Yazı tahmin ettiğiniz konularda değil. Seçim arifesinde, 19 Mayıs’ı fırsat bilip seyahate çıktınız biliyorum. Bu gezide yaşanacak problemlere direnmemenizi önerecek, sorunların çözüm süreçlerini anlatacağım. Neşeli konularda bile siyaset dilini bırakamadığımız bir dönemdeyiz, idare edin
19 Mayıs’ın öncesini önüne, sonrasını peşine katarak gezi planı yaptınız değil mi? Biliyorum çünkü ben de niyetlendim ama sizin yüzünüzden otellerde yer bulamadım. Biraz da mutluyum esasen. Seyahat tarihi eser gibidir. Uzaktan hayran olur, çok istersin. İçine girince elli tane problem çıkar. Üzerine bile yıkılabilir. Ama madem ‘gezi ruhu’na bir kere girdiniz, alın size çözüm süreci önerilerim:
Saatler size düşman olabilir, takmayın
Zamanlama manidar! Herkes tatile hücum etti! Uçaklar rötar yapacak. Sinirlenmeyin. Havaalanına aç gidin, beklerken bir şeyler atıştırın, beyin oraya yemeğe geldiğinizi sansın. Yanınızda kolay okunacak fasa fiso kitap götürün. Rötarı ve havayolunun ismini tweet atın, intikam duygusuyla acık rahatlayın. Vardığınızda güneş batmış ve deniz saatini kaçırmış olabilirsiniz. “İlk gün yanamadan geçti” diye krize girmeyin, seyahatten bir gün önce solaryuma girin.
HAYAL kırıklığı olmasa hayat bir komedi. Sizi bu hafta gayriciddi bir yazıyla yaza hazırlayacağım ki, yine eylülde bunalıma girmeyin. Zira aslında sonbahar depresyonu yoktur, aşırı fazla yaz hayali vardır. Yaza dair beklentileri önceden düşürmek 4 mevsim mutluluğun anahtarıdır.
Hayaller: Kusursuz güzellikte genç insanların dans edip eğlendiği turkuvaz bir plajda çekilen meşrubat reklamları.
Hayatlar: Dört tarafı ter, selülit dağları, entarili yaşlılar ve bağıran çocuklarla çevrili, kıyıları yosunlu tıklım tıkış bir plajda, insanları ve yosunları iterek yüzerken çekilen çile.
Hayaller. Ananaslı-mangolu kokteyller.
Hayatlar: Patlıcan-biber kızartması.
Hayaller: Güneşli bir kıyıda paten kayarak bol bol dondurma.
Hayatlar: İlk dondurmada, evde yatarak boğaz enfeksiyonu.
Zeki Alasya’nın gidişiyle ilgili en vurucu cümleyi, onunla hem sahnede hem filmlerde çok kez birlikte oynamış Ayşen Gruda söyledi: “Bugün her evden bir cenaze çıktı...”
HATAY Müzesi’ne taşınan mozaiklerin ağzının yüzünün birbirine girdiği yeni “restore edilmiş” hallerini gördünüz muhakkak. Şimdi yukarıda Allah var. Mozaiklerin eski ve yeni halleri birbirine hiç benzemiyor değil. Meali diyebiliriz. “Üç aşağı beş yukarı aynı” bile diyebiliriz hatta.
Fakat ahali nankör anacım. İlla “Niye adam gibi restore etmediniz, niye Romalı kadının ağzı Şam’a burnu Bağdat’a bakar oldu, niye tombul bebeğin kaşı gözü oynuyor” diye eleştirecekler.
Kimisi de “Eski mozaikler çalınmış, yerlerine yenileri konmuş” teorisini ortaya attı. Bunu test etmekten kolay şey var mı? Mozaiklerdeki Romalı kadın yüzünü şu “Kaç yaşında gösteriyorum” programına koyacaksın. Öncesiyle, restorasyon sonrası aynı yaşta çıkarsa çalınmamıştır! Benim gece üçte evde makyajsız çektiğim “otoportreme” 19 yaşında dedi o program! Elimde kanıtı var. Ama bu belge ancak “postmortem” halka sunulabilir. Şu an yayınlansa sanırım bir daha televizyona çıkarmazlar, o kadar eşsiz göründüğüm bir fotoğraf. Yine de 19 dedi işte. Makyajlı ve dinlenmiş olsam belki 12 diyecekti. O bakımdan, bence mükemmel bir program. Mozaiklerde ve çamaşırlarda kullanılabilir. Bunların teknolojiyi hiç takip etmemeleri beni üzüyor.
