği neyse, şu an siyaset yorumu o kıvamda. Yayıldı, köpürdü, dillere düştü, çoğaldı, neşeli ve oynak bir ritim kazandı!Hadi 68 kuşağını tenzih ederek toplu itirafta bulunalım: Çoğumuz son aylarda politikayla, hayatta hiç olmadığımız kadar ilgili değil miyiz? Öyleyse, sık duyulan siyasi terimlerin içinde bulunduğumuz günlerde aslında ne manaya geldiklerini konuşalım. Zira tartışmalarda katılımcıların, ince seslileri telaffuz edemeyen tiki kızların “filan yani”yi kullanma sıklığı kadar çok tekrarladığı, “Algı operasyonu”, “Normalleşme” gibi terimler de Türk popu gibi. Kaynak Batı, ama kaçınılmaz olarak kendimize benzetip, biraz malzemeden çalıp, kenara bir kilim deseni iliştirmişiz.
Siyaset bilimci değilim ve bu gerçek bir sözlük değil. Belki acizane bir tercüme. Terimleri, son dönemlerde memlekette kullanılan, ağza sakız manalarıyla açıklamaya çalışacağım.
Algı operasyonu: Bir yalanı elli kere söylersen inanan birileri çıkar ilkesinden faydalanan siyaset enstrümanı. “Cambaza bak”çılık. “Çamur at izi kalsın”cılık. Kandırıkçılık. Aynı zamanda gerçeklere, “Organize bir yalan” deyip tüyler ürpertmenin en saygıdeğer yolu.
Pejoratif: Çaktırmadan aşağılayan ifadelerin özelliği. Başörtülü kadınlar, “Türbanlı” kelimesinin böyle olduğunu söylüyor. “Türban”, kelime anlamıyla sadece bir zamanların çok moda başlığı olsa da. “Beyaz Türkler” ses çıkarmıyor ama, bu tamlama da yaldır yaldır pejoratif! Beyaz sadece bir renk olsa da. “Pejoratif manada” denince, iki ihtimal var. 1) Buluttan nem kapılmış, aşırı hassasiyet mevcut, siyaseten doğruculuk fırtınası çıkmış. 2) Birilerine kitlesel olarak çatır çatır hakaret edilmiş, ama o kadar ince edilmiş ki, dava açamayacaklar.
Sakın internette doğal anti-depresan araştırmayın. Safrandı, St. John’s bitkisiydi, şuydu buydu yazacak, onları pazarda bulacağım diye iyice bezeceksiniz. Ben çözüyorum sorununuzu!
Bahar geldi, başladı bir bedbinlik. “Gidelim artık buralardan” havası, “Hayatın manası ne ki zaten” kafası... Başbakan’ın dediği gibi “Depresyonu da biz biliriz!” Zira sanatçının ekmeği depresyon, peyniri anti-depresandır. Şahsen hap yutup ilaç firmalarını zengin etmeye karşıyım. Erişkin insan, depresyonuna söz geçirecek! Moral bozukluğu günlerinde başarılı sonuçlar aldığım çareleri bu yazıda aktaracağım. Her derdinize de ben koşayım yahu!
Türkün ‘moral bozukluğuyla’, ‘kafa atıklığıyla’ Batılının depresyonu aynı şey değildir. İnternete girip “Aha doğal çare” diye St. John’s Wort’e dadanma. Ne o? Aziz John’un bitkisi. Elin Aziz John’u, keyfin niye kaçtı nereden bilsin? Batılının depresyonu strestendir. Bizse telaştan besleniriz. “Harekette bereket vardır”, stres bizim benzinimizdir. Depresyonumuz miskinlikte yeşerir. Bir kere St. John’s Wort yuttum, pelte gibi üç gün yattım. Aziz John’u bırakacaksın, Kurukahveci Mehmet Efendi’ye yöneleceksin. Yani bir Türk kahvesi çakacaksın, zıpkın gibi kalkacaksın. Sonra da bir arkadaşa fal baktır, muhabbet olur.
