GEÇTİĞİMİZ günlerde peş peşe üzerinde durduğum Ar-Ge ve inovasyonun ete kemiğe bürünmüş hali Berlin’de, teknolojinin kalbinin attığı İFA fuarında karşıma çıktı.
Vestel, gelecekteki önemli ihracat ürünleri arasında yerini almaya aday akıllı cep telefonu Venus’un ilk tanıtımını İFA’da yaptı.
Avrupa’da satılan her 5 televizyondan birini Manisa’daki Vestel City’de üreten, akıllı ev teknolojilerini evlerimize sokmaya hazırlanan Vestel’in Türkiye’nin ilk ve tek “akıllı telefonu” nun ürecisi olması elbet tesadüf değil.
Adını aşk ve güzellik tanrıçası diye bilenen mitolojik kahramandan alan Venus’ün (Türkçesi Venüs) arkasında 2,5 yıllık bir Ar-Ge emeği var.
Manisa’da dünyanın ikinci büyük endüstri kompleksini kuran Vestel’in cirosu 4 milyar dolar.
Hürriyet ekonomi ekibinin şahane mizanpajıyla insanı gelişmede nerede olduğumuzu açık seçik bir şekilde görürken, Türkiye’nin zayıf halkaları bir kez daha düşündürdü. UNDP raporun tanıtımını önce Ankara’da sonra İstanbul’da yaptı. Tanıtımın İstanbul ayağında, gecenin oldukça geç bir vaktinde, UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi ve BM Türkiye Mukim Koordinatörü Kamal Malhotra ile buluştuk. Türkiye’den önce Malezya, Singapur’da görev yapmış olan Malhotra uzun yıllar UNDP bünyesinde “Kapsayıcı Küreselleşme” uzmanı olarak çalışmış.
Ekonomik ve siyasi kalkınma alanlarındaki çalışmaları nedeniyle sivil toplumcu yanı hayli güçlü. Diğer bir özelliği de uzun yıllar yaşadığı “Yükselen Doğu”yu çok iyi analiz ederek karşılaştırmalar yapabilmesi. 2013 yılının nisan ayından beri görev yaptığı Türkiye’yle ilgili tespitleri önemli. Malhotra’ya göre, Türkiye gibi ülkelerde kişi başı milli gelir yükseldiği halde bu yoksulluğun azalmasına yansımıyor. Türkiye ile ilgili esas soru ise şu: Yoksulluğun boyutları nedir?
UNDP’nin bu son raporunda örneğin Türkiye’nin Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi yok.
“Endekse yer verilmedi çünkü elimizde taze veriler yok” diyor Malhotra.
2013 raporunda yer alan Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ndeki veriler 10 yıl öncesine yani 2003 yılına aitmiş.
UNDP’nin 2013 İnsani Gelişme Raporu’na raporuna göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 6,6’sı çok boyutlu yoksulluk içinde yaşarken, yüzde 7,7’lik bir kesim çok boyutlu yoksulluk riski altında bulunuyor.
Malhotra “Türkiye’ye bu verileri toplamasına yardımcı olmak için öneride bulunduk. Verileri toplamak için 10 göstergeye bakıyoruz. Örneğin Malezya’ya yardımcı olduk ve bu ülkenin verileri güncellemiş durumda” diyor.
Naylon, likra, teflon gibi icatlarla yıllar öncesinden günlük hayatımıza girmiş olan DuPont inovasyon ve Ar-Ge deneyimlerini Anadolu’daki yerel markalarla paylaşacak.
“Yerel Değerden Küresel İnovasyona – DuPont Anadolu Buluşmaları”nın ilki önümüzdeki 18 Eylül tarihinde Gaziantep’te.
Sonra sırasıyla Kayseri, İzmir gelecek.
Halide Aydınlık’ın bir “bilim şirketi” diye tanımladığı 212 yaşındaki DuPont’nun yıllık Ar-Ge harcaması ABD devletinin harcamasının üzerinde.
DuPont Ar-Ge’ye yılda 2.1 milyar dolar ayırıyor ve bu rakam toplam gelirinin yüzde 6’sına eşit.
ABD devletinde bu oran yüzde 3.
Otomotiv sektöründe arabayı hafiflettiği için giderek çeliğin yerini tutmakta olan “polimer” ile mutfak ve banyolarda son yılların en önemli trendi “corian”ın da mücidi olan DuPont faaliyet gösterdiği 90 ülkenin 11 tanesinde inovasyon merkezi kurmuş.