Teknoloji bir, telekinezi iki. Bunlara dikkat! Niye? Davutoğlu başbakanlığa girişirken ilk ne dedi? Geniş çapta, komple bir “restorasyon”!
Şimdi, mozaik skandalında “restorasyon” adı altında şekil bozulması, eciş bücüşlük, flulaşma gören vatandaş ne yapacak? İster istemez, restorasyonu duyunca bilinçaltında, Türkiye’nin son dönemiyle, o mozaiklerin başına gelen arasında sembolik bir benzetme bulacak!O mozaikleri bu hale getiren kimse, hükümete sinsi bir tuzak kurdu bence. Tabii olay süper yeteneksiz, beceriksiz ve birinin yakını diye işin teslim edildiği kimselerin eseri değilse. Ama bu hükümetin de yandaş kayıran, kadrolaşan bir hükümet olmadığı malum. (Gülecek bir şey yok, mizahçıyız diye her yazdığıma gülmeyin!)O halde geriye tek ihtimal, benim teorim kalıyor: Maksat “restorasyon” kelimesine negatif algı yönetimi yapmak. Çarpıklaşma, bozulma kavramlarıyla özdeşleştirerek hükümeti yıpratmak! Ah Reis, gör bunları hocam. Aşırı tarafsızlık da bir yere kadar. Yazık oluyor bu partiye!Bence mozaik operasyonuyla vatandaşa bilinçaltı mesaj veriliyor! Telekinezi bu muydu, neydi? İllüminati miydi bu? Bir şeydi. Kimsiniz oğlum siz? Bitiririz sizi!
(Son dakika notu: Az önce bir haber düştü. Mozaiklerin restore edilirken esasen çok da değişmediği, yeni fotoğrafların photoshop kullanılarak üretildiği, bir komplo yapıldığı iddia ediliyor. Canım memleketimde, komplonun şakasını yapamadan, gerçeğinden şüpheleniliyor! Ha biz işsiz kalalım, aç kalalım, tamam ya.)
Baraj yapmayı da biz biliriz!
Alıştığımız türden bir ‘bayram’ geçirdik ama pekâlâ başka türlü de geçirebilirdik. Ya da bana bir an öyle geldi
Bu yazı cuma akşamüstü yazılmakta. 1 Mayıs canlı yayında. Helikopterler tur atıyor, Beşiktaş’ta müdahale var, yine eli sopalılar ortaya çıktı vs.
Ancak şu tarz görüntüler de var ki gem vuramadığım hayal gücümü tetikliyorlar: Bir grup gösterici, karşılarında cop ve kalkanlarıyla duvar örmüş polisin önünde oturmuş, saz çalıp türkü söylüyor. Birkaçı da halay çekiyor. Kamera polisleri gösterirken, mesleki deformasyon gereği içlerinden ne geçirdiklerini düşünüyorum. Sanki “Bitirseler de gitsek” diyor birisi. Bir diğeri “Şu türkü söyleyenin gözü göz değil” gibi dikkatli bakıyor. Bir başkası ise bence günlerdir stres ve asık suratlardan bıkmış, için için türküye ve halaya katılmak istiyor!
Anlıyorum o polisi. Ben de öyle isterdim. Hatta popüler bir türküye girildiyse, megafonu alıp, “Arkadaşlar, hep birlikte halaya duruyoruz, lütfen zorluk çıkarmayalım, tempoyu kaçırmayalım” deyip, sivil itaatsizlik mi, ‘görevi aşırı iyiye kullanma’ mıdır nedir, kendimi teşkilattan kovdurtacak saçma bir şey yapardım! Tahayyül etsenize. Bir polis aniden elindeki silahları bırakıp türkü ve halaya katılıyor. Göstericiler şaşkın. “Vay be” deyip iyice coşuyorlar. Polisler birer birer ekleniyor, halaycı kalabalık büyüyor. Barikatlar açılıyor, Taksim halaya duruyor!
Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından sonra 26 Mayıs’ta olacak 4G ihalesi, dev bir soru işaretine dönüştü. Bu esnada teknik analizlerde 3G’nin birkaç yıl içinde artan yükü kaldıramayacağı, 5G’ninse 2020’den önce yaygın olarak kullanılamayacağı ortaya çıktı! Sonra Başbakan Davutoğlu ve Ulaştırma Bakanı’nın Cumhurbaşkanı’yla konuştukları, bir nebze ikna ettikleri iddia edildi. BTK, “İhale olacak” açıklaması yaptı. E ama Cumhurbaşkanımızın karakteri ve otoritesi belli. Bittabi, bugün yapılacak “Uluslararası Yatırım Zirvesi 2015”in “Teknoloji Yatırımları” başlıklı özel oturumundan, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu başkanı, Vodafone Türkiye CEO’su ve icra kurulu başkanı, çekildiler! Muhtemelen çekilmeseler, 4G’nin ne vazgeçilmez ve muhteşem bir teknoloji olduğu, milletimizin ne kadar rahat edeceği filan anlatılacaktı. Ama bu durumda, hem ihale yapılacak gibi görünüyor hem de Sayın Erdoğan’la ters düşmek olmaz. O zaman ya oturuma katılmayacaksın ya da “ne şiş yansın ne kebap” bir konuşma yapacaksın. Mesela:
4G güzel bir şey, ama her güzelin bir kusuru vardır!
4G interneti acayip süratlendirecek. Öte yandan sürat felakettir!
4G okey, ama 5G onu döver. Cumhurbaşkanımız her şekilde haklı.
4G özünde iyi, ama bir Alex değil.
4G iyi, 5G süper, ama 3G’nin de suyu çıkmadı yani. Bence 3’e 5’e bakmayalım, sonuçta ülkede internet varsa bu tamamen AK Parti’nin eseridir!
Ütüyü akrabalara tercih etmek!
“Sana ne ki” diyecek arkadaşlar için: Efendim, emeklilik konusunda gazetecilikte “yıpranma payı” vardır. Yani gazeteciler, askerler, polisler, itfaiyeciler ve maden işçileri gibi, birkaç sene daha erken emeklilik hakkı kazanırlar. 1997 yılından beri kadrolu ve sigortalı gazeteci olduğumdan, hesapladığım kadarıyla emekliliğime şunun şurasında 5-6 sene kaldı. CHP yılda iki maaş ikramiye vaat ediyor. HDP “Toplu taşıma emeklilere bedava olacak” diyor. İki parti de çiftçinin yanında. Suyu, elektriği bedava veren de var, mazotu ucuz veren de.
Demek ki, ikide bir sıktığımız “Amaan bıktım bu işlerden, emekli olup bir Ege kasabasına yerleşeceğim, bahçe alıp tarım yapacağım, oh mis” palavrası gerçek olursa, hakikaten yaşadık! Orhan Veli’nin dediği gibi “Bedava yaşıyoruz, bedava” diyebileceğiz.
MHP’nin seçim bildirgesini görmedim. Ama hem onların hem AK Parti’nin seçime kadar bu topa girip, aşağı kalmamaya çalışacaklarından eminim. Yani tam ben inceden yaşlanmaya başlarken, emekliler altın devrine giriyor! Çok ballıyım. Şaka maka, gerçekten sıkıntı çeken emeklilerin hayat standardının bir siyasi rekabet alanı olmasından bence ülkedeki herkes mutludur. Güzel oldu bu.
Kaynak var da, nasıl harcansın?
CHP’nin seçim bildirgesi açıklandığından beri kıyamet kopuyor. “Kaynak bulamazlar” diyenlerle “Kaynak var, mesela Saray” diyenler tartışıyor.
Bu olağandışı hikayeler, ancak belli film janrlarında ve bazı destekleyici ögelerle sunulsa kendini kurtarırdı
Nükleer santralin aslında güvenli ve temiz bir enerji olduğu haberleri:
Olay 1981’de geçmektedir. Çernobil olayı filan henüz yoktur. Film, kahramanımızın bir yandan nükleer santralde çalışırken bir yandan da, 1940’larda sigaranın sağlığa faydalı olduğunu iddia eden reklamlarla dalga geçtiği bir sahneyle açılır. Janrı kara komedidir.
Şırnak’da katırların silah sesinden korkup uçurumdan atladığı haberi: