Referandum sonrası iş dünyası da zaten bunu dile getirmedi mi?
Türkiye’nin işlerine dört elle sarılan, eğitimli genç girişimci insanlardan başka umudu var mı?
Bunlardan biriyle hafta başında Finike’de tanıştım.
Ailesine ait portakal bahçelerinde çiftçilik yapan ve internet üzerinden narenciye satışı gerçekleştiren portakalbahcem.com’un kurucusu Mete Apaydın.
Dünyada iki önemli yükselen değeri tarımı ve teknolojiyi yan yana getirmiş.
Finike’de portakal çiçeklerinin açtığı bahçelerde sohbet ettiğim Mete Apaydın eğitimini İstanbul’un önde gelen okullarında tamamlamış.
Endüstri mühendisi olarak bir süre İstanbul’da çalışmış, daha sonra yörenin en geniş narenciye bahçelerine sahip ailesinin memleketi Finike’nin yolunu tutmuş.
Dünya medyasının dikkatleri Antalya’daki liderler zirvesindeydi.
Hatırlayacaksınız.
Türkiye, dönem başkanlığı sırasında önemli bir ilke imza atmıştı.
G-20’lerin şemsiyesi altında, sivil toplumu (C-20), iş dünyasını temsil eden(B-20) gibi grupların arasına W-20 grubunu katmıştı.
KAGİDER başkanlığında, Tikad ve Kadem ile birlikte kadınları temsil eden W-20 (Women20) grubunun kurulması, ekonomik kalkınmada kadının öneminin giderek sıklıkla vurgulandığı bir dönemde çok önemli bir adımdı.
İşte bu adım bir başka önemli oluşumu tetikledi. Küresel ekonominin yüzde 64’ünü temsil eden ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada’yı bir araya getiren G-7’ler Türkiye’nin başlattığı W-20’leri örnek alarak W-7 grubunu kurdu.
Şimdi hem W-20 hem W-7 var.
Bu gelişmeleri dün sohbet ettiğim
Geçenlerde Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki sohbetimizde “ekonomi ve eğitim ilişkisini topluma iyi kavratmak gerek” diyor. Türkiye’de de üniversitelerde “eğitim ekonomisti” sayısının çok az olduğunu vurguluyor.
Şöyle devam ediyor Yücel: “Artık dünyanın ekonomide iki alanda ekonomiyle ilgili önemli sorunu var. Biri eğitim, diğeri sağlık. İkisinin ekonomisi bir ülkenin geleceğiyle ilgili yakından çok ilgili.”
Şimdi düşünün. Bütçede yüzde 20 ile en büyük pay alan eğitimde bu harcamanın karşılığını alıyor muyuz?
Daha geçen günlerde Yüksek Öğretime Geçiş (YGS) Sınavı’nda 38 bin adayın “sıfır çektiği” haberlerde yer almadı mı?
Nuran Çakmakçı’nın son dönemlerdeki bir haberinde, öğretmen adaylarının çoğunun başarısız olduğunu -ki bunların da çoğunlukla matematik öğretmeni– okumadık mı?
Her üç yılda bir yapılan PİSA testlerinin aralık ayındaki sonuncusunda yine listenin en sonlarında yer almadık mı? İşte bu sonuçlar devletin eğitime harcadığı paraların ne yazık ki uçup gittiğini gösteriyor. Peki Enver Yücel verdiği eğitimin kalitesi nasıl ölçüyor? Bu soruyu kendisine yönettiğimde ofisinde bizi dinlemekte olan genç bir kızı başıyla işaret ediyor.
“Verdiğimiz eğitimin kalitesini bilimsel olarak ölçüyoruz tabii. Öğrenci başına harcadığımız paranın karşılığını ölçüyoruz. Ancak şu anda karşınızda oturan Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Koleji son sınıf öğrencisi Neval Çam bunun canlı bir örneği. Çam daha yeni Stanford Üniversitesi’ne kabul edildi” diyor.
Stem modeliyle
Fatih Sultan 1453 yılında İstanbul’u fethetti.
Edirne ise Hürriyet ile TÜRSAB’ın birlikte organize ettiği “Hürriyet İle Keşfet” kapsamında şehri ziyaret eden kalabalık ekibimizi fethetmiş durumda.
Bizi 117 yıllık tarihi belediye binasında bando ile karşılayan Belediye Başkanı Recep Gürkan, Edirne’nin Floransa’dan sonra metrekare başına en çok tarihi esere sahip şehir olduğunu söylüyor.
Mimar Sinan’ın Selimiye Camisi dahi tek başına bir dünya.
Edirne, her ziyaret ettiğimde beni büyüleyen, hikayelerle yüklü açık bir hava müzesi gibi. En son ziyaretimden bu yana tarihi eserlerin restorasyonunda dev adımlar atılmış. Örneğin, Tunca köprüsünün yanı başında İtalyanlar tarafından 1930 yılında yapılmış elektrik fabrikası ilk halini aratmayacak şekilde yenilenmiş.
Nikah salonu olarak hizmet verecek.
2013 yılında 2 milyon turist ağırlayan Edirne’yi şimdi yılda 3 milyon kişi ziyaret ediyor. Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın hedefi 10 yılda 10 milyon turist.
Bu bir hayal değil kesinlikle. Zira İstanbul’a 230 kilometre uzağındaki Edirne, özellikle hafta sonları İstanbulluların giderek daha fazla ilgisini çekerken,
Bizde bu oran yüzde 95, İspanya’da yüzde 80, Almanya’da yüzde 60.
ABD’nin oranı bizimkine yakın. Türkiye’ye dönersek aile şirketleri GSMH’nın yaklaşık yüzde 75’ini ve istihdamın yüzde 85’ini sağlıyor.Ne ki, aile şirketlerinin nesilden nesile devam etmesi öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değil. Birinci nesilden ikinciye geçen şirketlerin oranı sadece yüzde 30. Aile şirketlerinin yüzde 10’u üçüncü kuşaklarla devam ediyor. Dördüncü nesil ise bu oran yüzde 3’lere kadar düşüyor.
Aile şirketlerinin sürdürülebilirliğinde en çok yönetimden kaynaklanan bir sıkıntı var.Nesilden nesile sağlıklı bir geçiş sağlayamayan aile şirketlerinin bazıları batıyor, bazıları el değiştiriyor. Aile şirketlerinin dağılmasında en büyük etken yüzde 80 oranında aile içi çatışmalar. Ekonominin “isimsiz kahramanları” aile şirketlerinin bu sorununa ilk el atan kişi bir kadın.
İzmir’de İnci Holding Yönetim Kurulu üyesi Şerife İnci Eren, Türkiye Aile İşletmeleri Derneği’ni TAİDER’i 2012 yılında Akfen, Arkas, Yaşar Holding gibi önemli 40 aile şirketlerini yanına alarak kurmuş. Dernek kurulurken, Koç, Eczacıbaşı gibi ailelere danışmanlık yapmış olan “aile şirketi danışmanı” Amerikalı David Bork İzmir’e davet edilmiş.
İleri yaşına rağmen danışmanlığı sürdüren Bork psikoloji eğitimi de almış bir isim.
Aile içi çatışmaları psikoloji bilmeden nasıl çözeceksiniz?
Derneğin üye sayısı bugün 140, Yönetim Kurulu Başkanı ise Teta Teknik Tarım’ın ikinci kuşak patronlarından Sumer Tömek Bayındır. Geçenlerde TAİDER ekibiyle buluşmamızda masanın etrafında Bayındır’ın yanısıra Marmara Şirketler Grubu’nun 3. Kuşak sahiplerinden Aydın Öğücü, Kil-San Sanayi’den 2. kuşak Meral Ekmekçioğlu, Çilingiroğlu Kundura Sanayi 4 kuşak sahiplerinden Başak Çilingiroğlu Kurtoğlu var.
AİLE ANAYASASI
Mailler, birbirlerini büyük bir olasılıkla tanımayan ama başarılarıyla dünya medyasında aynı anda yer bulan iki Türk’ten geliyordu.
Bunlardan biri ünü yurtdışına taşmış Mikla’nın kurucusu ve şefi Mehmet Gürs.
Diğeri Dünya Ekonomik Forumu’nun Silikon Vadisi’ndeki 4.Sanayi Devrimi Merkezi’ni açan Murat Sönmez.
İstanbul’a ulaşan ilk mail “Sana Avustralya’dan yazıyorum. Bu yıl Mikla dünyanın en iyi 100 restoranı arasına girmeyi başardı. 2015 yılında 96. 2016 yılında 56. sırada iken bu yıl 51.sıraya geldik” diyen Mehmet Gürs’ten.
Üç yıl bu listede kalabilmek büyük bir başarı. Listede her yıl daha yukarıda tırmanmak ise hak ettiği halde adını, -mesela bir Peru Mutfağı gibi -duyurmayı beceremeyen Türk Mutfağı adına son derece sevindirici. Gürs’ün dediği gibi, bu başarı turizm ve yiyecek içecek sektörünün darbe üstüne darbe yediğini günlere rast geliyor.
“İyi gün, kötü fark etmez. Bizim meslekte hep iyi olmak zorundasınız. Tüm Mikla ekibiyle bunun için çalıştık” diyen Gürs ne kadar gurur duysa yeridir.
YENİ ANADOLU MUTFAĞI
Zira
PARİS’te yıllardır izlediğim “L’Oreal-Unesco” bilim kadınları ödül törenlerinde sahnede neden Türkiye’den bir bilim kadını görmediğimi yazılarda hep dile getiririm. Kaç kez “Türkiye’nin bilim kadınları neden Paris’te yok” diye yazdığımı hatırlamıyorum. 19 yıldan beri düzenlenen ödül töreninde, Türkiye’den sadece bir tek bilim kadını fizikçi Profesör Dr. Ayşe Erzan “Bilimde Kadın” büyük ödülünü almak üzere 15 yıl önce çıkmış sahneye.
Bu ödülü alanlar arasında iki Nobel sahibi bilim kadını da var. Biri geçen yıl söyleşi yaptığım Prof. Elizabeth Blackburn, diğeri Prof. Ada Yonath. Bu yıl ise Paris’teki törende, hepimizi gururlandıracak bir tablo gördük. Dünyada 9 bin genç bilim kadının başvurusu arasında L’Oreal-Unesco’nun seçtiği 15 “Uluslararası Yükselen Yetenek” ödülünü alanlar arasında ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bilge Demirköz sahneye çıktı.
DAVETLE GERİ DÖNDÜ
Peki Bilge Demirköz kim? Dünyanın sayılı üniversitelerinden MIT’de fizik, matematik ve müzik eğitimi almış. Oxford’da doktorasını tamamlamış başta CERN olmak üzere Cambridge Üniversitesi, Barselona Yüksek Enerji Enstitüsü’nde bilimin göbeğinde çalışmış. Evrenin en büyük sırlarından “karanlık maddenin” peşine düşmüş. Dönemin Başbakanı Erdoğan’dan aldığı davet üzerine 2011 yılı, şubat ayında temel bilimlerde araştırma yapmak üzere ülkesine dönmüş. Halen Kalkınma Bakanlığı’ndan aldığı 7 milyon liralık destekle, ekibiyle birlikte Türksat, Göktürk gibi uydularımıza zarar verebilecek radyasyonu ölçen proje üzerinde çalışıyor. Uzaydaki radyasyona meğer cep telefonumuz bir saat bile dayanamazmış. Kendisini “astro parçacık fizikçisi” olarak tanımlayan ve Türkiye’nin CERN’e üye olmasında büyük payı olan genç bilim kadınıyla tören öncesi ve sonrası bol konuşma fırsatı bulduk. Paris’e birlikte geldiği anne ve babasının dediği gibi Demirköz fizik konuşmakta asla bıkmayan bilime tutkun biri.