AKDENİZ Mutfağı trendi dünyada nicedir fırtına gibi esiyor. Bu mutfağın en iyi temsilcilerinden biri olan Türkiye ne yazık ki bu trendin nimetlerin yeterince faydalanamıyor. Bunun neden böyle olduğunu Londra’da Gama Food Limited Şirketi’nin sahibi Ali Sancak anlatıyor. Tesco, Asda, Morrison, Budgens gibi zincirlerin tedarikçisi olan Sancak, İngilte’ye Ülker, Dimes, Nuh’un Ankara Makarnası gibi markaları soktuğu gibi, nohut, mercimek başta bakliyat, zeytin, fındık, ceviz, asma yaprağı ve sarma da temin ediyor.
KAYBEDİNCE DÖNMÜYOR
Bu aralar oldukça dertli olduğunu aktaran Sancak, “Şu anda inanılmaz moda olan bir yiyecek var: Humus. Pepsi humusa yatırım yaptı. Meksika tahin fabrikası kurdu hemen. Türkiye nohutta pazar öncülüğünü 10 yıl önce kaybettiğimiz için humus furyası bize yaramıyor” diye anlatıyor. Bugün gelinen noktada ABD, Meksika, Rusya nohutunu satıyor, biz satamıyoruz. Diğer bir milli ürünümüz fındıkta çok zorlandığımızı söylüyor. “Devlet ucuz satılmasın diye fiyatı yukarı çekince pazara başka rakip ülkeler hızla girdi. Gürcistan fındığı bizim fındıktan yüzde 30 daha ucuz. Şu anda üç, dört fabrika birden devreye girdi” diye anlatıyor. Mercimek derseniz onu da Avustralya ve Kanada’ya kaptırmış durumdayız.
Ali Sancak’ı çok tedirgin eden esas en güncel mesele ise asma yaprağı ve zeytinyağlı yaprak sarma. Sancak’ın aktardığına göre, asma yaprağında tuhaf bir durum var. Avrupa Birliği’nin asma yaprağı için belirlediği ilaç kalıntısı oranı (pestisit) kuru üzümün çok çok üzerinde. Kuru üzümde bir kilogramda 5 miligram iken asma yaprağı için bir kilogramda 0.05 miligram belirlenmiş. Ali Sancak’ın rakamlarına göre, Türkiye’nin asma yaprak ihracatı 13.5 milyon dolar. İnanmayacaksınız ama yaprak sarma ihracatı bunun tam 10 katı yanı 135 milyon dolar. Ne ki Avrupa Birliği’nin asma yaprağında ilaç kalıntısı yönetmeliğini bir buçuk yıldan beri sıkı bir şekilde uygulaması ihracatı durma noktasına getirmiş.
YUNANLAR KAPIYOR
İzmir’den yılda 50 ton asma yaprağı, Tireli Tamtad Şirketi’nden ise 130 ton yaprak sarma ithal eden Ali Sancak, Türkiye’den gelen asma yaprağı ve yaprak sarmada Avrupa genelinde düşüş olduğunu söylüyor. Sancak, “AB’nin mantığına bakarsanız kalıntı oranı üzüm ile aynı olmalı. Ancak Brüksel’dekilere biz laf anlatamadık. Mutlaka Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın devreye girmesi gerek” diyor. Ali Sancak bu arada çalmadık kapı bırakmamış. Yazışmalarını gönderdi. Avrupa Birliği, İngiltere Tarım Bakanlığı, bizim Ekonomi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlıklarına dilekçeler gidip gelmiş. Ekonomi Bakanlığı gördüğüm kadarıyla topu Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na atmış. Top bir yerden diğerine gidiyor ama kaybeden Türkiye oluyor. Çünkü asma yaprağı ve yaprak sarmasında kaybettiğimiz mevzileri Yunanlar hızla kapıyor.
ÇİN İLE FİYATLARI AŞAĞIYA ÇEKTİLER
TAMTAD
Özellikle eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay döneminde büyük ümit bağlanan kültür turizminden bu işe gerçekten gönül vermiş birkaç kişi dışında bugün kim söz ediyor?
Geçenlerde böyle biriyle tanıştım.
