Hiç okumadan cihazı çalıştıranlar? Kılavuzu okusa da anlamayıp deneme-yanılma yoluna gidenler? Elleri göreyim? İlk gruptansanız kesin ya mühendissiniz ya turist.
Biz makine arızalarını, onlara insani duygular atfederek anlatan bir milletizdir. Bizde “çamaşır makinası nazlanır”, “buzdolabı yorulur”, “kahve makinası inat eder”, “otomobil yaşlanır”, “cep telefonu ölür”.
Türkiye’nin enerji devi filan olmasını ben de isterim. Hatta en büyük, en şahane Türkiye olsun, öteki ülkeler pısıp otursun! Dünya barışını, sınırların kaldırılmasını, çiçek çocukluğu, John Lennon’ı filan asetonla silince bende bu çıkıyor. Ta derinlerde, içimdeki arzular bu tür bir milliyetçiliğe tekabül ediyor, evet! Ancak, Türklerin nükleer santral yapması, benim oto tamirine girişmem gibi. Tehlikesi, getirisinden çok büyük! “Eğitim sistemimizin fıtratı” mıdır, nedir bilmiyorum. Ama mühendislerin mühendis olarak iş bulması zor olduğundan, “Üzerine işletme master’ı yap ki, iyi bir şirkette iş bul” denen bir ülke burası. Yani mühendislik, fizik, kimya vs. okuyanların “Zeki potansiyel yönetici” olarak kariyer planı yaptığı bir yerdeyiz.
Burada kayak kuleleri kayar, inşaatlar yıkılır, LPG’li araçlar patlar, madenler çöker... Burada TÜBİTAK filan kalmamıştır. Devletin bilim ve teknoloji şahikası olması gereken kuruma sahte diplomayla eleman alındıysa, ben mi nükleer konusunda paranoyağım? 10 saat ülke çapında elektrik kesiliyor ve sebep olarak “Şeyin şeyi şey oldu” tarzında bir açıklama yapılıyorsa, ben manyak olduğumdan mı nükleere karşıyım?
Tırsıyoruz efendim!
Bizimki de can.
‘Ağrı’ eşiği
BAZI ülkeler uluslararası stratejik plan kurarken, “Rol oynama” yöntemini uygularlar. Yani, özel seçilmiş elemanlar, o ülkenin dost ve düşmanlarının liderleri, komutanları, istihbarat örgütü başları yerine geçer. O insanlar gibi yaşayıp, düşünüp, istekleri, arzuları, çıkar ve zaaflarıyla, sonraki hamlelerinin ne olacağını tahmin ederler. Bir aktörün karaktere bürünmesi gibi.
Reklam yüzü illa kedi olacaksa başka aday önerilerim var. Hem de ünlü kedilerden!
CHP’nin seçim kampanyası filminde trafonun önünden geçen kedi kullanması isabetli olmadı kanımca. O kedi CHP’nin potansiyel seçmeninin aklına şunları getiriyor:
-Geçen seçimde oylar çalınmış mesajı veriyorlar. Demek oy versek de yine bir katakulli olup, oylar çöpe gidebilir.
-İktidar, seçim sonuçlarını manipüle edip “Trafoya kedi girdi” diyecek kadar şeytana pabucunu ters giydirebiliyor. CHP ise saf ve çaresiz.
-CHP istediği oyu alamayınca “Trafoya kedi girdi” açıklamasını kullanıp bahanelere sığınıyor. Kim bilir iktidar olsalar ne için ne bahane bulacaklar.
SON zamanlarda “Diziler yazılamayacak kadar uzun, en iyisi başkanlık sistemi”, “Yaz, 10 kilo verilemeyecek kadar yakın, en iyisi başkanlık sistemi” şakaları var ya.
Ben bir adım ileri gidiyorum ve diyorum ki, “En iyisi başkanlık sistemi, ama ben başkan olursam! Vallahi. Beni başkan yapın.
Misal, en azından ülke şimdiki gibi öküz altında buzağı aranan bir yer olmaktan çıkar. Ne var ne yok pat pat söylerim çünkü. “Ya bizim filanca bakan o işi mahvetti, on yılda zor toparlarız”, “Elektrikler beceriksizlikten kesildi, artık kusura bakmayın”, “Bence kenara dolar koyun bak, belli olmaz”, “Ne yapalım anam kapasitemiz bu kadar, seçmeseydiniz” filan derim. Kimse komplo teorisi yazamadan, her şeyi açıklarım. Vatandaş hangi odakların parmağı var diye düşünüp kendini yormaz. Memleketi batırsam da çıkarsam da herkes anında öğrenir, ona göre tedbirini alır.
Saray maray istemem. 250 metrekareyi geçtin mi evin temizliği zor olur, kim uğraşacak onunla? İkide bir televizyona çıkmam, saçıyla makyajıyla uğraşamam. Yıllardır haftada bir prime time’a alışık insanım, fazlasını istemem. Onda da asabi konuşmalara girmem, bağırıp çağırmam. Alışkanlık icabı, çıkar şakalar yapar, vatandaşıma hoşça vakit geçirtmeye çalışırım. Nereden bulacaksınız böyle başkan? Vallahi diyorum bak.
Kutuplaştırma yapmam. Hatta herkesi aşırı sarıp sarmalayıp halkı kızdırabilirim. Bir seri katil ortaya çıksa, “Kimbilir onun da ne derdi vardır, empati yapmak lazım” gibi senarist-oyuncu zihniyetinde konuşmalar yapar, televizyonlara çürük domates attırırım.
Bazı politikacılar siyasete girince zenginleşir ya, ben kesin fakirleşirim! İftar mı verilecek? Cepten harcarım laf olmasın diye. Devlete ait bir köprüde inşaat sırasında kaza mı oldu, “Ya tamam abi, o kadar laf dinleyeceğime zararı benden kesin” diye evimi satıp herkese küserim!
Senaryolar hariç çatışma sevmem. Barışçıl, uzlaşmacı tipimdir. “Bence herkes haklı” filan derim. Ülke muhallebi kıvamına gelir. “Esasında muhalefet partisi de bayağı iyi ha” bile derim. Oylar oraya gider tabii. Olsun, maksat iyi insan olmak, mezara mı götüreceğiz koltukları Allasen?Duygusal biriyimdir. Kalp krizinden kaybettiğimiz öğretmenimizi fırçalayan Yalova Valisi’ne deli gibi sinirlenip, büyük fırça atmak için ararım. Asabım o kadar bozulur ki sesini duyunca fırçamı atamadan sinirimden ağlamaya başlarım. “Ya kapat be adam, kapat” diye laflarımı söyleyemeden bitiririm konuşmayı. Söyleyeceklerim içimde kaldığı için yarım saat odaya kapanıp burnumu çeke çeke otururum.
Sinir sistemim, ilk olarak ülkede elektriğin kesildiği gün gümledi! Her yönden karanlık çökmüştü. Memlekette bir sürü olay oluyordu ama haber alamıyorum. Evde baykuş şeklinde bir pilli radyo buldum. Yılbaşı piyangosunda kazandığım, uyduruk ama neşeli bir alet. Radyo çaldıkça baykuşun gözleri oynuyor, fakat doğru dürüst kanal çekmiyor. Tam Cüneyt Özdemir’in sesi gelir gibi oluyor, onu bir dini söyleşi bastırıyor, derken cızırtılı bir pop şarkısı karışıyor, dayanılır gibi değil. O gün, mecburen, haberleri telefonla Twitter’dan takip etmeye başladım. Ruhi arızalar öyle filizlendi sanırım.
Kaygı, agorafobi, paranoya kombosu
Ege adalarından bazılarının aniden Yunanistan’ın olduğunu okudum. Huzursuz oldum. Bodrum da yarımada. Elden gitme ihtimali var mıydı? Bodrum’a vize gerekecek miydi? Bazı vatan topraklarını güvenli yerlere taşıyoruz. Süleyman Şah’ı mesela. Bodrum taşınır mıydı? Böyle şeyler geçti aklımdan. Kaygı bozukluğu?
