İtalya’yı bir yana bırakın.
Hürriyet ile Keşfet ekibiyle ziyaret ettiğimiz KKTC, turizm atağında adaya geldiği söylenen Leonardo da Vinci rotası sunmaya hazırlanıyor.
İtalyan dâhisiyle rahatlıkla boy ölçüşebilecek Mimar Sinan gibi bir değer bugüne kadar Türkiye’nin tanıtımıyla uğraşanların aklına gelmezken seramik sektörü bu çok önemli konuya el attı.
Önceki gün Çimento, Cam, Seramik ve Toprak Ürünleri İhracatçıları Birliği’nin önde gelen isimleriyle buluştuk.
200’den fazla ülkeye ihracat yapan birliğin (ÇCSİB)2016 yılı ihracatı 2.75 milyar dolar.
Bunda seramiğin payı yüzde 33, camın yüzde 30, çimentonunki ise yüzde 19.
Seramik ve çimentoda dünyada 5. Sırada, camda ise 17. Sıradayız.
Seramikte
ANADOLU yakasında Özgürlük Parkı’nda çarşamba günleri kurulan “organik pazarın” sıkı bir müdavimi olarak kendimi bildim bileli organik ürün meraklısıyım.
Kar kış demeden Ankara’dan, Zonguldak’tan, Adapazarı’ndan ve hatta Mersin’den gelen üreticileri de, organik markaları da yakından tanırım.
Pazarda bulamadığım ürünleri bugün 10 yıl öncesine oranla markette bulmak çok daha kolay.
Son dönemlerde süt ürünlerinde severek aldığım Yoncadan markası, yıllar önce ziyaret etme fırsatını bulduğum Doğan Organik’in Kelkit’teki organik çiftliğinin ürünü.
Geçenlerde Yoncadan markasının arkasındaki isim Doğan Organik Genel Müdürü Sinan Bilgin ile buluşarak organiğin geleceğini, Kelkit’te başarıyla uygulanan sürdürülebilir tarımı konuştuk.
Bilgin ile sohbete geçmeden önce tarım sektörünü en iyi bilen isim olan Ali Ekber Yıldırım’ın geçtiğimiz aylarda kesip sakladığım yazısından bazı tespit ve rakamları paylaşıyorum:
YÜZDE İKİSİ ORGANİK
* Türkiye’de toplam tarım alanlarının yüzde 2’sinde organik tarım yapılıyor.
Önceki geceki kalabalık bir davetli grubuna Sabri Ülker Merkezi’ndeki son bilimsel gelişmeleri aktaran Hotamışlıgil sohbetimizde bakın ne diyor:
“Türkiye 10 yıldan beri bilimin alt yapısına inanılmaz paralar yatırıyor ve bunun ürünü var. Yani meyvesini alıyoruz. Bakın bu salonda bile böyle yedi, sekiz kişi başarılı genç bilim insanımız var. Bu yeni nesil genç bilim insanları yurtdışından dönüyorlar. Kendi programlarını kuruyorlar ve başarılı oluyorlar”.
Prof. Hotamışlıgil “başarılı olmanın” anahtar sözcükler olduğunu söylüyor.
Ayaktaki sohbetimizi dinlemekte olan Bilkent Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent Ebru Erbay’ı işaret ederek şöyle devam ediyor:
“Ebru, Sabri Ülker Merkezi’nde çalışmalar yapıp ülkeye döndükten sonra Bilkent’te kendi bağımsız laboratuvarını kurdu. Kalp ve damar hastalıklarıyla ilgili çalışması Science TM Dergisi’nde yayınlandı. Bu cumhuriyet tarihimizde 10 kez oldu ya da olmadı”.
BÜTÇENİN YÜZDE İKİSİ BİLİME
Ardından hepimizi ama en fazla bu ülkenin geleceğini ilgilendiren önemli tespitini paylaşıyor:
“Bu çocuklar gidecekler çünkü kendilerini güvende hissetmiyorlar. Türkiye’de başarılı olan yeni nesil bilim insanı çok kırılgan. Bunlara sahip çıkmak, desteklemek gerek”.
Türkiye’nin ilk modern müzesi olarak kurulan İstanbul Modern, Salıpazarı’nı dönüştüren Galataport Projesi’yle birlikte yeni müzesine kavuşacak. Öğle yemeğinde buluştuğumuz Oya Eczacıbaşı, müzenin 4 Haziran’a kadar sürecek Liman Sergisi’nden sonra eylül ayında 15. İstanbul Bienali’ni ağırlayacağını ve kasımda Karaköy’deki Paket Postanesi’ne taşınacağını söylüyor. “Bir müzeyi taşımak oldukça zahmetli. 2.5-3 yıl sonra Galataport ile eş zamanlı açılacak yeni mekanımıza döneceğiz” diyor.12 yıl önce Tabanlıoğlu mimarlığın dönüştürdüğü köhne Antrepo 4 binası, uluslararası standartlara kavuşmuş, modern tekniklerle donatılmış bir müze olarak karşımıza çıkacak.
GÖRÜŞMELER SÜRÜYOR
Yeni proje için yabancı mimarlık ofisleriyle görüşmeler sürüyormuş.
İstanbul Modern, yabancı bir mimarlık ofisinde karar kıldığı takdirde bu modern müzecilik tarihimizde ikinci olacak.
Dolapdere’de inşaatı devam eden Koç Çağdaş Sanat Müzesi’nin projesini İngiliz Grimshaw Mimarlık çizmişti.
Gözbebeğimiz İstanbul için böyle imzalar önemli.
Pompidou Merkezi’nin mimarı İtalyan mimar Renzo Piano’nun, Louvre Piramiti’nin mimarı Çinli Amerikalı mimar Pei’nin Paris’e ya da Guggenheim ile Frank Gehry’nin Bilbao’ya nasıl değer kattıklarını düşünün.
Oya Eczacıbaşı
OECD’nin yeni güncellemiş olduğu Temel Bilim ve Teknoloji Göstergeleri’nde, Türkiye tüm araştırmacılarının oranına göre “kadın araştırmacı” oranında pek çok Avrupa Birliği geride bırakmış durumda.
Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi Letonya’nın başı çektiği tabloda Türkiye 30 ülke arasında 11’inci sırada.
2014 verilerine göre düzenlenen tabloda kadın araştırmacılarımızın gösterdikleri başarının canlı bir örneği İstanbul’daydı geçen hafta. 2013 yılı, mayıs ayında “ABD’deki Gençlerimiz Gümbür Gümbür Geliyor” yazısında sözünü ettiğim Canan Dağdeviren.
Güler Sabancı’nın Sabancı Üniversitesi mezunlarıyla Boston’da Harvard’daki geleneksel buluşmasında tanımıştım Canan Dağdeviren’i.
Hacettepe’de fizik mühendisliği eğitimi alan, Sabancı Üniversitesi’nde malzeme bilimi mastırını tamamlayan 1985 doğumlu genç kadın kalp pillerinin yerini alacak esnek, altın renkli küçücük bir cihazı göstermişti. Bunun fonksiyonlarını anlatmak için bunu elinin üzerine yapıştırmıştı. Dağdeviren ile Boğaziçi Üniversitesi’nden sonra Kültür Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadan sonra buluşacaktım.
Olmadı, buluşamadık.
Dağdeviren’in adı bugün “giyilebilir kalp pilinin mucidi” diye geçiyor.
Harvard Üniversitesi Genç Akademi
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın kurucusu olan Öztürk, Akdeniz’i tehdit eden yabancı bir balık türüyle ilgili uluslararası bir çalıştay düzenlemiş.
Romalıların “Mare Nostrum” (Bizim Deniz) dediği Akdeniz çanağından Libya dahil 10 ülkenin bilim insanlarını bir araya getirmeyi başarmış.
Son zamanlarda medyada sık gündeme gelen zehirli “balon balığı” ve “deniz anası”yla ilgili iki tane uluslararası çalıştay düzenlemiş olan Prof. Öztürk bu kez “aslan balığını” seçmiş.
Çok renkli, çok alımlı ama zehirli balığa “Lady Gaga” adını taktığını söylüyor.
Bu balıkla ilgili ilk uluslararası çalıştayın Antalya’da yaptığını belirten Öztürk “Bu balık Kızıldeniz’den Akdeniz’e geliyor. Çok çabuk ürüyor, ne bulursa yiyor ve yılda 2 milyon yumurta veriyor” diyor.
AKDENİZ TROPİKALLEŞİYOR
“Böyle giderse Akdeniz’de balık kalmayacak” diye ekliyor.
İlk kez Mersin açıklarında 2014 yılında görülen
En fazla bizim çoğrafyamız için geçerli ne doğru sözler.
B-fit’in kurucusu sosyal girişimci Bedriye Hülya, kadınların dayanışarak güçleneceğini, böylelikle hem kendilerine, hem topluma faydalı olacaklarını keşfetmiş bir isim.
Tam bu nedenle, B-fit Kadınların Spor ve Yaşam Merkezleri’yle Türkiye’de 50 şehirde, franchise sistemiyle 200 kadının girişimci olmasını sağlamış.
300 bini aşkın kadına ulaşmayı başarmış.
Geçenlerde sohbet ettiğimizde bakın ne diyor Bedriye Hülya:
“B-fit’i kurduğumuzdan beri kadının bırakın iş hayatında var olmayı, hayatta bir var olmasının ne kadar zor olduğunu anlıyoruz”.
Halen psikoloji doktorasını tamamlamak üzere olan Bedriye Hülya’nın teşhisi şöyle:
“ Erkekler sessiz, sakin kendi köşesinde oturmayan kadından korkuyor. Bu korku da kendini öfke ve motivasyon
Kapitalizmin “acıtmayan” bir sisteme dönüşmesi için “sorumlu ve duyarlı liderlere” çok iş düşüyor.
Siyasi lider ve tabii ki iş dünyasının liderleri. Şimdiye kadar bu sistemden yararlanmış bazı sermaye sahiplerinin ellerini taşın altına koyuyor.
Servetlerinin bir bölümünü bağışlayacaklarını açıklayan Gates, Zuckerberg, Buffet gibileri ve servet bağışına ilaveten çalışanlarına hisse vereceğini ilan eden Hamdi Ulukaya.
Bu isimlere “kapitalizmde yeni arayışların” öncüleri gözüyle bakabiliriz.
Türkiye’den buna örnek bir isim lojistik sektörünün devlerinden Ekol Lojistik’in kurucusu Ahmet Musul.
GELECEĞİN KAPİTALİZMİNE ÖRNEK
Bizzat “geleceğin kapitalizmine örnek olabilir” dediği yeni bir modeli hayata geçirme hazırlığında Musul. 2020 yılına kadar tüm hisselerini bırakacak ve şirketin ürettiği değerin yüzde 40’ını çalışanlarına dağıtacak.
Geriye kalan yüzde 60 ise sermayeye katkı olacak.