Demiröz’le Türkiye’nin temel bilimlere yeterince önem vermemesinden, sanayi-akademi-kamu işbirliğine, 4. Sanayi Devrimine kadar geniş bir yelpazede sohbet ettik. Demiröz’ün MIT’teki hocası Samuel Ting 1976 Nobel fizik ödülü sahibi. 4.5 yıl birlikte uzay istasyonunda parçacıkları ölçen 8 tonluk detektör üzerinde çalışmışlar. “Nobelli hocayla çalışmış biri olarak şunu biliyorum: Nobel için bilim aşkıyla merakının peşinde koşmak gerek. Ben bunu yapamıyorum. Çünkü Türkiye bana bunun için para vermiyor. Sanayide çalışarak Nobel gelmez” diyor hüzünle. “Karanlık maddeyi araştırmak için kime başvurduysam TÜBİTAK olsun, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu olsun bana şu soruyu soruyorlar: ‘Tamam hocam da yaptığınız araştırmanın ekonomiye ne faydası var?”
“Benden ancak hak ettiği halde Nobel alamayan bilim kadını olur” diyen Demirköz’ün en büyük mutluluğu insan kaynağı yetiştirmesi.
Bu arada bilimde rol modelliğe önem verdiği için Van, Batman, Harran hangi üniversite davet ederse oraya konuşmaya gidiyor.
Bazı araştırma sonuçlarına da yer veren rapor, sanat kültür alanında faaliyet gösteren, kamu- özel destekli ya da bağımsız 17 kurumla gerçekleştirilen görüşmelerin sonuçlarına dayanıyor. Bu kurumlar arasında yer alan Zorlu PSM’nin yeni girişimine değineceğim esas. Ama önce rapordan çarpıcı bir kaç sonuç:
Türkiye 163 ülke arasında kültürde 58. sırada. Köklü bir kültürel ve tarihi mirası olan bir ülkeden söz ediyoruz.
Toplumun yüzde 66’sı hayatında konser, tiyatro, opera gibi bir etkinliğe hiç katılmamış. En sık yapılan aktivite yüzde 85 oranıyla televizyon izlemek.
Peki 15-24 yaşları arasındaki gençlerimiz ne yapıyor? İKSV’nin raporu, TÜİK’in “boş zamanı değerlendirme anketlerine” dayanarak gençlerin en sık gerçekleştirdikleri faaliyetler arasında yüzde 93 oranında televizyon izlemenin ilk sırada geldiğine dikkat çekiyor.
Sosyal medyada vakit geçirenlerin oranı ise yüzde 56.4. Neticede bu ülkenin gençleri sanat kültür ortamından uzak yaşamlarını sürdürüyor.
Önceki gün Zorlu PSM Genel Müdürü Murat Abbas ile Zorlu Holding Kurumsal İletişim Genel Müdürü Aslı Alemdaroğlu ile sohbetimizin odak noktasında gençler var. Zira PSM ile Zorlu Holding’in özellikle gençleri hedef alan yeni girişimi “Digi.logue” görsel sanatın ve müziğin dijital dönüşümüyle yakından ilgili interaktif bir platform.
Platformun web sitesi digilogue.com dijital sanata ilgi duyanları, yaratıcı endüstrilerde faaliyet gösterenleri buluşturmayı amaçlıyor.
Aslı Alemdaroğlu, “Dijital dönüşüm hayatın ortasında, sanatçılar bundan yararlanıyor. İşlerini bilgisayar üzerinden yapan, sanat için yazılım geliştirenlerin sayısı artıyor”