Kendiliğinden geldik ikinci tavsiyeye: Eşe dosta musallat ol. Ama enerji vampirlerine değil. Dost dediğin Vasfiye Teyze gibi olmaz. Dost, depresyon günlerinde, senin iyi taraflarını alıp, üzerine yüzde 30 reklam abartısı katıp, seni sana satan başarılı bir pazarlamacıdır! Kalçan mı geniş: “Pardon da şu an geniş kalça moda!” Aşırı başarılısın, müdür, koltuğu için tehlike olarak gördü, seni ondan kovdu: “Böyle kötü olaylarda, insan kaderin sillesi kuyruğunda sırasını savmış olur. Bunu atlat, romantik komedi filmi gibi yaşayacaksın” diyendir dost. Bunlardan bul ve yapış!
Affet o hıyarı!
Çok mu kızgınsın? Çok mu haksızlığa uğradın? Hayallerin mi yıkıldı? Affet o hıyarı! İlahi adalete inan. Onun başına neleer gelecek! Ben garanti veriyorum. Haklı ve mağdur olmak kadar güzel şey var mı? Vicdanın rahat, kaderden de alacağın var, süper! Zamana bırak, pis pis gülümse.
Kalbini mi kırdılar? Canını mı acıttılar? Düşüp dizini yarmışsın gibi, sakin ol, derin nefes ala ala bekle. Elizabeth Bowen ne demiş? “Sanat, acısı geçtikten sonra hâlâ önemli olmaya devam eden tek şeydir!” Sanat eseri yaratma peşinde değilsen, acılara yüz verme, zamanla unutmaya bak. Her geçen dakika lehine çalışıyor, öyle düşün.
“Yapsın, hakkıdır” diyen de var, “Her şeyi bırakıp gitsin” diye söylenen de. Başbakan’ı Süpermen olarak gören de var, Joe Dalton muamelesi yapan da. Oysa çizgi roman değil ülkenin geleceği yazılıyor! Kişiyi değil, sistemi tartışmamız gerekmez mi? Hikâye Almanya’da geçseydi öyle olurdu!
Çizgi romanda şahsi favorilerim Mandrake, Red Kit ve Asteriks’tir. Red Kit’in alçakgönüllü kişiliği, Mandrake’nin şehirli jantiliği, Asteriks’in sıcak komedisini ötekilerde bulamadım.
Çizgi romanlar Batı’dan çıkmış olsa da Doğu dünyası gerçek hayattaki süper kahramanlara inanmaya daha yatkındır. Doğu’da, popüler siyasi liderler, süper kahramanlar kadar güçlü, karizmatik, hatta imkânsızı başaran figürler gibi görülür. Sebebi, ülkenin kaderinin kurulmuş ve tıkır tıkır işleyen bir sistem değil, kişiler tarafından belirlenmesidir. Sözgelimi, hayat berbatken, mazlum acı çeker, yoksul ağlarken, bir adam çıkar ve herşeyi düzeltir! Bir kurtarıcı! Bir baba! Bir süper kahraman!
Süper kahraman yaşlanınca, sıkılınca veya gidince ne olacak? Yerine ‘kötü adam’ gelirse ne yapacağız? Kimse sormaz.
Batı dünyası ise sistem kurar. Enerjisini sistemi düzeltip, geliştirmeye harcar. Başa John, François veya Gunther de geçse, pek bir şey değişmez. Sistem çalışmaktadır çünkü. Adama göre sistem değiştirilmez, sisteme uygun kalifiye adam bulunur! Kurumsallaşmış şirketler de böyle yürür. İlkeleri, akış, iş bölümü ve kurallar bellidir. Genel müdür kim önemsizdir. Zaten seçilmesi için de kriterler vardır. Dolayısıyla Ahmet gidip Mehmet yönetime geldiğinde, ne felaket olur ne mucize. Mucize bekleniyorsa Mehmet’in gözünün içine değil, sisteme dönüp bakılır. O geliştirilir.
Aksine, sistem kuramamış küçük aile şirketleri, baba vefat ettiğinde bazen bölünür, bazen de batar. “Meğer yıllardır her şeyi babamız halletmiş”tir”!
