İŞ dünyası projektörünü “cazibe merkezi” programına dahil olan Diyarbakır’a çevirdi.TÜRSAB’in geçen hafta burada yaptığı geniş kapsamlı iki günlük “turizm çalıştaydan” sonra, Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) 39. Girişim ve İş Dünyası Konseyi’ni bu şehirde düzenledi.
TÜRKONFED tarafından düzenlenen organizasyonda iş dünyasının önde gelen isimleri halay çekti.
Konsey nedeniyle 300 iş insanıyla Diyarbakır’a büyük bir çıkarma yapan TÜRKONFED bu vesileyle “yerel kalkınmaya” odaklanan son raporu “Kent Bölge: Yerel Kalkınmada Yeni Dinamikler” i açıkladı.
WWF-Türkiye’ye göre, yarı kurak iklim kuşağında yer alan Türkiye “su stresi” çeken bir ülke olarak kabul ediliyor.
WWF-Türkiye, bugün kişi başı 1519 metreküp su düşerken, 2030 yılında 100 milyonluk nüfusla 1100 metreküp düşeceğinin altını çiziyor.
Geçtiğimiz 50 yılda 3 Van Gölü büyüklüğünde 1.3 milyon hektar su kaybı yaşanmış.
Tatlı su kaynaklarımızın yüzde 74’ünün kullanıldığı tarımda büyük su kayıpları var.
Başka büyük bir kayıp da şehir şebekelerinde.
TUİK’in 2012 verilerine göre, Türkiye genelinde şehir şebekelerinde ortalama kayıp oranı yüzde 43.
Batman, Hakkari, Van gibi illerimizde kayıp oranı yüzde 70’lerin üstünde. En düşük oran yüzde 19.4 ile Bursa. İstanbul’un kayıp oranı yüzde 38.8.
81 ilimizi kapsayan “TUİK Belediye Su İstatistikleri” listesini paylaşan kişi Altyapı ve Kazısız Teknolojiler Derneği (AKATED) Başkanı Yasin Torun.
Geçenlerde bir grup meslektaşla gezme fırsatını bulduğumuz çiftlik, 2013 yılında 5 milyon dolarlık yatırımla Niyazi Yelkencioğlu ve Ömer Aral tarafından kurulmuş.
Kandıra aslında mandalarıyla ve manda yoğurduyla ünlü.
Ne ki, Türkiye’de hayvancılığın, özellikle de manda yetiştiriciliğinin yediği darbeden Kandıra da etkilenmiş.
Türkiye genelinde 15-20 yıl önce sayıları 1 milyon olan manda sayısı 100 bine düşerken, Kandıra’da sadece 1000 kadar manda kalmış.
Çiftlikte bizi ağırlayan Niyazi Yelkencioğlu “2013 yılında çiftliği kurmaya karar verdiğimizde İtalya’da en az 20-30 çiftlik gezdik. Gezdiklerimiz arasında en iyisini model olarak alarak bunu kurduk” diye anlatıyor.
Kandıra’da 55 bin dönüm üzerine kurulu, en modern teknolojiyle “Buffa” markası altında 2015 yılından bu yana İtalyan peynirlerini üreten çiftliğin 500 kadar mandası İtalya’dan getirtilmiş.
“Zira yerli manda günde 2-3 kilo süt verirken, İtalyan mandasından günde ortalama 10-15 kilo süt alıyoruz” diyor Yelkencioğlu.
Bu miktarın bazı dönemlerde 25 kiloya kadar ulaşması mümkün.
Tek kelime nefes alamıyoruz.
Bina yıkımlarının, sokakların “efendileri” haline gelen hafriyat kamyonlarının ve beton mikserlerinin, vinçlerin, gürültünün sonu hiç gelmeyecek gibi.
Sorarım size: Bir daracık sokakta aynı anda kaç inşaat olabilir?
Daracık bir sokağa aynı anda kaç beton mikseri girebilir?
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir eziyet yaşandığına tanık olmadım.
Birbirine benzemez, estetik yoksunu o yüksek katlı binalar peş peşe yükselirken insan kendi evinin olduğu sokakta yürümeye çekiniyor.
Her an bir beton mikserinin altında kalma ihtimali olduğu gibi ehli olup olmadığı belli olmayan insanların kullandığı vinci de kafanıza yiyebilirsiniz.
Sürekli solduğunuz, bina yıkımlarında ortaya saçılan asbestli toz da işin tuzu biberi.
Hürriyet’in TÜRSAB ile birlikte düzenlediği “İzmir’i Keşfet” programından sonra İstanbul’a dönüş uçağında, ellerde Urla Uluslararası Enginar Festivali’nden alınmış enginarlar, yüzlerde ise gülücükler eksik değildi.
Üç günde ilk kez keşfettiğimiz yönleriyle gönülleri fetheden İzmir aslında Türkiye’de pek çok ilke imza atmış bir şehir.