“Sokağa çıkıp dolansam açılırım” dedim ama “Önüne gelen istediği zaman sokağa çıkamaz” gibi bir demeç vardı Twitter’da. Ayrıca ekmekti, peynirdi, alışverişe gideceksen buna dair bazı belgeler istendiği söyleniyordu. Muhtara gidip bir kâğıt alabilirdim ama muhtarlar genelde sarayda takılıyorlardı. Ayrıca twitter’da millet her konuda birbirine girdiğine göre kim bilir sokaklar nasıldı? Kapandım kaldım mı evde? Agorafobi?
Başka bir habere göre özel güvenliklerin yerini polis alacaktı ve 400 binin üzerinde özel güvenlik vardı. “Devlet özel güvenlikleri sokaklara dağıtsa, bunlar köşe başlarında insanlara nereden gelip nereye gittiklerini ve belgesini sorsa, daha sıkı bir ülke olmaz mıyız” diye aklıma geldi. Hem istihdam olurdu. Bakanlık hak eden insandım bence. Aa narsisizm?
Apartmanın jeneratörü ve dizüstü bilgisayar dört saat önce son nefeslerini verdiler. Evde internet zaten gitti de, GSM operatörleri de fıslamaya başladı. Baz istasyonlarının aküleri bitmeye başlamış söylentisi var. Bağlantı ya hiç yok ya da kötü. Ev telefonları da ya telsiz ya da santrallı olduğundan, o seçenek de kullanılmaz durumda.
Bu esnada, dünyayla iletişimi sağlayabildiğimiz yollar, sadece akıllı telefonlar üzerinden Twitter ve WhatsApp. Oradan öğrendiğimiz kadarıyla, son birkaç saatte bir savcımız teröristler tarafından rehin alınmış, pazarlık sürüyor, konuyla ilgili yayın yasağı gelmiş ve bir de Balyoz davası kapanmış.
Arkadaş dizinin sezon finali gibi gün, hayırdır yav?
Rivayetler, elektrik kesintisi ve rehin alınma olayıyla ilgili muhtelif. Komplo teorisi gani gani. Hükümetten MİT’e, iran’dan israil’e, MHP’den CHP’ye, Paralel’den PKK’ya, nükleer enerjicilerden şudur budur lobilerine, herkes gıcık olduğu birini parmakla gösteriyor. Anlaşılan son yıllarda sık sık olduğu gibi, birçok konu yine karanlıkta kalacak. Ama karanlığın bugünkü kadar somutlaştığı bir gün de olmamıştı hakikaten.
Yazının kısalığı için affınıza sığınıyor, evlere elektrikten bağımsız bir telefon ve pilli radyo almanın zamanıdır diyorum. Zira uygulama reklamı yapmak gibi olmasın ama, bu yazı WhatsApp’ta yazılıyor ve az sonra o yolla gazeteye gönderilecek. Sonrası, artık devletimizin ve telefonun pilinin izin verdiği yere kadar haber alma özgürlüğü ve galiba bir noktada mum ışığında kitap!
Ülkenin her anlamda ve her alanda karanlıklardan kurtulmasını diliyor, bari içinizi karartmayın diye bitiriyorum.
Biz yine şakalarımızı yapalım. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...
Ser verip sır vermeyen, yarım saat konuşup hiçbir şey dememeyi başaran siyasi figürler “Amaaan valla, şurama geldi, daha fazla içimde tutamayacağım, al anlatıyorum” tarzında demeç ardına demeç veriyor! Kartları fazlasıyla açık oynuyorlar. Oysa siyaset bunun tam tersi değil miydi?
Bu trend’i, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Hakan Fidan ve sonra izleme heyetiyle ilgili soğuk duş etkisi yapan direkt açıklamalarıyla Cumhurbaşkanı mı başlattı bilmiyorum. Ama hemen ardından Gökçek, Arınç için “Onun damadı paralelci” dedi. Malumunuz. Arınç altında kalmadı, “Ankara’yı parsel parsel paralelcilere sattı” diye patlattı.
Ertesi gün, Çalışma Bakanımız Faruk Çelik, kıdem tazminatıyle ilgili değişiklik konusunda, işten, güçten, evlatlarından bunalmış teyzeler gibi “Vallahi işçi dinlemekten ruhum daraldı” şeklinde konuştu!