Dizi temposu, gazete yazıları derken bilgisayar başında günde 12 saat geçiren boyun kaslarım fazla mesaiye dayanamayıp grev yaptı! Lokavt yoluna gidemiyorum bittabi. “Biraz dinlenin, gevşeyin, geri gelin” dedim. Üzerine bir de soğuk algınlığı bindi. Bu hafta mecburen “Yıllık iznimin bir bölümünü” kullanmaktayım. Haftaya görüşmek üzere.
Manavından sanatçısına, kulak burun boğazcısından buldozer operatörüne, iç siyasetle uğraşmaktan işimizi yapamıyoruz! “Ne olacak şu memleketin hali”ni bırakıp bir kendimizle ilgilenemedik yemin ediyorum.
Bu hafta, yine, üç kişinin bir araya geldiği her konuşmada gündem: “Başbakan ne dedi, istihbarat devleti mi kuruluyor, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki potansiyel formüller ne”! Altın günleri dahil! Hangi memlekette taksi şöförü Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın adını bilir arkadaş? Biz böyle bir milletiz işte. Gazetelerin en çok okunan ve paylaşılan haberleri, futbolu ayırırsak, hep ülke yönetimiyle ilgili.
Peki, diğer ülkelere bir bakalım mı? Tüm dünya gazetelerinde haber olan Berlusconi’ye kamu hizmeti cezası, Ukrayna-Rusya, Mısır’daki korkunç idam listesi ve Suriye dışında, dün bazı başka ülkelerin vatandaşları ne okumuş? En çok paylaşılan haberler ne olmuş?
Amerika: NY Times’ın okuyucuları, ebeveynlerinin dersleriyle ilgilenmediği çocukların daha başarılı olduğu haberini okuyup çıldırmışlar! E-mail, okunma ve paylaşım rekoru “Sabilere ödev yaptırmayın, okuldu, öğretmendi diye bunaltmayın, daha kötü olurlar” haberinde!
Japonya: Japonlar da anayasa konuşuyorlar, ama başka bir yönden. 9. madde, ülkenin asla savaşa girmeyeceğini ilke olarak ifade ediyor. Japonya 70 yıldır savaşmıyor. Teknik olarak bir ordusu da yok. Bir ev hanımı çıkıp, elinin suşisiyle işe karışmış, bu maddenin “Nobel Barış Ödülü”ne aday olmasını sağlamaya çalışıyor. Almanya: Almanlar Ukrayna dışında, hatta onun kadar, Google’ın yeni çıkardığı “takılabilir bilgisayar” gözlükle ilgilenmişler. Alman teknoloji seviyor sayın okuyucular, sürpriz olmadı.Fransa: Fransızlar bütçe açığına sinirleniyorlar. Zaten bu Hollande’ın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmez. Dün ayrıca, rahim ağzı kanseri için aşı ne kadar etkili, o haberi çok okumuşlar. Bir de Fransızlar’ı Ağustos boyunca tatil yaptıkları için, bir nevi “tembel teneke” ilan eden, Amerikalıların çalışkanlık ve hırsına övgü yağdıran Cadillac reklamına pek sinirlenmişler! İtalya: İtalyanlar elbette hem eski liderleri hem pop starları Berlusconi’nin haberiyle çok ilgili. Ama bir skandal daha var: Tüp bebek çabası içindeki bir hanım, hastanede embriyolar karıştığı için şu an başkasının bebeğine hamile! İsveç: İsveçliler günlük çalışma süresini altı saate indirmeyi düşünüyorlar! Bu değişiklik, en çok okunulan ve konuşulan haberlerden biri. Bir de vasiyeti öyle olduğundan, gazetelerdeki ölüm ilanı “Ben öldüm. Stig Kernell” şeklinde çıkan 92 yaşındaki amcanın haberi var. Merhum abartmak istememiş olayı sanırım. Veya “Zaten sarışın mavi gözlü ve uzun boyluyum, sosyal güvencem, tüm haklarım, özgürlüğüm hazır, mesai de altı saate indi, böyle hayatta ölünür mü arkadaş?” şeklinde ölümü protesto etmiş de olabilir. Hayat onlara güzel nitekim.