İlk fuar, ilk futbol kulübü, ilk özel gazete, ilk atlı kulübü İzmir’de hayata geçti.
İlk yerli film İzmir’de çekildi, savaştan çıkmış Türkiye’nin ekonomik kalkınması için ilk iktisat kongresi bu şehirde düzenlendi.
Son dönemlerde başka ilkler de var.
İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ilk kez belediyecilikte “yerelde kalkınma” modelini seçmiş.
Yani İstanbul’da hepimizi canından bezdiren “gayrimenkul odaklı bir gelişmeden” ziyade kırsal kalkınmaya odaklanmış.
Kooperatifçiliği destekleyerek Türkiye’de
Dünyamızda 800 milyon aç varken, üretilen gıdanın neredeyse üçte biri kayboluyor.
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre gıda atık ve kayıpların yıllık maliyeti 940 milyar dolar.Yani günümüzde esas melese, üretmekten ziyade kayıp ve atıkların sürdürülebilir bir şekilde azaltılması.
Gelişmekte olan ülkelerde kayıpların yüzde 40’ı hasat öncesi-sonrası ve perakendeciye gelmeden önceki süreçte gerçekleşiyor.
Gelişmiş ülkelerde kayıpların yüzde 40’ı perakende ve tüketici sürecinde gerçekleşiyor. Türkiye’ye gelirsek meyve ve sebze israfı tek kelime korkunç boyutta. Metro Toptancı Market’in TÜBİTAK ile yaptığı bilimsel araştırmaya göre, ülkemizde üretilen 49 milyon ton sebze ve meyvenin yüzde 25 ila 40’ı ya üretim ve dağıtım zincirinde kayba uğruyor.
Ya da satış ve tüketim aşamasında atık haline dönüşüyor. Aynı araştırmaya göre, kayba uğrayan ürün miktarı iyimser tahmine göre 11.6 milyon ton. Bu da ihracatımızın tam 4 katı. Biz bu kadar zengin bir ülke miyiz?
YÜZDE 22 YOKSULLA BU KADAR İSRAF
TÜİK verilerine göre, hane halkının yüzde 22’sinin yoksulluk sınırının altında yaşayan Türkiye gibi bir ülkede böyle bir israf akıl dışı değil mi?
Kaybettiğimiz sadece çöpe giden ürünler değil. Zaten kıt olan su kaynaklarımız, toprağımız, iş gücümüz, sermayemiz de havaya uçup gidiyor.
Pilavcı, Hüsnü Özyeğin’in geçtiğimiz sonbahar aylarında satın aldığı, Anadolu yakasının ilk özel hastanesi Kadıköy Şifa’nın iş başındaki ikinci nesil patronuydu.
Hüsnü Özyeğin’in geçtiğimiz sonbahar aylarında Kadıköy Şifa’yı satın almasıyla şimdi ailenin diğer şirketleriyle ilgilenen Pilavcı’nın yolu KalDer ile nasıl kesişti?
“KalDer’in EFQM Mükemmellik modelini Kadıköy Şifa’da 2005 yılında kurumsal yönetim modeli olarak uygulamaya başlamıştık” diyor Pilavcı.
Kadıköy Şifa’nın 2009 yılında KalDer Ulusal Büyük Ödülünü kazanan ilk özel hastane olmasında payı büyük.
Kendisini “kalite gönüllüsü” olarak tanımlayan Pilavcı, KalDer’in ilk kadın başkanı olarak derneğe damgasını atmaya kararlı.
“Dijitalleşme, 4. Sanayi Devrimi derken dünya hızla değişiyor. Bu hıza ayak uydurmak isteyen kurumlar dönüşmek zorunda. Sürdürülebilirlilik olmazsa olmaz. Biz bu dönüşüme rehberlik yapmak istiyoruz. STK olarak devreye gireceğiz” diyor.
KALDER SAHAYA İNECEK
KalDer
Koku deyip geçmeyin.
Kişisel parfümden, evdeki deterjana, şimdilerde pek moda olan “kurumsal kokulara” kadar, sevdiğimiz ya da itici bulduğumuz kokular binlerce ham maddenin bileşiminden meydana geliyor. Koku almak için özel eğitilmiş “burunlar” yani “parfümörler” bu sanayi kolunun olmazsa olmazı.
Peki Öztürk koku sanayiye nasıl adım atmış?
Almanya’da eğitimini tamamladıktan sonra İsviçre’nin en köklü esans şirketi Luzi AG’de çalışmaya başlıyor. İşinde yükseldikten bir süre sonra Türkiye’ye dönüyor. Gerisini ağzından dinleyelim.
“2000 yılında Türkiye’ye döndüğümde İsviçreli şirketin distribütörlüğünü aldım. Ciro katlanarak büyüyordu. Zira esans ham maddesi ithalata dayalı. 2007 yılında Luzi’nin dünya çapındaki satışının yüzde 30’u Türkiye’den gerçekleşiyordu.”
KAPASİTE 20 BİN TON