Mahçupyan iniş izni istiyor
Hemen ardından Etyen Mahçupyan, Belçika’da bir üniversitede yaptığı konuşmada “Türk halkının, darbedense yolsuzluk yapan bir partiyi tercih ettiğini” söyledi! “Türkiye, demokrasinin olduğu bir ülke değil. Demokrasi kurallarını demokratlaşan bir ülkeye uygulayamazsınız” şeklinde devam etti. Bitmedi, “Sayın Erdoğan her şeyi söyleyebilir. O, taktiklerin adamı. Gazetelerde olmak ister” diye de ekledi.
AK Parti’de olanları, Arınç ve Gökçek’in karşılıklı bombardımanını, en neşeli şekilde bu cümleyle özetleyebiliriz. Ancak en azılı muhalif için bile, ortada neşelenecek bir durum yok. Türkiye’nin (tartışılır ama) yüzde 39 ila 47’sinin, kendisini temsil ettiğini düşündüğü bir partide gittikçe büyüyen bir çatlak var. Üstelik ekonomiden çözüm sürecine, “Stüdyoda gergin anlar” dayız ve hiç ama hiç sırası değil. Taner Yıldız’ın “Eşler arasında bile olabilecek bir üslup farkı” cümlesiyle görmezden gelinemeyecek bir pembe fil duruyor odanın ortasında!
Sürpriz mi oldu? Yoo. Merkez Bankası konusundan Hakan Fidan olayına, ardından izleme heyeti açıklamalarına, ayrışma ve çatışma göstere göstere geldi. Tercihini “Gündeminde başkanlık olmayan” parti yönetiminden kullananlara, “İlk gündemi başkanlık olan” saraydan yana kullananlar arası gerginlik, bununla da kalmayacak galiba. Sonuçta iktidar yalnızlık gibidir. Paylaşılmaz. Paylaşılırsa iktidar olmaz! Hele bir de hakikaten “Bitaraf olan bertaraf olur”sa, seyreyle gümbürtüyü.
Kendi hesabıma, Ankaralıların “Şehrin parsel parsel paralel yapıya satılması” konusunda ne hissettiğini merak ediyor, Arınç’ın bahsettiği “100 konunun parti zarar görmesin diye seçim sonrasında açıklanacağı” ifadesini dehşet verici buluyorum.
Bir de üç vakte kadar iktidara yakın bir sanatçıdan “Bunlar hep geçen günkü güneş tutulmasından, bize nazar değdi” açıklamasını bekliyorum.
Sussam olmuyor, susmasam olmaz
Kendisinin fiziken veya temsili olarak bulunduğu yerde laubaliliğin âlemi yoktur
Bir etkinlikte, kültür merkezinin girişine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın maketi koyuldu. Maket dediğimiz yani insan boy kartonetler oluyor ya ünlülerin filan, yanında fotoğraf çektirmek için, onlardan.
İnsanlar da doğal olarak fotoğraf çektirmek için sıraya girdiler. Hayran olduğu biriyle resim çektiren her insan gibi makete sarılanlar, kol atanlar oldu. Ve işte trajikomik anlar o ara başladı. Görevliler, makete dokunan, sarılan, kol atanları sert şekilde uyarmaya başladılar. “Makete dokunmak yasaktır, etik olmaz” diye bir açıklama yapıldı! Ne açıdan etik olmayacağı net anlaşılamadı.
Arkasından bakanlar geldi. Onlar, tam olması gerektiği gibi, maketin yanında durup Cumhurbaşkanı hakikaten oradaymış ve hayati bir memleket meselesi konuşuluyormuş gibi, çatık kaşlı, el pençe divan poz verdiler.
Ancak milletimiz samimi. Bakanlar kadar mesafeli duramadılar. Vatandaş, bu sefer kol atmasa da Cumhurbaşkanı’nın maketinin hafifçe kolunu tutarak, beline dostça elini koyarak poz vermeye başlayınca, görevliler yine itiraz etti. Sanırım ‘Cumhurbaşkanlığı dokunulmazlığı’ yanlış anlaşıldı! Veya kartonet de olsa, güvenlik açısından doğru bulunmadı. Ya da sıradan bir vatandaşın Cumhurbaşkanı’nın suretiyle bile samimi görünmesi, Sayın Erdoğan’ın azametine yakıştırılmadı.