Görüldüğü gibi, dünyayı sarsan dış haberler dışında, elin adamı sağlıkla, çoluğuyla çocuğuyla, kaç saat çalıştığıyla, başka insanlarla, dünyaya afrayla tafrayla meşgul. Keyifleri yerinde yani. Şimdi geliyoruz daha ilginç üç gündeme:Hindistan: Hintliler seçim sürecine girmiş, işi gücü bırakmışlar. “Hangi parti mecliste kaç sandalye alacak, kimin miting yapmasına niye izin verilmiyor, niye anketler tutmuyor” bütün gündemi işgal etmiş. “Ne olacak bu seçim sonuçlarının hali”ni konuşuyorlar. Tanıdık mı geldi? Haha, siz var ya siz. Yok yahu Allah benzetmesin. Onlarda 815 milyon seçmen var ve 7 nisanda başlayan seçim 16 mayısa kadar 9 aşamalı olarak sürecek! Neymiş? Beterin beteri var!İngiltere: Genellikle üzerinde güneşin batmadığı İngiltere, dev bir yolsuzluk skandalıyla çalkalanıyor! Yaa, hem de ne! Ukip partisi lideri Nigel Farage’ın, Avrupa Birliği fonlarından kişisel hesabına 60 bin avro aktardığı iddia ediliyor! Farage bunun “Siyasi bir yıldırma kampanyası” olduğunu söylüyor, ama soruşturma başlamış bile. Şu an İngilizler şokta! Evet, yanlış okumadınız taam altmış bin avroooo! Ahaha, birşey söyleyeceğim, ezmek gibi olmasın ama fakir bunlar yav. Vallahi.
Yunanistan: Ah be komşu! Komşu kaynıyor! Yunanistan’da son bir iki haftanın en çok konuşulan haberi: Koalisyon hükümetinin genel sekreteri Panayotis Baltakos, aşırı sağcı Altın Şafak partisi üyeleriyle arasında geçen ve Başbakan’ı hedef alan konuşmalar içeren bir ses kaydının ortaya çıkması üzerine, istifa etti.
Ne derseniz deyin. Ama tek başına ‘delilik’, benim terminolojimde akıl hastalığından tamamen farklı bir kavram. Dünyaya getirdiği dramatik ve lezzetli değişim övülmeyi hak ediyor
Hürriyet Pazar’dan arayıp ‘Çılgınlar’ haberini anlattılar. “Bartu Küçükçağlayan’ı sen yaz” dediler. Sonra ne olduysa, haberin teması üzerine muhabbet yapma işi de üzerime kaldı. İnsan işkilleniyor tabiatİyle. “Niye ‘tatlı kaçıklar’ yazısının girişi bana yazdırılıyor? Neden konunun uzmanı olarak görülüyorum?” gibi bir paranoya yaşanıyor! Kendimi gözden geçirdim. Doğuştan yanık devreler, fazla mesai yapan trafolar var illaki. Ama pek çaktırmadığımı düşünüyorum. Sonra yeterince normal göründüğüme inanıp, meslekten kaynaklanan ‘delilerden sen anlarsın konuş onlarla’ tarzı bir bakış açısı olabileceğine karar verdim!
Bu portrelerin ilk başlığı ‘Tatlı deliler’di. ‘Tatlı’, bittabii ‘delilik’ kelimesinin negatif algısını yumuşatmak için eklenmiş. Ama bu, bence Bartu gibi insanlar için fazla mısır şuruplu, fazla ‘pasta üstüne bonibondan gülenyüz’ bir terim! Sonra ‘çılgın’ tercih edildi. ‘Çılgın’ı duyunca, gözümün önüne arı desenli mini etekle dans eden 67 yaşında bir kadın geliyor! 90’larda ‘uçuk’ denirdi ama genelde saçını kırmızıya boyayan veya yoga yapan insanlar olurdu onlar. ‘Marjinal’ iyi başladı, sonu kötü bitti! ‘Çizginin dışında’ çok romantik ve siyasi kaldı.
Bonibondan gülenyüze de kırmızı saçlılara da mini etekli hanıma da saygım sonsuz. Hele ki ‘Asık suratlı olmayan her şeye, her zamankinden çok ihtiyacımız olan şu günlerde’!
Delilik kokteylinin malzemeleri
Ama bence burada anlatacağımız, başka bir şey. Yazıdaki bazı isimleri biliyorum: Ayşen Gruda, Nazan Öncel, Bülent Ersoy, Yıldız Tilbe, Bartu, Gonca.. Onları kendimce ‘değişik kafalar’ diye tanımlayacağım. Ama ‘deli’ kelimesini de pozitif manada kullanmaktan çekinmeyeceğim. Zira delilik, akıllılarda olur. Akıl olacak ki, ara sıra kaybedilsin! Beyni hayaller uğruna har vurup harman savurmak için, elinizde bol miktarda olmalı.
Alın size ‘değişik kafa’ kokteylinin ilk malzemesi: Zekâ.
Pardon kardeş de, siz ne bekliyordunuz? Seçim öncesi hiç mi anketlere bakmadıydınız? AK Parti yüzde yedi oy alacak görünürken aniden bu sonuç patladı da, ona mı şaşırdınız? Kıl payı bir Ankara heyecanı yaşandı, o da AK Parti’ye bir kalp spazmı geçirtti anladığım kadarıyla. Onun dışında “Ne garp, ne şark cephesinde değişen pek bir şey yok”.Kendini yenik hisseden arkadaşım... Hiç marjinal havalara girme, senden kaç milyon tane var biliyor musun? Hatırlatayım: Sen çoğunluksun çoğunluk! Yüzde elli yedisin sen! Hadi siyasi hareket olarak kendinden memnun BDP seçmenini de bu orandan çıkaralım. Her hesaba göre, kapı gibi yüzde elli ikisin sen! Ne bu hezeyanlı sanatçı ayakları!? Ne bu depresif haller!? Bir kişi “Beni anlamıyorlar” diye depresyona girerse, ilgilenilir, derdi dinlenir. 36 milyon “Bizi anlamıyorlar” diye depresyona girerse, “O zaman kalk, kendini anlat kardeşim” derler adama.
ANLAMA, DİNLEME KONUŞMA VAKTİ
Derdin “Niye AK Parti çok oy aldı” ise, o hüzünlü hüzünlü uzaklara bakıp dertlenmekle çözülmez. Bak bakalım niye aldı. Etrafındakilerle konuş. Oy vermiş olanları bul, sor, neden vermişler. Bir Anadolu gezisi yap ilk fırsatta. Hem değişiklik olur. Dolaş oralarda, insanlarla sohbet et. Hadi birbirimizle bir iletişim kuralım artık şu ülkede yahu! Herkes birbirini bir dinlesin: Yüzde kırk üçün meseleleri neymiş. Başbakan uzun boylu diye mi oy veriyorlarmış yoksa bambaşka sebepler mi varmış. Muhalefet niye endişeliymiş? Kürtler ne istiyormuş? Bir karşılıklı duyalım birbirimizi.
Belki, bu senin en yalnız hissettiğin gün, başka mahallelerden arkadaş edinmeye, onları anlamaya başlayacağın gündür!
Derdin “Niye benim oy verdiğim parti geride kaldı” idiyse, ona da bir bak niye öyle. Dizini kırıp oturma. Partinden memnunsan teşkilata gir mesela. Uğraş, çalış, örgütlen, bir ucundan tut. Fikir al, fikir ver. Memnun değilsen, eleştir, isteklerini, gördüğün yanlışları anlat. Gir içeri, sen düzelt bunları.
Bu iş vatandaş olarak anayasal hakların neymiş onları okumaktan başlar, aktif olarak siyaset yapmaya kadar gider. Şimdiye kadar hiç ilgin olmadıysa, bir yerden başla. Aç, hiç okumadıysan Anayasa’yı oku mesela. Temel hak ve özgürlüklerin, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı neymiş, din ve vicdan hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma, toplantı hak ve hürriyeti, seçme seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakların neymiş, oku. Bilmeyene öğret. Ne bileyim, bir STK’ya üye ol, yaban gibi durma!