40 yıllık turizmci Koptur’un sahibi Fikret Atalay kültür turizmine öylesine inanmış ki oldukça cesur bir yatırıma girişmiş.
Arkeoloji, gurme turları dahil kültür turizminin her alanında faaliyet gösteren Atalay gözünü kırpmadan 3 milyon doları Burdur’un Ağlasun ilçesinde Toros dağlarının eteklerine yatırmış.
Antik Sagalassos şehrinin tam karşısına 54 odalı “Sagalassos Lodge” Oteli’ni inşa etmiş.
Ağlasun Belediyesi’nin, sit alanının hemen sınırındaki arazisini 29 yıllığına kiralayan Fikret Atalay’ın tek hedef kitlesi Sagalassos’u ziyaret eden yerli ve yabancı turistler.
Geçtiğimiz mart ayıda kapılarını açan otelinin doluluk oranı yüzde 15 dolayında olsa da yaptığı bu yatırımdan asla pişman değil.
Günümüzde şehirler küresel ekonominin can damarları.
DEF’in uzmanlarına göre şehirlerin nasıl başarılı oldukları 21. yüzyıl siyaset ekonomisinin en önemli sorusu olacak.
2010 yılından sonra ilk kez dünya nüfusunun yüzde 50’sini şehirlerde yaşıyor.
2050 yılına gelince bu oran yüzde 67’ye dayanacak.
Dolayısıyla şehirlerin nasıl geliştikleri, teknolojiyi nasıl kullandıkları, sanat ve kültürü tabana nasıl yaydıkları, sosyal adaletsizlikleri nasıl giderdikleri bir süreden beri DEF gibi kurumların ilgi alanında.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Şehirlerin Rekabetçiliği” Raporu’nda, rekabetçi şehirlere örnek olarak Türkiye’den Manisa’yı gösterildi.
Manisa’ya geçmeden önce raporda dikkatimi çeken bazı “rekabetçi şehir” örneklerine değineceğim.
NOBEL ödüllü ünlü Amerikalı ekonomist Joseph Stiglitz dün İstanbul’daydı ve hem dünyaya, hem Türkiye’ye önemli mesajlar verdi.
BM Kalkınma Programı (UNDP) ve TOBB’un birlikte düzenledikleri “Yoksulluğu Azaltma ve Toplumsal Kapsamada Özel Sektörün Rolü” başlıklı toplantının ana konuşmacısı olan Stiglitz temaya uygun olarak gelir eşitsizliğinin üzerinde durdu.
Eşitsizlik deyince konu hem Stiglitz’in ülkesini, hem Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Zira OECD ülkeleri arasında zengin ile yoksul arasında gelir uçurumun en yüksek olduğu Şili ve Meksika’nın yanı sıra ABD ve Türkiye var.
2011 yılında Time Dergisi tarafından en etkili 100 kişi arasında gösterilen Profesör Stiglitz’e göre, eskiden herkes büyümenin refahı getireceğine inanıyormuş.
Ne ki bu inancın yanlış olduğu anlaşılmış.
“Şimdi artık büyümenin refahı eşit yansımadığını gördük. ABD örneğin 2009 yılından beri kesintisiz büyüyor ama orta sınıf 25 yıldır yerinde sayıyor. Tam gün çalışanların durumu 40 yıl öncesine oranla daha kötü” diyor.
Yaşları 7 ila 18 arasında değişen, dar gelirli ailelere mensup binlerce çocuk hayatlarında ilk kez bir müzik aletiyle bu evde karşılaşmış.
Müziğe akordeonla başlayıp flüt, keman, viyolonsel ile devam etmiş.
Müzik aletlerini yanlarına alıp ilk kez uçağa binerek uzak diyarlara uçmuş.
Aileler çocuklarını dinlemek için hayatlarında ilk kez bir konser salonuna adımlarını atmış.
Bu “ilk”leri başaran Mehmet Selim ve Yeliz Baki çifti 2005 yılında “Barış için Müzik” projesini hayata geçirdiklerinde henüz El Sistema’dan haberleri yok.
Venezuelalı ekonomist ve müzisyen Jose Antonio Abreu’nun 39 yıl önce ülkesindeki yoksul gençleri müzikle buluşturan El Sistema o yıllarda sadece Latin Amerika ülkelerinde biliniyor.
Dünyaya açılması, tanınması daha sonra.
Yüreğin yolu da bir olmalı ki,