Belki senin depresyonunun zirve noktası, aynı zamanda ülkede atıllığın, “bana ne”ciliğin dibe vurduğu noktadır!
Bense yüzde 45’in AK Parti merakını anlamaya çalışmaktayım. Sanırım vatandaşın ilk önceliği Vasfiye Teyze’nin dediği gibi, ‘Değirmenini döndürmek’. Oy verirken düşündüğü, biz eğitimli, tuzu kuru şehirliler gibi AB kriterlerinden çok, ‘Karnı tok, sırtı pek’lik kriterleri!
Bu köşede, kabalık etmeden, seviyeyi düşürmeden siyasi hiciv yazıları yazıyorum elimden geldiğince. En sık gelen soru “Başınıza bir şey gelmesinden korkmuyor musunuz?” Yoo. Yazdıklarımı yazmanın gözüpeklik olduğuna inanmıyor, niye diken üstünde olmam gerektiğini anlamıyorum. Belki memlekette hâlâ bir miktar hukuk ve demokrasi bulunduğuna iflah olmaz bir iyimserlikle inandığımdan. Belki şuursuzluktan, bilemem. Ama bana göre hakaret etmeden siyaset yazana değil, susana, kendi gölgesinden korkana şaşırmak lazım. Ne biçim bir hayattır ki o? Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz, o kadar da abartmayın. Paranoya, özgürlüğün düşmanıdır. Korkularınızdan daha çok korkun! Yalan Dünya’daki Tülay’ın dediği gibi: “Ezik miyiz yav biz?”
Ki bu cümle muhalif partilere oy vermiş vatandaşın kafasında seçim gecesinden beri neon ışıklarıyla yanıp sönmekte: “Ezik miyiz biz?” Değilsiniz sevgili kardeşim. Sadece, sizin partiniz Ak Parti’ye oy veren yüzde 45’in öncelik sırasını hiiç anlamadı!
Ankara ve Antalya’da seçimlerde şaibeler var deniyor. Ama bir ara Başbakan’ın dilinden düşürmediği gibi “Velev ki” diyorum, velev ki Antalya ve Ankara’yı kıl payı farkla CHP aldı, her şey tamam olacak, sokaklarda bayram mı yapacaksınız? “O kadar olayın ardından AK Parti nasıl yüzde 45 (kimisi 43 - 44 diye tartışıyor, hayatımızda ne fark ettirecekse) oy aldı”yı analiz etmek gerekmez mi
Bana sorarsanız uzun anketler yapmaya gerek yok. O vatandaşlarla, adeta tek bir karaktermiş gibi empati yapıldığında, bence ortaya şu çıkıyor: En temel ihtiyaçlar ekmek ve huzurdur! Biz eğitimli, tuzu kuru şehirlilerin öncelik sırasıyla, Anadolu şehirlerinde, köylerde, kentlerin dış mahallelerinde zor şartlarda yaşayan vatandaşın öncelik sırası aynı değil.
Ak Parti yıllarca yiyecek ekmek bulamamış aileye, bir ekonomik standart sağlamış. Yolunu yapmış, iyi kötü bir hastane getirmiş. Eh kavga-dövüş, huzursuzluk da yok. Yıllarca nefes alamamış, gelecekten ümit kesmiş adamın ‘karnı tok sırtı pek’lik kriterlerini yerine getirmiş. Ya kime oy vereceedi?
Ne yazık ki özgürlük kısıtlamaları, çevre katliamı, yaşam tarzı müdahaleleri, kültür ve sanat politikaları gibi sorunlarımız, o kardeşimiz için lüks! Öncelik listesinde dokuzuncu sırada filan geliyor. Yıllarca karnı doymamış, oğlu işsiz kalmış, sokağından lağım akmış, karısı hastalanmış, hastane sırasında ölmüş. “Bu Gezici’ler dizlerini kırıp evde otursunlar, ülkenin huzurunu kaçırmasınlar” diyor bile olsa, onu anlayacaksınız, anlayacağız.